1918’den sonraki Türkiye’yi, bir yol göz önüne getirelim. Manzara hepimizce mâlûm. Dört bir taraftan işgale uğramakta olan bir Türkiye. Millet fakr u zarûret içinde perîşan. Mahrûm ve yoksun bir halde. Yarı aç yarı tok durumda. Ne elde var ne avuçta. Kimisi yorgun, bitkin insanların. Kimisi umutsuz, kimisi yılgın toplumun.
Resmiyet âciz. Elinden bir şey gelmiyor.
X
Bugünkü şaşkın, çaresiz ve teslimiyetçi kimi aydınımız, eğer o günlerde yaşamış olsalardı, Milli Mücadele’yi asla onaylamazlar! Bin dereden su getirerek, yabancılara hak verir ve Kuva -yı Milliye’yi tenkit etmekten çekinmezlerdi! Dudak büküp geçerler, üstelik köstek olmaya çalışırlardı!
X
O imkânsızlıklar içinde bile yılmayan, ümitsizliğe düşmeyen inançlı ve azimli aydınlarımızın, halkı aydınlatarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatmaları. Mustafa Kemal gibi siyasî bir dâhînin de, bunların başına geçerek Kuva-yı Milliye / Millî Kuvvetler olarak onları teşkilâtlandırıp örgütlemesi. Hiç yoktan yeni bir ordu kurması; Batı’nın bütün hesaplarını altüst etti! Unutamadıkları bir ders aldılar. Ve tabii arkalarına bakmadan geldikleri gibi gittiler. Ama kuyruk acıları hiç bitmedi. Onu hiç unutmadılar.
X
İşte bugün, Sevr ile gerçekleştiremediklerini, AB uyum yasaları ile sağlamak istiyorlar. İnsanımızla oynuyorlar. Uyuyan fitne yılanını uyandırıyorlar. Nitekim uyandırdılar. Ermenistan’ı, Kürdistan’ı, Pontus’u kurmanın, kurdurtmanın ateşli hayali içinde yanıp tutuşuyor, kıvranıp duruyorlar. Türkiye’yi de tutuşturmak istiyorlar.
Nitekim, yerli işbirlikçileri sayesinde, yurdun orasında burasında yangınlar çıkartmaya başladılar bile. Yavaştan yavaştan kandırdıkları çocukları polise saldırtıyorlar. Polisi yıpratmaya çalışıyorlar. Şüphesiz sırada asker var. Onu da yıpratarak, devreden çıkarmak istiyorlar. Görünüşte sonuç almıyorlar da değil!
Nitekim kimi aydınlar, teslim bayrağını şimdiden çektiler. Teröre çare buldular! Hararetle kalemlerine sarıldılar ve tam bir teslimiyetle hareket etmek lâzım geldiğini dillerine doladılar.
Onlara göre çare; AB ve ABD’nin kol kanat gerdikleri teröristlerle kucaklaşmak!
İstediklerini harfiyyen yerine getirmek!
Onları affetmek ve arzuları doğrultusunda hareket etmek!
Onları içselleştirmek!
Oysa istenen teslimiyetin sonu, asla gelmez!
Ama – Allah göstermesin- Türkiye tükenir, onların istekleri hiç tükenmez!
Halbuki:
Tavizle mavizle, kat’iyyen bir yerlere varılmaz! Ne boş hülya!
Bu şekilde, Türk Devleti önündeki engeller, aşılmaz asla.
X
Fakat ne hazin ki, kimi aydınların kafalarının içi fethedilmiş. Onlar, yabancıların bakışlarını bakış. Yorumlarını yorum. Düşüncelerini düşünce olarak kabul etmişler. Sorgusuz sualsiz ecnebilerin etkin havasına girmişler.
Bu kafalar, vatan sathını savunabilir mi? Böyleleriyle istikbale kanat açılabilir mi? Kaldı ki, kafalarının içine girilmiş insanların, ülkelerine girmek çok kolayken.
Çünkü kafanın içinde kaybedilen bir dâvâyı, meydanda haydi haydi kaybetmek muhakkak ve mukadderdir.
X
Öyleyse, sözde Doğu ve Güneydoğu halkı adına kalkışma içinde bulunan teröristlere aman vermemeli.
Çünkü gereken yaptırımı bir kenara iterek ve terörü hafife alarak, terör yok edilemez. Zira Ziya Paşa’nın dediği gibi:
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdîr
Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir.”
X
Ayrıca, Batı’nın bunda dahli / rolü ve karıştırması ve kışkırtması yokmuş gibi soruna bakarak da, bir yere varılamaz.
Velhâsıl Bataklık Batı’dadır. O üfleyiş durdurulmadıkça, terör ordan ümit kesmedikçe, terörün önü alınamaz. Çünkü Batı üflüyor, ayrılıkçılar oynuyor Türkiye’de.
X
AB, önce sorun çıkarttırıyor. Sonra da suret-i haktan görünerek, soruna karşı güya çare gösteriyor.
Öyle çareler ki, her zaman sorun doğurganlığı ile mâlûl / illetli ve hastalıklı.
Yani sorulmak isteniyor Türkiye’ye:
– Kırk katır mı, kırk satır mı?
X
Beğen beğendiğini, şayet, sence kurtuluş bu ise
Seç seçebildiğini, eğer, barışı sunuş bu ise