Tanıdık Kitaplar – I

106

“Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar” kitabının orijinal adı ‘Nomads and Ottomans in Medieval Anatolia‘. İmge Yayınları’ndan Müfit Günay çevirisiyle 2000 yılında yayınlandı. 235 sayfa olan kitap, 4 bölümden oluşmaktadır. I.Bölümde; Osman’ın Çadırı ve Osmanlı Hanedanı, II.Bölümde; Osmanlı Kanunları ve Göçebe Geleneği, III.Bölümde; Axylon’un At Çekenleri, IV.Bölümde ise Sonuç, Ekler ve Kaynakça yer alır. Bu bölümde ayrıca Akşehir ve Karaman Çepnilerinin yani At Çeken konar – göçerlerinin Tapu – Tahrir Defterlerindeki ayrıntılı geçim istatistikleri yer alır. Kaynakça kısmı oldukça zengin olup 72‘si yerli, 216‘sı yabancı, toplam 300‘e yakın kaynak sıralanmıştır.                         

Yazarı Rudi Paul LİNDNER, Michigan Üniversitesi‘nde Ortaçağ Tarihi hocasıdır. Bu kitabın temeli California Üniversitesi‘nde 1976‘da tamamladığı doktora tezidir. Daha da geliştirerek 1983‘de yayınladığı ‘Nomads and Ottomans in Medieval Anatolia‘ adlı eseri en çok ses getiren eseridir.

Lindner, 1969 ila 1972 yılları arasında Türkiye‘ye gelerek Prof. Dr. Nejat Göyünç‘ün danışmanlığında lisans öğrencisi olarak arşiv çalışması yaptı. 1978‘de tekrar İstanbul‘a gelerek arşiv belgelerini okumaya devam etti. En son çalışması olan ‘Explorations in Ottoman Prehistory‘ adlı kitabı Ayda Erol‘un çevirisiyle ‘Osmanlı Tarihöncesi‘ adıyla yayınlandı. ‘Söğüt’ten İstanbul’a‘ adlı derleme çalışmasında da Lindner‘in araştırmalarına yer verilmiştir.

İçerik olarak kitaba gelirsek sıra dışı bir eser. Temel yaklaşımları zorluyor ve rasyonalist bir kurgu geliştiriyor. O da şu: Devletlerin yada en azından Osmanlı‘nın kurulması, yükselmesi inanç ve ideallerin misyonu gereği değil temel ihtiyaçların sosyal şartları belirlemesi sonucudur.

İdealize kurgular değil, pratize olgular.. Anlaşılması bâbında şöyle de örneklendirilebilir: ‘Çağrı‘ , ‘Haç İçin‘ filmi yerine ‘Temel İçgüdü‘ filmi.. Kutsallık değil, doğallık.. Felsefe değil, fıtrat..

  • Lindner, üretim biçimleri ve sınıf çatışmasını tarihi olayların açıklanmasında

temel alan Marksist bir bakışla hem göçebelerle yerleşikler arasındaki mücadeleyi hem de mezhepler arasındaki çatışmaları değerlendirmeye almıştır. Hatta o kadar ileri gitmiştir ki Hz. Âdem’in iki oğlunun kavgasını bile çiftçi olan Kabil‘le göçebe olan Habil‘in kavgası diye açıklar (sh.11). Mesele temelde iktidar veya üstünlük mücadelesidir ama bunun dinamiği sınıf kavgası mıdır ve tarih bunun belgeseli midir? Yoksa daha karışık ve daha çok sesli midir?

  • Annales‘çi bir yaklaşımla ortaya yöntem üzerine yeni bir deneme koyduğunu

bilen Lindner, eserinde öncelikle adaşı Paul Wittek‘i ve nazariyelerini çürütmeye adar. Wittek‘in Osmanlı Devleti‘nin kuruluşuyla ilgili tüm açıklamaları İslâmî Kutsal Savaş (cihad) ekseni üzerine oturtmasını ele alır ve Osmanoğullarının gerçek tutumlarının din ateşiyle beslenen bir ideolojiyle uyum göstermediğini (sh.8); kutsallık örgüsünün sonradan, imparatorluk ideolojisine dönüştüğü 15. yy’da eklendiğini (sh.50) ifade eder.

  • Anadolu‘daki Türkmen aşiretlerinin kan değil ortak siyasal çıkarlar üzerine

organize olduğunu beyan eden Lindner, onların yaşam biçimleri ve beklentilerinin, eski Bizanslı çiftçiler ve kent halkının bıkkınlığının, göçmen İslâm âlimleriyle yerleşik toplum refahına duyulan özlemin bir bileşkesi olarak Osmanlı toplumunun oluştuğuna dikkat çeker. Ama yerleşikliğin bu rahat ve huzurunun, göçebelerin yerleşik olmayışı potansiyel tehlikesini bertaraf etmesi kayd-ı şartıyla hayat bulacağı düşüncesinin devlet bürokrasisine hâkim olduğunu da ekler.

  • Lindner‘in İngilizce ‘nomad‘ olarak tarif ettiği Türk göçebeliği yine kendi

ifadesiyle ‘pastoralist‘ diye tarif ettiği modern konar – göçerlikten de izler taşır (sh.7). Oysa Ortaasya‘dan Anadolu‘ya ve geçmişten günümüze Türk göçerliği, yarı göçebelik yada daha doğru tanımla konar – göçerliktir. Yani belli menziller arasında yaylak – kışlak hayatıdır, sürekli bir yer değiştirme ve arayış değildir. İlâveten; yerleşiklik medenilik, göçebelik barbarlık olarak kategorize edilir. Oysa ilk kanı döken Kabil, Lindner‘e göre bir yerleşiktir. Bu bahislerde Lindner‘in klasik görüşlerin etkisinde kaldığı söylenebilir. Lâkin eserin genelinde devrimci ve değişik aynı zamanda da akılcı ve başarılı bir analizatör tarihçi olarak karşımıza çıkar.

E – BÖLÜMLER

1.Bölüm – Osman’ın Çadırı, Osmanlı Hanedanı

Bu bölümde bir göçebe aşiretten kallavi bürokratik düzenlemelerin yer aldığı yerleşik oluşuma dönüşüm anlatılır. Arada da Wittek‘in ‘Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu‘ adlı eserin iktizasınca kendi kutsallık anlayışını Osmanlı‘nın kuruluşuyla tevhid ettiğini Lindner, ‘Fikirler eylemi ateşler‘ diyerek anlatır (sh.21).

Ne Osman ne de Orhan Bey‘in Hıristiyan komşularını dine döndürmeyi çok da önemsemediklerini, 1340‘a kadar Hıristiyan kadıların Osmanlı‘da kadılık yapabildiklerini, daha sonraki yazarların Osman ve Orhan‘ın pragmatik yaklaşımlarını romantize ederek haklılaştırmak/meşruiyet için kullandıklarını iddia eder (sh.22,23). Aşiretle ilgili Namık Kemal‘in mısrasını bilir ve kullanır, burada da – bilip bilmediğini bilmiyoruz – ‘Şeyh uçmaz mürid uçurur‘ atasözü kullanılabilir.

Osmanlıların ilk dönem büyüme sacayağını; ekonomik ve toplumsal ortak yaşam, siyasal kozmopolitizm ve dinsel senkretizm (hoşgörü, çeşitlilik) olarak açıklayan yazar, illa bir gaza düşüncesinden bahsedilecekse bile bunun İslâm‘dan çok Şamanizm savaşçılığı olarak görülmesi gerektiğini beyan eder (sh.26, 27).

Pragmatist göçebelerden akıllı kutsal savaşçılara geçişin ilk Osmanlı bürokrasisinin de temelini atan ulema tarafından kahramanca bir gayretle armağan edildiğini ifade eden yazar; gazâ gibi dışlayıcı bir öğretinin aşiret gibi kapsayıcı bir toplumsal örgütlenmede ve çok kültürlü bir çevrede aynı zamanda hem etkin olup hem de gelişemeyeceğini savunur (sh. 28,29).

Osmanlı‘nın coğrafi olarak (Bitinya) ve idari olarak (fief=tımar) Bizans geleneğini alıp geliştirdiklerini, güven altına alınan avantajlar ve refah kavrandıkça ekonomisine paralel olarak askeri avantaj adına yerleşikliğe geçtiğini uzun uzun anlatan yazar, yerleşik bir orduya geçişi Orhan Bey‘le başlatır (sh.74,75). Zira ‘Bir imparatorluk at sırtında zaptedilebilir ama at sırtında yönetilemez‘. Osmanlı‘yı iktidara bir göçebe kalabalığı getirmedi ve Osmanlı bunu unutmadı. Yazara göre; Bizans‘ın Konstantinopolis için Anadolu‘yu terk etmelerinin verdiği hoşnutsuzluk, yeni gücün (Osmanlı) sunduğu ve va’dettiği avantajlar, Bitinya köy ve kentlerinin eski yerleşiklerine öyle cazip geldi ki onlar da Osmanlı oldular, olmak istediler (sh.84,85).

2.Bölüm – Osmanlı Kanunları ve Göçebe Geleneği

Bu bölümde, Osmanlı rüyasının çiftçiler ve tüccarlar için olduğu, göçebeler için olmadığı ve Osmanlı oluşumunun yaratılmasına ortaklık etmiş göçebelerin şimdi bu oluşumun istenilmeyen tebaası oluşları ile göçebelerin alternatif arayışları anlatılır. Yerleşik toplum rüyasına karşı potansiyel bir tehlike olan hem hareketli hem de bağımsız göçebeleri Osmanlı vergiyle ve kanunla kontrol etmek istedi. Bey seçenler reaya kabul edildi. Resm-i ganem (koyun vergisi), resm-i kara (sabit vergi), resm-i ağıl, resm-i yaylak, resm-i kışlak, resm-i otlak, resm-i duhan bol vergili ve bol cezalı – hatta bad-ı hava gibi bol harçlı – disipline hayat, Yörükleri ya itaat altına almanın ya da bezdirip yerleşikliğe dönüştürmenin yöntemleri oldular. Moğolların bile 100/1 oranında aldığı koyun vergisini önce 10/1’e, nihayetinde de 2 koyuna 1 akçe‘ye değin yükselttiler. Hep alan el Osmanlı‘nın kendilerine hiç veren el olmadığını gören göçebeler; sosyo-ekonomik çıkış olarak önce Timur‘a, sonra Akkoyunlu‘ya, daha sonra da Safevî‘ye sarılacaktır.

3.Bölüm – Axylon’un At Çekenleri

Bu bölümde, Konya Karaman‘daki (Lârende) At Çeken Yörükleri Osmanlı defter kayıtlarıyla birlikte incelenir.  AkşehirKarapınar arasındaki Turgud, Bayburd, Varsak gibi aşiretlere mümkün olduğunca içerden bakılarak siyasi tercihleri aktarılır. Onlar için en önemli kaynak; 480 beyit şiirden oluşan ve 1814‘te elyazması tamamlanan DEDİĞİ SULTAN MASALLARI’dır. Eser, yazarı Şikârî‘nin bir vakayinamesidir. Teknik anlamda fazla bir bilgi vermemesine rağmen 15.yy. Anadolu tarihine bakan Karaman yanlısı tek kaynaktır yada Karaman bakış açısıyla yazılmış bir destandır.

Bu bölüm aynı zamanda Osmanlı defterlerinin onların adamlarını, hayvanlarını, otlaklarını, yerleşimlerini ve mali yükümlülüklerini koyunun kuyruk yağının vergisine varıncaya dek sıraladıkları, aşiretlerin içine nüfuz ederek alttaki boy başkanlarıyla ilişkiye girerek güçlerini kırmak için yapılanları anlatan bölümdür.

4.Bölüm – Sonuç

Sonuç bölümünde, baştan beri tüm anlatılanlar birleştirilir ve kanaatler pekiştirilir. Karaman ile Safevî karşılaştırılır. Karaman devlet geleneğinin Osmanlı‘dan farklı olmadığı oysa Safevîlerin bir göçebe cenneti olduğu vurgulanır. Hatta Osmanlı’nın meşhur rüyasıyla Safevî rüyası mukayese edilir. Rumlu aşiretinden Dede Muhammed‘in rüyası Osmanlı‘ya nazaran daha militarize ve kılıç kutsayıcı bir formdadır. Gizli imam, kırmızı donanım, günahsız bir Mehdinin gelmesi gibi ezoterik kavramlarla doludur (sh.167). Bu rüyada da yeşil otlaklar boldu ve güller, laleler vardı. Ama Şiî/Alevî rüyası mücadelenin ve şehadetin rüyasıydı, bürokrasi ve başarının değil. Oysa Osmanlı rüyası, dünya üstünde güvenli ve istikrarlı bir yönetim yaratmaya ve korumaya yönelikti.

Aşiret temelli bir örgütlenme olan Safevîlerin, Osmanlı ve Karamanlı yapısındaki klasik İslâm’ın İranlılaşmış bürokrasisini değil KarakoyunluAkkoyunlu konfederasyonları yoluyla Anadolu‘ya giren Moğol geleneğini model aldığını ifade eden yazar, ‘Bursa’daki tören koyun sürüsü, şimdi İstanbul hayvanat bahçelerinde‘ diyerekten ironi yapar (sh.169,170).

Osmanlı vergi kayıtlarını sadece yerleşikliğe geçiş ve tebaalaşma süreci tanıkları olarak değil yerleşiklerle göçebeler arasındaki mücadelenin silahları olarak gören yazar, Osmanlı’nın toplumsal düzeni ve refahı için sapkın gördüğü göçebeleri zamanla din için de sapkın ilan ettiğini söyler. Yani Şahkulu isyanıyla müşahhaslaşan mezhep kalkışmasının aslında devam edegelen iktidar savaşının bir süreci olduğunu beyan eden Lindner, konuyu tekrar ‘Yerleşik çiftçi Kabil, çoban kardeşi Habil’i öldürdü‘ cümlesine bağlar ve bir gurupla diğerlerinin tarihteki kavgalarının sürüp gideceğini işaretleyerek bitirir.