Allahu Teâlâ, insanoğlunu mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır, çeşitli yeteneklerle donatarak diğer varlıklardan üstün bir konuma yükseltmiştir. Yerde ve göklerde onun için sayısız nimetler hazırlamış, bütün bu nimetlere karşılık olarak insandan yalnızca kendisine kulluk etmesini ve nimetlerine şükretmesini istemiştir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/152)
Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın nimetlerinin sayılamayacak kadar çok olduğu belirtilmiş, ayrıca verilen bu nimetlerden sık sık bahsedilerek insana şükretmesi gerektiği hatırlatılmıştır: “Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır. O, âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir. O, İstediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.” (İbrahim, 14/32-34) “Allah, sizi analarınızın karnından, hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl, 16/78)
Şükür, verilen herhangi bir nimetten dolayı, bu nimeti verene karşı söz, davranış ve kalp ile saygı ve minnettarlık göstermek; iyilik edeni övmek demektir. Şükretmek, yapılan iyiliğin kadir ve kıymetini bilmek, elde edilen nimeti takdir etmektir. Şükrün zıddı ise nankörlüktür.
Şükür üç çeşittir:
Birincisi, nimet veren, iyilik yapanı övmek şeklinde söz ile yapılan dilin şükrüdür. Kulun, “Allah’a şükürler olsun – Allah’a hamdolsun” gibi şükür ifade eden sözlerle minnettarlığını ifade etmesidir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şahsında bütün insanlara hitaben şöyle buyrulmuştur: “Rabbinin nimetine gelince, işte onu anlat” (Duhâ, 93/11)
İkincisi, kalbin şükrüdür ki; nimet vereni tanımak ve nimetin kıymetini bilmektir. Diğer bir ifadeyle insanın, nereden ve nasıl gelirse gelsin gerçekte her nimetin Allah tarafından verildiğine, insanların ise birer vasıta ve sebep olduğuna inanmasıdır.
Üçüncüsü ise, hal ve hareketlerle ifade edilen fiilî şükürdür. İnsanın kendisine verilen nimetleri, bu nimetleri bahşeden Allah’ın rızası doğrultusunda kullanmasıdır. Bunun en güzel örneğini Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatında görmekteyiz. Zira O, her hal ve hareketinde Allah’a karşı sürekli hamd ve şükür hali içinde bulunmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) gece ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Hz. Aişe (r.anha) validemiz kendisine; “Ey Allah’ın Resûlü, niçin böyle yapıyorsun? Allah, senin geçmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel günahlarını bağışlamıştır” dediğinde, Peygamberimiz (s.a.s.); “Şükreden bir kul olmayayım mı? diye cevap vermiştir. (Buharî, Teheccüd, 6)
İnsana yakışan, kendisine sayılamayacak kadar nimetlerle ikram ve ihsanda bulunan Yüce Allah’ı tanımak, O’na kulluk etmek ve O’na gereği gibi şükretmektir. Allah’ın verdiği nimetlere şükretmek elde edilen nimetleri artmasına, nankörlük edip şükretmemek ise hem nimetin elden çıkmasına, hem de ilahi azaba uğramaya sebep olur. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçek şöyle bildirilmiştir: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)
Yüce Allah’ın, insanların şükretmesine ihtiyacı yoktur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. (Neml, 27/40) Ancak Allahu Teâlâ, nankörlüğü asla sevmez. Bu yüzden nankörlük yaparak şükretmekten kaçınanlar Kur’an-ı Kerim’de kınanmış ve şöyle buyurulmuştur: “Andolsun, size yeryüzünde imkan ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkanları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz!” (A’râf, 7/10) Yine başka bir ayet-i kerimede, “Kullarımdan şükredenler pek azdır” (Sebe, 34/13) buyurularak, şükredenlerin azlığına işaret edilmiştir.
İnsanların pek çoğu sahip oldukları nimetlerin değerini bilemiyor, bu sebeple de yeteri kadar şükredemiyorlar. Alıp verdiğimiz her nefes için bile Allah’a şükür borcumuz olduğunu düşünürsek, daha fazla şükretmek için binlerce neden bulabiliriz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bunun yolunu şöyle açıklıyor: “Dünyalıkta kendisinden aşağısına, dinde (dini yükümlülüklerini yerine getirmede) de kendisinden üstün olana bakan (ve buna göre davranan) kimseyi Allah Teâlâ hem sabreden, hem de şükredenlerden yazar…” (Tirmizî, Kıyâme, 58)
O halde; Yüce Rabbimizin bizlere lütfettiği sayısız nimetlerine kalbimizle, dilimizle ve azalarımızla şükrederek hoşnutluğunu kazanmalıyız.