Kendini Çağdaş Görene Bak

98

 

Hakkımda tutulan fişteki iddia, Anayasa’da tanımlanan; “din, dil ırk, cinsiyet ve inanç ayrımcılığı” suçu kapsamına girer. Devrin Milli Eğitim Bakanı, her ne hikmetse bu iddiayı delillendirmek üzere hakkımda soruşturma açmıyor. Fişi eline alır almaz, esas duruşa geçip topuk selamı eşliğinde ve yüksek perdeden: “emredersin komutanım!” deyip işlem tesis ediyor, iş mahkemeye intikal edince, tesis ettiği işlemi ‘onlar emretti, ben yaptım’ demek yerine; “Cumhuriyete karşı artan tehlikeler karşısında Milli Eğitimde başlatılan çağdaşlaşma” gibi caf caflı cümleler kuruyor.

Hukukun üstünlüğünün göklere çıkarıldığı çağda, çiğnediği hukuk karşısında ‘ben çağdaşım, o irtica yanlısı’ diyen şu kafaya bakın!

Bu komik iddiaya cevaben: “Cumhuriyet için benim gibi görevliler ve vatandaşlar tehlike oluşturuyorsa, Cumhuriyet çoktan çökmüş demektir. Vatandaşını tehlike olarak gören rejim, Cumhuriyet değil başka bir şeydir!”

Çağdaşlaşma, sanayi çağından bilgi çağına geçmekle olur. Yöneticilik alanında 14 sene boyunca yurt içi ve yurt dışında onlarca eğitime katıldım ve bir o kadar ödül aldım.

14 sene önce ayrıldığım okulda “T” cetveli, pergel ve gönye ile teknik resim çizimi öğretiyordum, şimdi bilgisayarla çizim öğretiliyor ve ben bunu bilmiyorum.

Yönetim bir sanattır, yöneticilik deneyimi olmayan öğretmen benim yerime yönetici olarak atanınca ve yeni teknolojilerden haberi olmayan ben, okula öğretmen olarak atanınca bunun adı çağdaşlaşma oluyor! Cümleleriyle Bakanlığın çağdaşlaşma anlayışını mahkemenin takdirlerine sunuyorum.

Bakanlık, her seferinde mahkemelerden hak ettiği cevabı alsa da, ‘su arka gelinceye kadar kurbağanın gözü patlarmış’ misali bu süreçte yaşadıklarımıza, ‘düşenin dostu olmazmış’ atasözünün doğruluğu eklenince; “Biz batağa köprü olduk son gelenler geçti bizi” deyip çekildik izzeti ikbal ile Bab-ı Hükümetten.

Kandırılmak isteneni kandırmak kolaydır. Batı Çalışma Grubunun gücünden yararlanmak isteyenler, onları yalan yanlış bilgilerle kendi istekleri doğrultusunda kullandılar.

Bu nedenle fişlemeyi yapanlar kadar, onları kullananlar ve bu duyumlara göre işlem yapıp hukuksuzluğu ve haksızlığı dayatanlardan hesap sorulmalıdır.

Adalet istemek mağdur edilen her vatandaşın hakkı, adaleti tesis etmek devletin ödevidir.

Askerlerin vatan sevgisinden şüphe edilemez ama bu sevginin dozunu ayarlamada sorun yaşadıkları bir gerçek. Nedense sevgileri büyüyünce ihtilal oluyor! Ellerindeki güç zaaflarıyla birleşince başkalarının kışkırtmasına çabucak alet oluyorlar.

Müslüman kimliğimizle Ordumuzu Peygamber ocağı, Milletinin bir ferdi olarak da kendimizi asker biliriz. Bu nedenlerle askerlerle problemim olmadı ama askeri idarelerle pek geçinemedim. Şimdilerde kimsenin adını anmadığı 12 Mart döneminde de, benzer iddialarla bir süre askeri gözetim evinde misafir etmişlerdi!

Hakkımızdaki iddiaların dayanağı ‘irtica’ ve ‘Atatürkçü’ kelimelerine gelince; bir kul olarak Allah’ın huzurunda mücrim gibi titrerken, bunlar ‘irtica yanlısı’ diyor. Allah cennetlik ve cehennemlik ayrımını bunlara yaptırsa biz çoktan cennetliğiz!

Peki, irtica ve Atatürkçülüğün, eni nedir, boyu nedir? Var mı bir ölçüsü? Mesela, ben Müslüman’ım diyen herkes irticacı mı? Bayramdan bayrama namaz kılınca mı, beş vakit namaz kılınca mı irticacı olunuyor? Atatürkçülüğün ölçüsü içki içmek ve İslam düşmanlığı yapmak mıdır? İçki içemeyen ve Müslüman olan biri Atatürk’ü sevemez mi? Mesela Atatürkçü sayılmak için onuncu yıl marşını ezbere bilmek ve rozet takmak yeterli mi, yoksa bir kulübe üye mi olmak gerekiyor?

Manisa Milli Eğitim Müdürlüğüne ait fişlemelerde enteresan bir durum dikkat çekiyor; fişlenenlerin tamamı Milliyetçi ve Müslüman’ım diyen yani ‘ülkücü’ olarak tanınan kimseler, fişlenenler arasında salt İslamcı kimliğiyle öne çıkan hiç kimse yok. Fişlemeler ve görevden almalar, MHP’nin Hükümet ortağı olduğu, Başbakan yardımcısının Başbakan Ecevit’e sandalye tuttuğu dönemde yapılıyor.

Meselenin esası omurgalı insan olmakla alakalı. Siyasetçinin, adamı litreyle suyu metreyle ölçtüğü dönemlerde, yetkilerini yerel siyasetçilerin emrine vermeyen yöneticiler barındırılmaz.

Siyasetçinin istediği, ‘yalan da olsa gönlüme göre konuş, yanlış da olsa istediğimi yap’ olunca, Allah’a kul, Peygambere ümmet olan ve kendini milletten başka kimsenin hizmetine sunmayan görevlilerin, başka bir suç işlemelerine gerek yoktur, tehdit altında yaşamayı çoktan hak etmişlerdir. Çünkü ‘Türkiye’de hiç bir başarı cezasız kalmaz’…

Maalesef Türkiye’de sistemin arızalarını gidermeye çalışanlar değil sistemin arızalarından geçinenler iyi vatandaş oluyor.

Yaratılanı, Yaratan aşkına sevenler, hizmetiyle şereflendiklerinin hak ve hukukunu koruyanlar ve işini adaletle yapanlar, cüzamlı muamelesi görüyor.

Bu ne şeref! Şahit ol Yarabbi!