Basının önemli bir bölümünün iktidarın arka bahçesinde dolaştığı, gazete patronlarının kulaklarının çekildiği, yazarların atıldığı ve susturulduğu bir ülkede demokrasinin basınını aramak mümkün değildir. Hele yargının ve diğer anayasal güçlerin yürütmenin emrine girdiği bir demokraside kuvvetler ayrılığından söz edebilir miyiz?
Üniversitelerimizde birçok üzücü olay oluyor. İktidar yanlısı bir sarı sendika kamu kesiminde güçlendiriliyor. Türkiye Kamu-Sen gibi önde gelen güçlü bir sendika hedef alınıyor ve ondan üye koparılmaya çalışılıyor. Bunu yapanlar, özellikle İstanbul Üniversitesi’nde PKK’lıları kucaklayan sendikanın önünün açılabileceğini fark etmiyorlar. Üstelik bir rektör yardımcısının sendika militanı gibi çalışması, hem çok çirkin kaçıyor; hem de Kurumu zedeliyor.
Geçen hafta İstanbul Üniversitesi, Merkez Binada iki ülkücü öğrenci sınavlarına geldikleri için PKK yanlılarınca saldırıya uğradılar. Kendilerine atılan şişe parçalarıyla yaralandılar. Basının büyük bir bölümü dün her olayı sağ-sol diye etiketliyordu. Bugün ise ‘karşıt gruplar’ tekerlemesi başladı. Öğrenci olaylarında dikkati çeken, aşırı solun önemli bir bölümünün PKK sempatizanlarıyla ortak hareket etmesidir. Bu ortaklığın altında Devlet ve Milli Kimlik düşmanlığı yatmaktadır.
Aslında terörist başının bir mülakatında söylediği ‘ ben mücadelemi kürt olduğum için değil, sosyalist olduğum için yapıyorum.’ sözleri oldukça düşündürücüdür. Irkçı bölücülükle uğraşanların önemli bir bölümünün Kürtlükle hiçbir alakası yoktur. Kürtleri kullanarak adeta bir menfaat şirketi kurmuşlar ve bunun da meyvelerini toplamaktadırlar. Bazılarının terör örgütünü ve yandaşlarını dine davet etmesi gerçekler ile çelişiyor. Liberal ve aşırı solda olanların yanı sıra, islami kürtçülerin varlığı da inkar edilemez. İslamla ırkçılık asla bağdaşmasa da…
Ülkemizde gerçekler bir tarafa bırakılmış, sanki BDP ve PKK Kürtlerin temsilcileri gibi zannediliyor. Oysa araştırmalarda bunun tam tersi çıkıyor. Terörle mücadele edenlerle mücadele edildiği bir dönem yaşıyoruz. Asker her fırsatta yıpratılmaya çalışılıyor. Oslo müzakereleri ile örgütün birçok isteği kabul ediliyor. Silah bırakmamış bir örgütle devleti yöneten iktidar pazarlık yapıyor. Örgütün siyasallaşmasına bizzat katkıda bulunuluyor. Sorun demokratik ve kültürel haklarla başladı; ayrı egemenlik, toprak, eğitim- öğretim dili ve özerkliğe kadar geldi. Şimdi neden anayasanın değiştirileceği daha iyi anlaşılıyor. Maalesef bu tezgah, anayasa referandumunda da anlaşılamadı.
Habur rezaletinden sonra 35 vatandaşımızın Haftanin kampı civarında ölüme sürülmeleri ile Devletin itibarını zedeleyenler, devletten yana aşiret ve korucuları zor durumda bırakanlar, güvenlik güçlerini karakolda ve kışlada savunmaya çekenler, terörle mücadeleden bahsedemezler. Irak topraklarındaki üzücü olaya sevinenlerin olması, Uludere Kaymakamının yaralanması, şov yapan BDP’ li milletvekillerinin meydan okuyan suç dolu tavırları, açılım meraklılarını caydırmamışa benziyor!
Bütün bu çirkinlikler olurken, bir Bakanımız Türk ve Kürt ırkçılığından bahsediyor. Türk, ırkçılık yapmış olsaydı; başta Türk’ ü ırkçılıkla suçlayanlar hayat bulamazdı. Biri diğerinin antitezi imiş! BDP ortadan kalkarsa MHP de ortadan kalkarmış! Oysa MHP, Türk Dünyası durdukça ve Türk kimliği yaşadıkça, ihanet odaklarına rağmen, Milli Mücadele’nin devamı, Milli Bağımsızlığın ve Egemenliğin teminatı olarak dimdik ayakta kalır. Tam tersine dış destekler ile kurdurulan naylon partiler, dün olduğu gibi yarın da çözülür, bölünür veya böldürülür ve siyaset meydanını terk edip giderler!