Prof. Dr. Ümit Özdağ “Birlikte yaşamak veya savaşarak tükenmek” başlıklı yazısında Türkiye’nin içinde bulunduğu siyaset ortamının geleceğimiz üzerinde nasıl belirleyici izler bırakabileceğinin bir analizini yapmış. İşte o yazıdan bazı tespitler:
1- Her gün kendi ülkesinin geçmişini, üstelik haksız şekilde yargılayan, mahkûm eden ve aşağılayan bir yaklaşımın, toplumun üzerinde uzlaşacağı bir gelecek kurması mümkün değildir.
2- Bugün devam eden süreçte ne yazık ki, muhalefette “elime geçen ilk fırsatta bütün bunların intikamını alacağım” düşüncesini beslemektedir. AKP Hükümetinin şimdilik “Dersim’den başlayarak 28 Şubat’a kadar uzanan süreçte geçmiş ile hesaplaşma ve geçmişin intikamını alma” yaklaşımı, geleceğin intikam duygularını beslemektedir.
3- Eğer bir toplum ve siyaset bu kadar derin ve özünde intikamcı çizgiler ile bölünmüş ise dış dünyanın böyle bir topluma müdahale etmesi, yönlendirmesi de kolay olmaktadır.
4- Geçmiş ile kavga etmeden uzlaşmayı sağlayan toplumlar enerjilerini geleceği kurmak için kullanmaktadır. Türkiye’nin birbirinden nefret eden değil, birbiri ile rekabet eden bir siyaset anlayışına ihtiyacı vardır.
5- Nefret ve intikam üzerine kurulu siyaset anlayışı, “iç düşmanlara” karşı “dış dostlar” ile ittifakı kolaylaştırmaktadır. Bu durum “dış dostları” Türkiye’de müttefik seçerken rahatlatmaktadır. Örneğin 28 Şubat’ın ve Ergenekon sürecinin “iç düşmanları” farklıdır ancak dış dostu sabit kalmıştır.
6- Bu ülkenin gerçek bir çıkış zeminini yakalaması “iç düşmanların” dış dostlardan daha yakın ve tercih edilir olduğunu anlamasına bağlıdır. Bu anlaşıldığında aslında “iç düşmanların” düşünüldüğü kadar düşman olmadığı ve dönüştürmeden birlikte yaşanabileceği de anlaşılacaktır.
Prof. Dr. Ümit Özdağ ciddiye alınması gereken bir bilim adamı. Siyasi analizleri her kesim tarafından dikkatle izlenen Özdağ, iktidar tarafından olmayanların olayları okuması ile iktidar yandaşlarının çok farklı olduğunu gözlemleyerek, “iç düşman” yaratılmasının risklerine dikkat çekiyor.
******
Can Dündar “AKP’nin 28 Şubat’ı” başlıklı yazısında, iktidar yandaşlarının “ileri demokrasiye geçiş”, “tarihimizle yüzleşmek”, “vesayetten kurtulmak” olarak tanımladığı gelişmelere muhalefetin bakış açısını yansıtıyor:
28 Şubat’ta asker siyasete müdahale ediyordu. Şimdi polis ediyor. Silah siyasetten çekilmedi; sadece el değiştirdi.
28 Şubat’ta medya, askerden korkuyordu. Şimdi hükümetten korkuyor. Medya bağımsızlaşmadı, efendi değiştirdi.
28 Şubat’ta Genelkurmay, dinci işletmeleri batırmaya çalışırdı. Bugün de muhalifler iktisadi baskı altına alındı. Ekonomi özerkleşmedi; sermaye el değiştirdi.
28 Şubat’ta insanlar “irticacı” yaftasıyla ordudan, medyadan, politikadan kovulurdu, şimdi “Ergenekoncu” yaftasıyla kovuluyor, yargılanıyor, hapsediliyorlar. Yaftalama âdeti değişmedi; yafta değişti.
28 Şubat’ta dindarlara seks tuzakları kurulur, özel hayatları afişe edilirdi; bugün dindarlar kuruyor seks tuzaklarını… Tuzak aynı tuzak; avcıyla av, yer değiştirdi.
28 Şubat’ta asker, irtica ile mücadele için eğitim süreleriyle oynamıştı. AKP de kendi hedefi için eğitim süreleriyle oynuyor.
28 Şubat, toplumu dizayn etmek, tek tip gençlik yaratmak istiyordu. AKP de aynısını istiyor.
28 Şubat’ta hukuk tamamen siyasallaşmıştı. Bugün hukuk yine emirle hareket ediyor; sadece emri verenler değişti.
28 Şubat, “skandal kaset”ler, fişlemeler, andıçlar, usulsüz dinlemelerle tam bir cadı avıydı. Bugün aynısı devrede… Cadı değişti; av geleneği değişmedi.
Yani AKP, 28 Şubat sürecinde karşı çıktığı ne varsa, beterini hükümette kendisi yaptı.
Ama bu iktidarın 1000 yıl süreceği zannıyla susan, alkış tutan, teslim olan, boyun eğen, göze girmek için kelle verenler şunu aklında tutmalı: Asker, “28 Şubat 1000 yıl sürecek” demişti; 10 yıl bile sürmedi.
AKP, 28 Şubat’çıları örnek alarak kendi kuyusunu kazıyor. Başbakan “28 Şubat’ı yapanlar artık yok ortada, mağdur ettikleri ise ayakta” diyor.
Bugünün tahakkümcüleri için alınacak bir ders yok mu burada?..
*****
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın açıklamasından anladığımız kadarıyla AKP, Can Dündar’ın tasvir ettiği algının kendisi için zararlı olduğunu fark etmiş gibi.
Babacan, “Gerçek anlamda hukuk devleti olmayan bir Türkiye’nin, dünyanın en büyük 10 ekonomisinden birisi olmasının da hayal olduğunu” söyleyerek şunları kaydetti:
“Yargı sürelerinin mutlaka kısalması gerekiyor. Ya adalet yerine gelmediği için insanların hayatı kararıyor ya da insanları tutuklayıp içeri atıyorsunuz, yıllarca kendileri hakkındaki hükmün ne olacağını bilmeden hapislerde duruyor insanlar. Hapishanelerimizde 140 bin kişi var bunların büyük bölümü tutuklular. Hükümlü değil. Daha ne olacağı belli değil karar çıkmamış haklarında. İnsanların hayatı kararıyor.”
Böyle birkaç demeç ve iki gazetecinin tutukluluk halinin sona ermesinin “AKP’nin 28 Şubat’ı” algısını değiştirmeye yetmeyeceği kanaatindeyim. Daha köklü ve inandırıcı bir tavır değişikliğine ihtiyaç var. Karşı tarafın vicdanlarına kazınan mağduriyet ve intikam duygusunun kolay silinmeyeceğini en iyi AKP’yi yönetenler bilir.
Bu sebeple intikamlarından çekinilen “iç düşmanların” şerrinden korunmak için “dışarıdan dostların” himmetine sığınmak durumunda kalan bir iktidara sahip olmak bir ülke için en büyük zafiyettir.
AKP iktidarının “iç düşmanların dış dostlardan daha yakın ve tercih edilir olduğunu anlayacağını” ümit ediyorum. Zira ülkemizin de, AKP’nin de, demokrasimizin de geleceği buna bağlı.