Yüce Allah, bizleri ahsen-i takvim üzere yaratmış ve bizlere sayısız nimetler bahşetmiştir. Bizleri imtihan etmek amacıyla da hayatı ve ölümü, fakirlik ve zenginliği, sağlık ve hastalığı yaratmıştır. Herhangi bir musibete maruz kalan bir mü’mine düşen ise ilâhî takdire rıza göstererek sabretmektir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” ﴾Bakara, 2/155) Sabır ve metanet gösterdiği takdirde mü’minin başına gelen her türlü sıkıntı ve musibet onun için günahlardan kurtulma ve manevî bir kazanç vesilesi olmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Mü’min bir kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü isabet etse, hatta ayağına bir diken batsa bile, bunlar mü’minin bir kısım günahlarına keffaret olur.” (Müslim, Birr, 52)
Her toplumda, engelli diye tanımladığımız insanların bulunması doğaldır. Engellilik, doğuştan olabileceği gibi iş ve trafik kazaları gibi çeşitli sebeplerle sonradan da meydana gelmiş olabilir. Hangi sebeplerle olursa olsun, engelli durumunda bulunan her insan da, sağlıklı insanlar kadar değerli, saygın ve hürmete layıktır. İslam’a göre, zihinsel veya fiziksel engelli olmak ayıp ve utanılacak bir durum değildir. Yine İslam’a göre zihinsel ve fiziksel özellikler, maddî imkan farklılıkları üstünlük sebebi değildir.
Kur’an-ı Kerim’de, “Allah katında en değerli olanınız O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır” (Hucurât, 49/13) buyrularak Allah’ın yanında gerçek üstünlüğün takvada olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de Yüce Allah’ın insanların kalplerindeki imana, takvalarına ve O’nun rızası için işledikleri amellerine değer verdiğine işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34)
İslam, kolaylık dini olduğu için hasta ve engellilere ibadetler konusunda güçlerinin yeteceği ölçüde kolaylıklar getirmiştir. Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” (Bakara, 2/286) buyurmuştur.
Buna göre, engelli olan kişi diğer ibadetlerinde olduğu gibi, namazını da gücü yettiği ölçüde yerine getirmekle yükümlüdür. Ayakta namaz kılmakta zorlanan sahabeden İmran İbn Husayn (r.a.)’ın sorusu üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Namazı ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, yine gücün yetmezse yaslanarak kıl.” (Buharî, Taksir, 19; Ebû Dâvûd, Salât, 175)
Hasta veya engelli olan kimse ayakta namaz kılmaya gücü yetmiyorsa yahut ayağa kalkınca hastalığının artmasından endişe duyuyorsa, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secde yapar. Oturmaya da gücü yetmiyorsa o zaman namazını sırtüstü yatarak kılar. Ayaklarını kıbleye karşı uzatır, rükû ve secdesini de imâ ile yapar. İmâ, namazda rükû ve secdeye işaret olmak üzere başı eğmektir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), camiye gelemeyecek durumda olup, bu hususta kendisinden müsaade isteyen görme engelli sahabelerinden bazılarına mescide gelmelerini söylemiştir. Nitekim sahabeden yaşlı ve âmâ bir zât olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm (r.a), evinin uzakta olduğunu ve kendisini getirip götürecek bir rehberin bulunmadığını söyleyerek, mescide gelmemek için izin istemişti. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bu görme engelli sahabesine mescide gelmesini söylemiştir. (Ebû Dâvud, Salât, 46; İbn Mâce, Mesâcid, 17)
Yine bir defasında görme engelli bir adam Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelip, kendisini mescide götürüp getirecek bir rehberinin olmadığını söyleyerek, evinde namaz kılmak için ruhsat istedi. Allah Resûlü (s.a.s.) önce kendisine bu konuda müsaade etti. Adam dönüp giderken yeniden çağırdı ve “Namaz için okunan ezanı işitiyor musun?” diye sordu. Adam “Evet” dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.s.): “O halde davete icabet et” buyurdu. (Müslim, Mesâcid, 255)
Hz. Peygamber’in görme özürlülere karşı davranışlarında en güzel örneğini ünlü sahâbî İbn Ümmü Mektûm’a karşı tutumunda görmek mümkündür. Onu Mescid-i Nebevî’de müezzin olarak görevlendirmiştir. Bunun yanında, kendisini kamu görevlerinin en üst kademesinde, kendi yerine vekil, başka bir ifade ile devlet başkanı vekili olarak istihdam etmiştir; Veda Haccı’na ve Uhud Savaşı’na gidişi de dahil, çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında on üç defa Medine’de onu yerine vekil bırakmıştır. (İbnü’l-Esîr, Üsd, IV, 264) Namazlarda onun ve daha başka görme özürlülerin imamlık yapmalarına izin vermiştir. [Prof. Dr. İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Sh. 359]
Bu vesileyle, bu yıl “Cami ve Engelliler” ana gündemiyle kutlanan “Camiler ve Din Görevlileri Haftası”nın engelli din kardeşlerimizin sorunlarının çözümüne katkı sağlamasını diliyorum.