1975 – 1977 yılları. Güneydoğu’da D.Ö.Lisesi’nde öğretmenim. Okulda sık sık hadiseler oluyor. Sebepleri beş on yıl evveline kadar inebilen olaylar birbirini kovalıyor. Bilerek bilmeyerek yapılan çeşitli telkinatlara maruz kalan talebeler kamplara ayrılmış ve adeta birbirlerine düşman kesilmişler. En küçük bir fırsat ve bahanede talebeler hemen, anında iki büyük kitleye ayrılıyor, bir anda kurşun gibi taşları birbirlerine yağdırıyorlardı. Neye uğradığını şaşıran nöbetçi öğretmen, hemen telefona koşar, toplum polisini çağırırdı. Vilayet merkezi 45-50 Km’lik bir yol. Polisin gelmesi bir saati bulurdu. Bu zaman zarfında çok kritik anlar yaşanır. Talebenin birbirine girmesinden korkulurdu. Nöbetçi öğretmen her an linç edilme endişesini taşırdı. Çünkü bir müddet evvel bir öğretmen linç edilmekten güç bela kurtulmuş, aylarca hastanede yattıktan sonra, ancak hayata dönebilmişti.
Bütün bu olaylar, velilerde tedirginlik doğuruyor, onları huzursuz ediyordu. Herkes çocuğunun başına bir şey gelmesinden endişe içindeydi. Bu halet-i ruhiye içindeki veliler; idarecilerle konuştuklarında, halkımızın hayati bir keyfiyeti gözler önüne serilmiş oluyor ve bu husus bizleri çok düşündürmüş, pek çok da memnun etmiş bulunuyordu. Çünkü olayların çıkmasında rol sahibi olan, talebeyi eyleme sevk edip, öğrencilere taşkınlık ve boykot yaptıran elebaşılar; velilerine, kendilerinin masum olduklarını, olay çıkarmadıklarını, aksine saldırıya kendilerinin maruz kaldıkları yalanını söylüyor, karşı tarafı suçluyorlardı. Yaptıklarının ise, nefis müdafaası olduğunu onların yani ana-babalarının inanç, örf ve an’anelerine bağlı oldukları için, kendilerine saldırıldığını ve bu yüzden bu olayların çıkarıldığını belirterek, ana-babalarına suret-haktan yani şirin ve masum bir görüntü veriyorlardı!
Hemen belirteyim ki, bazı öğrencilerin, görünüşte, ailelerine yani içinde bulunduğu topluma ters düşmek istemeyişleri ve bundan mümkün mertebe kaçınmaları, halkımızın her türlü kargaşadan nasıl beri ve uzak olduğunu gözler önüne sermesi bakımından dikkate şayan bir husustur.
Halkımız ise; saf, temiz ve inançlı olduklarından, çocuklarının olaylar karşısındaki durumlarına ve disiplin kurulunca verilen cezalar karşısında şaşırıyorlar ve suçsuz sandıkları çocuklarına verilen disiplin cezalarına karşı haklı bir infial gösteriyorlardı. Tabi onlara gerçeğin, sandıklarının tam aksi olduğu söylenince de, hayretten hayrete düşmekten kendilerini alamıyorlardı.
Netice olarak, halkın bütün bu hadiselerin ne kadar dışında ve uzağında, kendi iş ve güçleriyle meşgul oldukları. Öğrenciler; yaptıklarının, ailelerince doğru bulunmayacaklarını ve onlarca adeta aforoz edileceklerini bildikleri için, ana-babalarını ters yönde bilgilendirdikleri, böylece ortaya çıkmış oluyordu.
Zaten devletimizin en büyük avantajı; halkımızın her şeye rağmen ağır başlı, vakarlı ve sabırlı oluşu, sokaktan asla bir medet beklememesidir. Bunun da temelinde, devlete karşı gelmemek gibi bir inanç unsuru yatıyor. Nitekim halkımızın her fırsatta “Allah devlete, millete zeval vermesin.” demesi, bunun bilincinde olduğunun göstergesidir.
Böylece, halkımız Şair’in:
“Anlar ki verir laf ile dünyaya nizamat
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde”
Diye vasfettiği kimselerden, ne kadar uzak olduğu, bir kere daha anlaşılmış oluyor.
X
Bugün de halkımız; kendisine rağmen, güya kendisi için yapıldığı söylenen ve bu uğurda estirilen her türlü terör eylemini asla tasvip etmiyor ve kat’a onaylamıyor. Nitekim bunun emareleri basına aksetmiş olup, bir müddet aksetmeye de devam edeceğe benziyor.
208 – 209