Irak’ta, Amerikan işgal kuvvetlerinin çekilmesinden sonra, iç savaş beklentisi haberleri hayatiyet kazanmış bulunmaktadır.
Bu beklenti, aynı zamanda dokuz yıldır casusluk faaliyetleriyle yürütülen sabotajların, bombalamaların, suikastların ve kitlesel kıyımların üstünü de örtmektedir. Sanki işgal süresince Irak’ta güvenlik sorunu yokmuş gibi, bir imaj inşa edilmeye çalışılmaktadır.
İç savaş beklentisi ve bu beklentiye bağlı olarak emperyal güçlerin, Irak’taki piyonlarını devreye sokması, savaş kışkırtıcılığı için atılan adımlardır. Irak Başbakanı Maliki’nin tam da böyle bir dönemde İhvan-ı müslimin hareketinin siyasi kanadından Tarık Haşimi’yi tutuklamaya çalışması, bu süreçle ilgili olarak başlatılan bir adımdır. Benzer çekişmeler muhtemelen diğer gruplar arasında da önümüzdeki günlerde yaşanacaktır.
Bu makalede, Irak’ta otuz yıldır yaşananların genel çerçevesini göz önünde bulundurarak, “beklenen iç savaş” ın gerçekleşme ihtimali üzerinde duracağım. Bu ülkede iç savaşın çıkmasını engelleyen değerler ve savaşın olmasını teşvik eden muharriklerin neler olduğunu açıklamaya çalışacağım.
Üç tane Irak var. Birincisi işgalin ve otuz yıllık savaşın acılarını, sıkıntılarını, korkularını, kayıplarını ve dehşetini yaşayan halkın ülkesidir.
İkincisi, medya iktidarlarının ve uluslararası güçlerin senaryolarının ustaca sahnelendiği casusların ülkesi durumunda olan Irak’tır.
Üçüncüsü ise geleneksel İslami zihniyetin ve kazanımların bilincinde olan insanların yaşadığı ülkedir, Irak.
Irak’ta otuz yıllık savaş süreci 1979′da Saddam Hüseyin’in İran İslam devriminden sonra İran’a saldırmasıyla başladı. Irak’ın birinci yüzü bu tarihten itibaren şekillenmeye başladı. Bu savaşta İran ve Irak yıllarca acımasız bir şekilde şehirleri bombaladılar, sivil halka saldırdılar, hatta Halepçe’de olduğu gibi kimyasal silahları dahi kullandılar. Sonuçta her iki ülke de savaşı kayb ederek ateşkes anlaşması imzaladı. Her iki tarafın da yenildiği bir savaş oldu. Liderlerin hırsları halkın canının kıyılmasına ve malının heder olmasına neden oldu.
Irak otuz yıllık savaşın ikinci dönemini Kuveyt’i işgal ederek başlattı. Henüz İran savaşındaki kanlar durmamışken, Irak halkı ikinci bir savaşa girdi. Bu sefer Suudi Arabistan, Körfez emirlikleri ve onların hamisi durumunda olan Amerika’nın başını çektiği Batı itilafı ile savaşmaya başladı. Adı, Birinci körfez savaşı olarak konan bu savaş, İran-Irak savaşı gibi uzun sürmedi. Irak’ın yenilmesiyle sıcak çatışmalar kısa sürede bitti. Ancak fiili savaş dolaylı olarak devam etti.
Birinci körfez savaşında, akıllı silahlar, teknoloji harikası füzeler ve ileri teknolojilerle donatılmış muharip ekipler, Amerika’nın liderliğinde kurulan İtilaf kuvvetleri tarafından kullanıldı, denendi. Sanki bu savaş yeni geliştirilmiş silahların gösterimi ve tanıtımı amacıyla yapılmıştı. Füzelerin, menzillerinden fırlatılması ve hedeflerini vurması etkili bir şekilde fotoğraflandı, televizyonlarda canlı olarak kitlelere gösterildi. Ölüm ve yıkım ikinci planda kaldı. Silahların gücü üzerinde duruldu. Medya birkaç hafta süren bu savaşta, günlerce askeri teknolojilerin etkisi ve önemi üstünde durdu. Savaş medyatik ikonalarla canlandırıldı. Gösterimde tutuldu. Dünya ilk defa bir savaşı canlı olarak izledi. Kitlesel kıyımlardan ve ölümlerden ziyade, silahların üstün manevra kabiliyetleri sergilendi.
Savaş resmen kısa sürede sonuçlanmakla birlikte, savaşın galipleri olan Amerika ve koalisyon kuvvetleri, kuzeyden ve güneyden Irak’ı kuşatma altında tutmaya devam ettiler. Irak’ın kuzeyini sürekli olarak kontrol ettiler. Irak’a ekonomik ambargo uyguladılar. Çekiç güçle arada bir askeri alanları vurmaya devam ettiler. Kuzeyde Kürtlerin Türkiye’ye olan göçü, savaşın kitlesel etkisini gün yüzüne çıkardı. Bir insanlık dramı yıllarca yaşandı. Bomba atan uçaklar bu sefer ekmek atmaya başladı.
Birinci ve İkinci körfez savaşları arasındaki dönemde, Irak halkı ekonomik ambargoların etkisi altında inledi, durdu. Çocuklar sağlıksız şartlarda doğdu. İnsanlar açlıkla kötü beslenmeyle yüzleşti. Canını kurtarmak isteyen Iraklılar yurt dışına göçtü. Birçok Iraklı mülteci oldu. Bu arada önceki iki savaş sürecinde Saddam Hüseyin’le karşı karşıya kalan Iraklı siyasetçiler ülkeyi terk etti. Komşu ülkelere sığındı. Amerika’nın liderliğini yaptığı koalisyon kuvvetlerinin karargâhlarıyla temasa geçti. İngiltere’nin, Amerika’nın ve muhtelif ülkelerin himayesine girdi.
Irak halkı savaşın acılarını düşünecek zaman bulamadı. Çünkü hayatta kalan Iraklılar üzerindeki tehditler, devam etti. Her bir Iraklı denizde dolaşan küçük balık sürüsü gibi canını köpek balıklarından kurtarmak için yoluna devam etti. Arkasına bakamadı. Kim öldü, kim kaldı? Bunu merak edecek vakit bile bulamadılar.
Bu şartlarda ikinci körfez savaşı başladı. Irak’ın bazı otelleri ve mekânları yeşil bölge ilan edildi. Bu bölgeler savaşın filmini çekecek olan kameramanlara ve gazeteciler ayrıldı. Teraslara kameralar yerleştirildi. Saddam Hüseyin’in savunma kuvvetleri ve Amerikan koalisyonunun muharip güçleri, güdümlü füzelerle, savaş teknolojileriyle ve uçaklarla saldırılar yaptılar. Ölümler, yıkımlar ve yangınlar beklendiği gibi filme alındı. Tam zamanlı çekimler gösterime kondu.
Halkın ölümü, açlığı ve çilesi, habercilerin dikkatini çekmedi. Bir futbol maçında seyirciler arasında meydana gelen izdihamdan dolayı ölenler, maçı ikinci planda bırakırken, her nedense Irak’ta ölen halk, yeterince haber konusu yapılmadı. Maçtaki rakiplerin savaş manevraları, kıvraklıkları, şutları ve ölüm kusan makineleri, ön planda tutuldu. Böylece sadece bombaların etkisinden, füzelerin üstün teknolojik kabiliyetlerinden, helikopterlerin saldırı gücünden, savunma füzelerinin havadayken saldırgan füzeleri etkisiz hale getirebilmesinden haberdar edildik.
İkinci körfez savaşı da kısa sürdü. Savaş başta planlandığı gibi, bir ay gibi kısa bir sürede, Amerikan koalisyon kuvvetlerinin mutlak galibiyetiyle sonuçlandı. Irak’ın resmi yönetimi, koşulsuz teslim olma fırsatı bile bulamadı. Sanki ortada bir devlet ve ordu hiç yokmuş gibi, İtilaf kuvvetleri doğrudan doğruya ülkeyi yönetmeye başladı. Eski dönemden kalma savaşçıları bulma ve ele geçirme umuduyla, girmedik ev bırakmadılar. Kadınların gözlerinin önünde erkeklerine çırılçıplak bir vaziyette işkence ettiler. Hiçbir evin mahremiyetine saygı duymadılar. Hepsini silahlı bir şekilde elden geçirdiler. Direnenleri, karşı koyanları Ebu Garip hapishanesi gibi mekânlarda topladılar. Onlara ölmekten beter işkenceler uyguladılar. Yapılan işkenceleri fotoğraflayıp sosyal paylaşım sitelerinde ve televizyonlarda yayınladılar.
İşgal altındaki Irak’ın özelliklerinden bir kısmı bunlardır. Bunları, bizler anlatırken, Irak halkı yaşadı. Iraklılara, bu otuz yıllık savaşa nasıl katlandınız, diye sorduğumuzda, sanki hiçbir şey hatırlamıyorlar gibi duruyorlar. Ne ölen kocalarından, kardeşlerinden, oğullarından, ne yıkılan evlerinden, ne de kaybolan komşularından bahsediyorlar. Her biri hala can derdindedir. Bitmeyen bir işkencenin mahkûmları gibi davranıyorlar. Ölüme, işkenceye, bombalara, silahlara alışmışlar. Bunların hepsi onlara fazlasıyla tanıdık ve alışık gelmektedir. Kim olduklarını dahi unutmuşlar. Ciddi bir hafıza kaybı içindedirler.
İşte bunlar yukarıda sıralamanın başına koyduğum Irak’ın birinci yüzüdür. Hafıza kaybı, bilinç kaybı ve kimliksiz bırakılan insanların ülkesi olmuş, Irak. Hiç kimse ölümlerinin, acılarının ve kaybolmuş canlarının yasını, tutma imkânı bulamamış. Ölümlere, cinayetlere ülfet sağlamışlar, ağıt bile yakmayı unutmuşlar. Kerbela’nın, Şehrazat’ın ve Fuzuli’nin ülkesinde insanların ağıt yakmayı unutmuş olması, hiç kimsenin aklına gelmezdi.
Irak’ta son otuz yılda yaşananlarla ilgili ciddi bir anlatı bile mevcut değil. Onların en önemli destanları hala Kerbela faciası ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında Iraklı mücahitlerin Osmanlı saflarında İngilizlerle girdikleri mücadelenin hikâyeleridir. Garip bir şekilde son otuz yıldır yaşadıkları acıları anlatamıyorlar. Sosyal travma ve hafıza kaybı denilen şey, bu ülke halkının her şeyini almış götürmüş. Irak’ın bu yüzü duyarsızlaşmış, hafıza kaybına maruz kalmış, varoluşunu fark etmeyen kitlelerden oluşmaktadır.
Irak’ın ikinci yüzü ise çok daha ilginç tartışmalara ve olaylara tanıklık etmektedir. Bu ülke’de her gün faili bulunmayan çok sayıda cinayet işlenmektedir. Arabalar patlatılmaktadır. İbadet üzerinde insanlar öldürülmektedir. Sokakta yürüyenler ve çocuklarına bir parça ekmek götürmek için çarşıya çıkanlar, kitlesel cinayetlerle kurban edilmektedir. Ölüm o kadar çoğalmış ki, artık kimin öldüğünü, kimse merak etmiyor. Kimse de cinayetlerle ilgili bir inceleme yapma ihtiyacı duymuyor. Irak’ın bu ikinci yüzü bir ay süren resmi savaştan sonra başlamış. Dokuz yıldır işgal devam ediyor. Ancak ölümler, cinayetler, kitlesel kıyımlar bitmiyor.
Irak’ın bu yüzünü çeteler, rüşvetçiler, casuslar, kitleleri dolduruşa getirme alanında uzmanlaşmış karanlık liderler ve özel güvenlik teşkilatlarının uzantıları oluşturmaktadır. Bu gruplar hiçbir yerde olmadığı kadar serbest hareket etmektedir. Bazen resmi Irak güvenlik kuvveti oluyorlar, bazen de terörist oluyorlar. Sanki bütün bir Irak halkı, Alamut kalesindeki Hasan Sabbah’ın fedailerine dönüşmüş. Resmi ortamlarda, işgalci Amerikan kuvvetleri için “Vefa Töreni” düzenleyenler, gayrı resmi ortamlarda biri birlerine kurşun sıkıyorlar. Resmi Amerikan işgalinin bittiği bu günlerde, Irak’ta siyaset kulislerini bu grupların karanlık uzantıları doldurmaktadır.
Irak’ın bu ikinci yüzü, her şeyin bir arada olduğu post-modern kaosun tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Hani çoğulculuk olarak tanımlanan grupsal kimliklerin bir aradalığı denilen şey; bu ülkede tam bir gerçekliğe dönüşmüş. Karşı kimlikler sanal ortamlarda ve sosyal paylaşım sitelerinde müstear isimlerle belirginleştirilmekte. Çarşılarda, toplantılarda, ibadet mekânlarında ve kulislerde, her kes bu uydurulan kimlikleri gruplardan birisine yüklemekte. Şunlar bunu yaptı, ötekiler şunu yaptı, anlamına gelen meçhul cümle kipleri, çok sık kurulmakta. Ortalık ustaların dolaşıma soktuğu kin, nefret ve ön yargı söylemleriyle inlemektedir.
Haberlerin ağındaki bu ikinci Irak, karşıt meçhul güçlerin savaş alanına dönüşmüş. Çatıştığı varsayılan grupların aralarında hiç beklenmedik şartlarda ittifaklar kurulmakta. Grup içi parçalanmalar ve bölünmeler, yıllanmış hatıraları çürütmektedir. Gruplar, durmadan yeni gruplara gebe kalmaktadır. Gruplar karşıt kimlikler inşa etmeye çalışmakta. Bu kimlikler bir iç savaşın altyapısını hazırlamaktadır.
Hz. Ali taraftarlığının yerini grup taraftarlığı almaktadır. Taraftarlık Irak halkı için vazgeçilmez bir duruş olmak üzere, sürekli gündemde tutulmaktadır. Her kes nerdeyse bir grubun “Şiası” olmaya doğru itilmektedir, çekilmektedir. Şia olmak, bu ülkede Ehli Beyt sevgisi veya klasik manasıyla Şii olma anlamında kullanılmıyor. Her neyi seviyorsan onun Şiisi olma anlamına gelecek şekilde dolaşımda tutulmaktadır. Bundan dolayı Sunniliğin şiisi, Baasçılığın şiisi deyimlerine bile rastlanmaktadır. Bir çeşit radikal olma anlamına gelmekte.
Haberlerin ağındaki Irak halkının resmine bakıldığında, Şiiler, Sünniler, Kürtler, Türkmenler ve Keldaniler, bağımsız ve birbirlerine karşıt topluluklar olarak sunulmaktadır.
Duyarsızlaştırılan kitleler, bu şablon kimliklerden birisinin taraftarı ve diğerlerinin karşıtı olmak üzere sürekli dolduruşa getirilmektedir, yönlendirilmektedir. Kamuoyu denilen alanlar, taraftarlık ve karşıtlık bilinçlerini yöneten ustaların yönetimindedir.
Irak’ta açık siyaset yapan otuz üç tane grup var. Bu siyasi grupların temsil ettiği kitleler, çok farklı kesimlerden oluşmaktadırlar. Kamuoyunda her bir grubun bir etnik kültürü temsil ettiği varsayılmaktadır. Ancak gerçek hiç de sanıldığı gibi değildir. Kamuoyunda Suniler, Şiiler, Kürtler ve Türkmenler homojen birer siyasi grup olarak biliniyorlar. Bu topluluklara mensup kitlelerin kendi aralarında siyasal olarak örgütlendikleri varsayılmaktadır. Özellikle Türk kamuoyu konuyu böyle bilmektedir. Ancak Irak’taki fiili oluşumlara bakıldığında durum çok farklıdır.
Şii kökenli olanların bir kısmı milliyetçilerle, Sünnilerle ve liberal gruplarla birlikte siyaset yapmaktadır. Sünnilerin büyük kısmı Şiilerle, Kürtlerle, milliyetçilerle ve liberal gruplarla müşterek siyasi oluşumlar içinde bulunmaktadır. Kürtler, her ne kadar özerk bir bölgede bulunuyorlarsa da onlar arasında da Şiilerle ve Sünnilerle birlikte siyaset yapan gruplar var.
İslamcı hareketlerin uzantıları bütün gruplar arasında yer alıyorlar, gruplar arasında köprü vazifesi görüyorlar. Mesela İyad Allavi’nin başkanlığını yaptığı Irak listesi; Sünni, Şii, Kürt ve Türkmen gruplardan oluşmaktadır. Liberal değerlere vurgu yapmaktadır. Irak parlamentosunda 91 sandalyesi var. Hareket 1991’de Birinci Körfez Savaşı sürecinde Ayad Allavi tarafından Londrada Irak Ulusal Uzlaşma Hareketi adı altında Baas ve Saddam Hüseyin karşıtı bir parti olarak faaliyetlerine başlamıştır. Saddam Hüseyin’in ordudan ve güvenlik birimlerinden attığı eski bürokratların ve generallerin kuruculuğunu yaptığı bir oluşumdur. Başbakan yardımcısı, Salih Mutlik, Cumhurbaşkanı yardımcısı Usame Necefi, Kalkınma ve Islahat hareketi genel sekreteri Cemal Kerbuli gibi liderler bu grupta yer almaktadır.
Irak’ta İslamcı partilerin en eskilerinden birisi, 1957 yıllarında temelleri Muhammed Bakır Es-Sadr tarafından atılan İslama Davet Partisidir. Davet partisi, arap milliyetçiliği, sosyalist, liberal ve sekülarist ideolojilere karşı islami bir fikir hareketi başlatmak üzere kurulmuştur. Bu oluşum, Mısır’da aynı yıllarda Seyyid Kutup ve arkadaşlarının öncülüğünü yaptıkları İhvan-ı Müslimin hareketinin Irak ve Şiilik versiyonunu oluşturur. Hareket İran İslam Devriminden sonra İran’a yaklaşmış olmakla birlikte, daha sonra ideolojik farklılıklardan dolayı İran’la uyuşmazlık içine girmiştir. Bu uyuşmazlık bu gün hala etkisini muhafaza etmektedir. Irak’ın şiileri din adamlarının “velayet-i fakih” sıfatıyla yönetim üzerinde teokratik bir güç olarak kalmasını itikadi olarak sahih kabul etmezler. Bu yönüyle İran rejimi ile ayrı düşerler. Hareket Baas milliyetçiliğine karşı, ümmet merkezli bir duruş sergilemiştir.
Irak İslam Partisi, Irak’ta İhvan-ı Müslimin Hareketi’nin temsilcisi olarak 1940’larda kurulmuştur. General Abdulkerim Kasım döneminde, 1960’ta resmi bir parti olarak siyasi faaliyete başlamıştır. 1968’de Baasçıların yönetimi ele geçirmesinden sonra Parti kapatılmıştır. Partinin yöneticilerinin büyük kısmı tutuklanmıştır. Partinin liderliğini Muhsin Abdulhamit uzun süre devam ettirmiştir. Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık Haşimi partiyi temsilen işgalden sonra Irak koalisyon hükümetine katılmıştır. Hareket Amerikan kuvvetlerine karşı direnişte bulunan El-Kaide uzantısı gruplarca eleştirilmektedir. Onlar partinin faaliyetlerini engelleme girişimlerinde bulunuyorlar. Parti Irak’ın birliğini savunmaktadır. Radikal gruplardan uzak durmaktadır.
Irak’ın siyasi oluşumlarından bir diğeri ise kuzeyde özerk bir yönetim kurmuş olan kürtlerdir. Kürtler, Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Mesut Barzani’nin oluşturduğu Kürt blokunun çatısı altında toplanmış bulunmaktadır. Ancak kabile ve aşiret kültürü bu ikisinin birleşmesini engellemeye devam etmektedir. Ayrıca bölgede kürtler arasında islamcı partilerin de ciddi bir ağırlığı var. İslamcı partiler Irak’taki diğer islamcı partilerle birlikte hareket ediyorlar. Siyaset yapıyorlar. Seçimlerde yelpazeyi geniş tutan gruplar daha çok oy almaktadır. Fanatik ve kapalı gruplara halk beklenen desteği vermiyor. Bundan dolayı parti uzlaşmaları, koalisyonları ve listeleri bloklar oluşturmaktadır.
Irak’ın üçüncü yüzünü ise, gelenksel Irak kültürü oluşturmaktadır. Bu kültür, etnik aidiyetlerin paralel yaşam alanı oluşturmasını ve yaşamasını hoşgörmektedir. Irak halkı, dünya kamuoyunun bildiğinin aksine ve yapılan ayrıştırıcı propagandaya rağmen, birliğini ve beraberliğini koruma çabası içindedir. İslam kardeşliği, anti emperyalizm ve işgal karşıtlığı bilinci halk arasında mevcuttur. Bu kültür bütün etnik gruplar tarafından paylaşılmaktadır. Bundan dolayı, halkın doğrudan doğruya karşı karşıya gelerek bir iç savaşın içine girmesi, bunca emperyal teşvike rağmen şimdiye kadar gerçekleşmiş değildir.
Irak’ta simulasyonlarla dolaşımda tutulan çatışmacı kültürle, otantik şark kültürü bir meydan okuma süreci içindedir. Çağdaş iletişim teknolojileriyle inşa edilen simulasyonlar, etnik kimlikler arasında keskin sınırlar inşa etmeye çalışmaktadır. Haberler, görseller, gruplar arası mücadelelerle ilgili oturumlar ve uluslar arası güç savaşları anlatıları, iç savaşı durmadan kışkırtmaktadır. Buna karşın geleneksel islami kültür, yani klasik şark kültürü, farklılıkların, kimliklerin doğallığı ve insaniliği üstünde durmaya devam etmektedir.
Irak’ın geleneksel kültürünü, Bağdat Üniversitesi Sosyoloji Bölümü hocalarından Profesör Ali Verdi, şöyle tanımlamaktadır: “Irak halkı Osmanlı kültüründen tevarüs eden geleneklere göre yaşamaya devam etmektedir, Osmanlı perspektifiyle küresel ilişkilere ve çekişmelere bakmaktadır. Hala Osmanlı’nın dönüşünü bir umut olarak muhafaza etmektedir… Irak halkı, bedevi kültürden henüz kopmuş değildir… Irak’ta şehirler ve köyler arası rekabet bu kültürden dolayı kan davasına dönüşebilmektedir. Bu kültür kapsayıcı mezhep değerlerinden ziyade dar çerçeveli ve sürekli olmayan geçici çatışmaları ve rekabetleri muhafaza etmektedir….”
Aşiret, grupsal rekabet, küçük çaplı çekişmeler ve eşkiyalık değerleri Irak halkı arasında yaşamaktadır. Bir taraftan tarihi imajların dönüşünü bekleyen bir kültür, diğer taraftan duygusal bilinçten dolayı kolaylıkla profesyonel gizli örgütlere gençlerini kaptıran bir kültür. Bu iki kültür de Irak’ın otantik yönünü oluşturmaktadır.
İnsanlar bu ülkede çok kolay bir şekilde mezhep değiştirmektedir. Bazı aşiretlerin ve kabilelerin halkının yarısı sünni diğer yarısı ise şii olabilmektedir. Mezhepler, kemikleşmiş değildir. Mezhep değiştirme, yadırganan bir durum değildir. Irak toplumu, yüzeyde ve sanal ortamda inşa edilen siyasi çatışmalara rağmen, topluluklar arası etkileşimlere ve gruplar arası geçişlere açık kalmaya devam ediyor.
Özellikle İşgalci Amerikan kuvvetlerinin resmen çekilmesinden sonra, etnik topluluklar arasında bir iç çatışmanın çıkacağı, son günlerde en çok tartışılan ve hayatiyet kazanan haberler olmaktadır. Şunu belirtmek lazım, aslında bunlar sadece haber değildir, aynı zamanda, dokuz yıldır casusluk faaliyetleriyle yürütülen bombalamaları, patlamaları, kitlesel kıyımları ve suikastları, etnik topluluklara yükleme ve aşikarlaştırma çabalarıdır. Bu çabalar sadece haber desteğiyle başarıya ulaşmayacaktır.
Açık siyaset yapan grupların bazı yöneticilerini sıcak savaşa girmeye zorlayacaklardır. Maliki ve Haşimi gerilimi tam da bu amaçla inşa edilmiş bir gerilime benzemektedir. Aksi takdirde suikastlar ve sabotajlar tek başına Irak halkını bir mezhep ve etnik çatışma içine itemeyecektir. Çünkü geleneksel ve klasik kültür bütün halk kesimleri tarafından özümsenmiştir. Zaten dokuz yıllık işgal boyunca olup bitenler bu kanaatimizi doğrulamaktadır.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Irakta geleneksel kültürden ve sosyal yapıdan kaynaklanan çatışma alanları vardır. Bu çatışmaları; kabilecilik, küçük grup çıkarları, eşkiyalık değerleri, kayırmacılık ve mafyavari değerler beslemektedir. Bunlar Irak halkı arasında eskiden beri yaşanan çatışmalardır. Çağdaş manada kamusallaşmış ve kitleselleşmiş etnik çatışmalar değildir. Hadise-i adiyedendir.
Modern manada kamusallaşmış kitlesel etnik çatışmaların çıkma ihtimali o kadar yüksek değildir. Klasik islam kültürü, geleneksel değerler, anti-emperyalis tutumlar halkı kaynaştırmaya ve kardeşlik içinde tutmaya devam ediyor. Simulasyonlarla inşa edilen savaş kültürüne Irak halkı direnmektedir. Karşı kültür muhtemelen kitlesel bir iç savaşın çıkmasına mani olacaktır.
www.haciduran.com