Niçin Az Okuyoruz?

100

 

Milletçe az okumamızın Devlet’e, Sistem’e, Eğitim’e, Aile’ye, Çevre’ye, Okul’a,  Zaman ve Zemin’e, Teknik İmkân’lara ve bilhâssa, bizzât kendimize bakan yönleri var. Bunların hepsi, başlı başına müstakil birer konu olacak kadar derin, geniş ve ehemmiyetlidir. Bâzılarını gözler önüne sermeye çalışalım.

Başta gelen az okuma sebebimiz; var oluş nedenimizi, tam olarak bilmeyişimizden.

Bilindiği gibi Hayvânlar öğretilmiş olarak Dünyâ’ya getiriliyor. Ne üstüne öğretilmişlerse, onun gereğini yapıyorlar. Nitekim Arılar, İpek Böcekleri kendilerinden istenen ve bekleneni yapıyor, yerine getiriyorlar. Deniz Kablumbağaları’nın vakti gelince kumların altındaki yumurtalarından çıkarak, kendiliklerinden denize doğru koşuşmalarını hepimiz biliriz.

İnsân ise öğretilmemiş fakat her şeye istîdâtlı ve kaabiliyetli olarak dünyâya getiriliyor.

Onun içindir ki, Hayvânlar’ın eğitime ihtiyâçları ne kadar yoksa, İnsânlar’ın eğitim ve öğretime  olan ihtiyâçları, o nispette çok.

İşte bizler yaratılış gâyesini  -yeterince-  bilmediğimiz, daha doğrusu bilip de idrâk etmediğimiz için az okuyoruz.

Oysa İnsân’ın Dünyâ’ya getirilişinin başta gelen sebebi, okuma yeteneğinin gereğini yapmasıdır.

Aslında iyi bir okuyucu olarak var edildiğimizi, lâyıkıyla bilmediğimizden az okuyoruz. Bu husûsun iyice kavratılmamış olması, az okumamızın başta gelen sebebi.

Neden derseniz, İnsân eğer yemek için Dünyâ’da var edilmişse, fil kadar yiyemiyor. Uçmak için yaratılmışsa, kartal gibi uçamıyor. Yok yüzmek için Dünyâ’daysa, Balık gibi yüzemiyor. Şâyet kuvvet gösterisinde bulunmak içinse, Arslan gibi olamıyor. Eşiyle bir araya gelmek için var edilmişse, bunda da, Serçe Kuşu’na yetişemiyor.

Demek ki İnsân, bir Küçük Kitâp hükmünde olan kendini ve bir Büyük Kitâp sayılan Kâinatı okumak, dolayısıyla her iki Kitâb’ın kâtibini, yazarını bilmek, bulmak ve onu anlamak için var edilmiştir.

Zâten Yûnus Emre de:

“Ben bir Kitâp okudum, kalem onu yazmadı.
Mürekkep eyliyeydim, yetmeye yedi deniz.”

Derken, bu iki Kitâbı kastetmektedir.

Bütün bunlar gösteriyor ki, İnsân’ın varlık sebebi; yaratılışında kendine verilen istîdat ve kaabiliyetleri geliştirmesi, mahâretlerini gün ışığına çıkartması içindir. Bu ise şüphesiz, okumayı gerektiren bir husûs.

Demek ki var oluş gâyesi bilinmezse veya tâm olarak idrâk edilmezse; okumak o nispette azalacak, zarûretlerin hacmini aşamıyacaktır. Çünkü İnsân’ın gayret ve himmeti; maksat ve hedefinin büyüklüğü, ulvîliği derecesinde çok, küçüklüğü nispetinde ise az olur.

Nitekim insân, hiçbir şeyin bitmesini, eskimesini ve tükenmesini istemez. Pantolon  ütüsünün bile bozulmasına tahammülü yok. Yeni giydiği elbisesi üstüne titremesi, eskiyeceği endişesinden kaynaklanır. İzine çıksa, biteceğini bilmesi lezzetini acılaştırır.

Kısaca bir şeyin geçici olması, değerine gölge düşürür, önemini azaltır. Değil mi ki geçici der ve boş veririz. Hâlbuki geçici şeylere karşı tutum ve davranışımız, gerekeni yapmamak

 

444

veya onu hafîfe almak sûretinde değil, ona kalbimizi bağlamamak şeklinde tecellî etmeli. Asrın Âlimi’nin dediği gibi: “Dünyâ’yı kesben değil, kalben terk etmeliyiz.” Yâni Dünyâ’ya bakışımız çalışmamakla değil, kalben ona bağlanmamakla kendini göstermeli.

Halbuki İnsân; bir öncekinde, hep bir sonraki için vardır. Nasıl ki okulda; okul için değil, okul sonrası için varız. Okulu; okul sonrasına hâzırladığı için severiz. Okumak da bir sonrayı, en büyük sonrayı, en büyük yarını hâzırlayacağı, kavratacağı ve daha çok idrâk ettireceği, daha çok lezzet ve zevk almayı sağlayacağı için büyük bir önem taşır. İşte az okumamız; bu tarz düşünemediğimizden.

İnsân’ın göz, kulak, hâfıza, hayâl, tasavvur, tefekkür ve tahayyül vs. gibi dolmak ve doymak bilmez ambarları var. Bunları doldurmak ve doyurmak için yeryüzünde. Bunları lâyıkıyla doldurmak ve doyurmak ise okumaktan; çok, pek çok okumaktan geçer.

Yeterince okumayışımız, bu ambarların maksatlı varlığından ve ne ile nasıl doldurulacaklarından haberdâr edilmeyişimizden ileri gelmekte.

Okumak; en büyük emânet. Hiçbir varlığa verilmeyen, hiçbir varlıktan istenmeyen bir saâdet. Okumak; en yüksek bir haslet olup, sadece İnsân’a has kılınmış. Sâdece ondan istenmekte. İşte dağın taşın taşımaktan irkilip kaçındığı; sorumluluk gerektiren büyük Emânet’in bir yönü de okumaktır. Yeterince okumayışımız, böyle kudsî / kutsal bir Emânet’le yüklü ve bunu yerine getirmekle yükümlü olduğumuzu tâm olarak bilmeyişimizden.

Kaldı ki, okula; okumak için gidilir. Hayât da bir okuldur. Bunun tek okuyucu ve mütalâacısı ise İnsân’dır. Okulda İnsân ne için bulunuyorsa, hayât okulu olan Dünyâ’da da onun için yâni okusun, düşünsün diye bulunduruluyor. Bundan gâfil oluşumuz; az okumamızın baş sebeplerinden biridir.

Az okumamızın, yine başta gelen sebeplerinden bir diğeri de, İnsân’ın bizzât kendine bakan vechidir. İnsân, cevher yüklü bir hazîne. Ama böyle bir hazîne oluşunun farkında değil. Ona bu husûs farkettirilmemiş. Kendisi de bunu sezecek zemîn ve zamânı bulamamış. Zâten bulamaması için her türlü şartlarla, çepeçevre kuşatılmış. Başkalarına bakmaktan kendini görmeye, başkalarını duymaktan kendini işitmeye, başkalarını anlamaktan kendini idrâke bir türlü vakti olmamakta, bir türlü kendine yol bulamamakta. Hâlbuki onda bir BEN vardır, ondan içeri. Çeşitli meşgaleler içindeyken, onlardan kalben ve rûhen sıyrılamayışımız, lâyıkı veçhiyle okumaktan bizleri alıkoymakta.

Okumaya yeteri kadar ihtiyâç duymamamız da, az okumamızın sebepleri arasında. Çünkü: “İhtiyaç terakkî (ve yükselme)nin hocasıdır.” Diyor Asrın Âlimi. Nitekim İnsân Yaratan’a şükür için, O’na tapınmayı bir ihtiyâç olarak gördüğünden dolayı, Dünyâ’nın dört bir tarafını mâbetlerle donatmış.

Profesör’ün biri dersine: “Arkadaşlar, bu dersten muafsınız / sorumlu değilsiniz!” diye başlar! Öğrenciler buna rağmen, harıl harıl notlar alır. Çünkü anlatılanları bir ihtiyâç olarak görmüşler ve Hoca’nın sorup sormamasını önemsememişlerdir.

Bir nebze de, gençlerimizin niçin az okuduklarına değinelim. Asrın Âlimi’nin dediği gibi:

“Gençlik damarı, akıldan ziyâde hissiyâtı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez. Bir dirhem hâzır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercîh eder.”

Hâlbuki okumanın faydası  -özellikle-  daha sonra kendini gösterecek. Hevâ ve hevesine uymanın karşılığı ise peşin ve hâzır. Gençlerimiz bunu bilmekle beraber, idrâk etmemişlerdir. Oysa bilmek başka, anlamak bambaşka bir şeydir. İşte bu idrâksizlik ve algılayamayış; sabır ve tahammülü gerektiren fakat o nispette her iki cihânın saâdet ve mutluluğunu sağlayacak olan okumaktan, gencimizi alıkoyan husûstur.

445 – 446

 

 

Önceki İçerikFederasyon İstekleri ve Tarım Kentleri Projesi
Sonraki İçerikRusya ve Türkiye Harika Gelişmeler
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.