Kim Cemil Meriç Olmak İstemez?

85

Cemil Meriç bugün yaşasaydı 95’ine girecekti. İşte bu doğum yıldönümü dolayısıyla okuduğu İstanbul Pertevniyal Lisesi’nde bir proğram tertiplendi. Ben de bu panele konuk oldum. Müstakbel Cemil Meriçleri gördüm birden bire karşımda. Ne güzel bir duygu. Gerçekten bu öğrencilerimiz birer Cemil Meriç olsalar onlar için ne düşünecektik. İşte örnekleri;
“Kültürel Bir Muhafazakar.. Siyaseten Liberal.. Fikir Özgürlüğü Savunucusu.. Türkiye’de düşünce Mektebinin Kurucusu.. Çığır Açan bir düşünür.. Batıyı Çok İyi Bilen Bir Aydın.. Hep Sorgulayan ve Cevabını Bulmaya Çalışan Bir Münevver.. Gerçek Ülkü ve Ülkeyi Gören Adam.. Fikrin Görgüsünü, Örgüsünü ve Kurgulamasını Yeni Nesillere Öğreten Yazar.. Tek Tipe ve Tornadan Çıkmaya Direnen Alim..”
İnsanları Mağaradan Çıkarmaya İddialı Bir Aydın
Bu kadar yeter mi? Yetmez, siz yetersizlik ilan etseniz bile taban bulmaz, yansımaz. Devamı şöyle bu deyim ve deyişlerin; “Düşüncenin Gökkuşağı.. Bir Fikir Dağı ve Düşün Denizi.. Tefekkürün Hasbi Kalemi.. Bir Huzursuz Adam.. Bu Ülkenin Aydını.. Söylenmiş Cümlelerin Hasretini Yayan Bir kelime Avcısı.. Haysiyetimizin Son Mezar Bekçisi.. Sözün Sultanı.. Ufukların Musahibi.. Bulutları Delen Kartal.. Kelimelerin Rengi.. Eleştirel Bir Milliyetçi.. Melez ve Çoğul Kimlikli.. İnsanları Mağaradan Çıkarmaya Uğraşan Mimar.. İslamın Liberal Mirasını Sürdüren Edip ve Eleştirel Bir Milliyetçi!”
Bu yakıştırmalara Cemil Meriç ise şöyle cevaplıyor “Beni Kimim?” diyenlere?.       ” Hayatını Türk İrfanına adayan münzevi ve mütecessis bir fikir işçisiyim-Jurnal 18 Haziran 1974″ Peki buraya nasıl geldi derseniz ? Hemen vakit kaybetmeden Cemil Meriç Kronolojisine bakmak icap ediyor.
Genç Hüseyin Cemil İçin İdam Talebi
Balkanlardaki ihanet, savaş ve parçalanmalar sonucu bölgeden Hatay’a gelip yerleşen Meriç Ailesinin Çocuğu Hüseyin Cemil Reyhanlı’da(Hatay) doğuyor- 12 Aralık 1916. Bu tarihi bir yıl öne ve sonraya alanlar olsa da yaşadığı dönem itibariyle Hüseyin Cemil dünyanın en sancılı gelişmelerini birlikte yaşıyor. Bölge Fransızlar tarafından işgal edilmiş bir manda yönetimiyle idare ediliyor ve Suriye’ye bağlı. Baskı had safhada. Hüseyin Cemil okumaya hevesli ama müstemleke yöneticileri hiç buna müsaade eder mi? Aydınsanız hangi şartta, ülkede ve düzende olursanız olunuz münevverin kaderi böyle.
Zihinlerin felçe uğradığı ve esir alındığı bir dönem o yıllar. Hüseyin Cemil Hatay’da tutuklanıyor. Suç aletleri ise okuduğu kitap ve dergiler. Bunun cezası ölüm olduğundan idam ile yargılanıyor. Ancak bir şans olsa gerek bölgede yapılan kamuoyu yoklaması ile Hatay Türkiye’ye bağlanıyor. Hüseyin Cemil iki ay önce beraat ediyor ve hemen İstanbul’da alıyor soluğu.
O Öğretmenlerin Böyle Talebesi Olunur!
Hüseyin Cemil’in daha önce bir İstanbul deneyimi vardır. Yarım kalan eğitimi için Pertevniyal Lisesi’nde 12. Sınıfa kabul edilir. O günlerde(1936) Hüseyin Cemil Meriç’in Pertevniyal Lisesi’ndeki Hocalarının tümü deve dişi gibi alimler. İşte birkaç örnek; İhsan Kongar dünya çapında bir felsefeci, İstanbul Ansiklopedisi ve çok sayıda eseri olan Reşat Ekrem Koçu Tarih Öğretmeni, Edebiyat denince akla gelen Türkçe Hocası Keyise İdalı ve Fransızca Hocası, Ankara’nın has ve bağımlı aydınlarından Nurullah Ataç.
Kumkapı ve Kadırga Öğrenci Yurtları’nda kalan Hüseyin Cemil bu sıralarda iki yakın dost edinir; Nazım Hikmet ve Kerim Sadi. Her ikisi de marksisttir. Bu dostlukları Hüseyin Cemil’in iyi Fransızca’sıyla Gaston Jaze’den 400 sahifelik Maliye kitabını, ardından da Stalin’den “Pratik ve Teori”yi tercüme ettirir. İlk yazısını (1933) Hatay’daki yeni Gün’de yayınlayan Hüseyin Cemil Meriç artık yazı hayatının damardan girildiğini fark ediyor. Honore De Balzac ve Victor Hugo tercümeleri alakayla karşılanır. İstanbul Edebiyat Fakültesini bitirmesi de yazı ve edebiyat hayatında önemli bir etken olmuştur. Artık sektörden biridir, ailenin fertleri arasına girmiştir.
Düşünmek ve Kelimeler Vazgeçilmezlerden
Hayatının ilk devresinde eğitimini sürdürürken Türkçülük akımının etkisindedir. Sonra  “bilgilenme” dönemine giriyor ki marksizm en fazla bu zaman diliminde etkilemiştir. Sonunda yuvaya dönecek olan Cemil Meriç esas çığlıklarını yerli düşünceye döndüğü zamanda atıyor. Doğu ve Hind Edebiyatı’nı hıfzetmiş bir Osmanlı aydınıdır o günlerde. Diyalektik yöntemi de benimsemiştir. Bir farkla zamanın etkisinde kesinlikle kalmamaya kararlıdır. Ve deyişlerine başlar;
-Düşünmeyi düşünün, düşünmeyi başkalarının düşündüğünü düşünmek biçiminde değerlendirin.
Düşünmek ve kelimeler artık Cemil Meriç’in vazgeçilmeziydi. Meriç’e göre bu gemi 1789’dan beri su alan bir vaziyette yüzmesini sürdürüyor. Münevverlerin horlanmasına göğüs germeyi başardı. Ama sessiz, nümayişsiz, fakat etkili bir biçimde. Böyle olunca da bürokrasinin hep gadrine uğradı, eşi Fevziye hanım hasta iken izin verilmemesine bile kızarak devletine küsmedi. Hep marjda kaldı.
Devrimlerin yenilik getirmesiyle görevini yerine getirebileceğine inandığından, “Yeni olmak eskiyi bilmekten geçer. Medreselerin bir davası, kökü, çiçeği ve dalı vardır. Üniversitelerin ise yok. İdrak mahrum, şuurlar iğdiş edilmiş bir ameliyathane, büyücü kazanı üniversite.” diyen Cemil Meriç batıdan hukuk kopya etmenin de yenilik olmayacağını savunuyor.
Fikirlerin Kuduz Köpek Gibi Kovulduğu Yer Neresi?
Mazi oryantalistler kadar araştırılmalı, öğrenilmeli, derin sudan geçerken at değiştirilmemeli. Değiştirilirse topluma ters düşmemeli. Cemil Meriç Kelimeleri hep yerine oturtuyor. Millet yerine siz Ulus diyemezsiniz. Ulus kelimesi, Millet’in içindeki birikimi siliyor!. Kurtuluş da öyle, bu kelimenin İstiklal Savaşı derken, Kurtuluş Savaşı demeniz mümkün değil. İstiklal arka planı olan, dolu bir kelime ve kurtuluş çıpcılız. Kelimelerin esiri olunmamalı. Yerine oturmalı.
Aydının yabancılaşması veya aykırı olması da Cemil Meriç’in ilgi alanında. Gerçekten  memleketsever eleştirilerin Türkiye’den Cemil Meriç ile birlikte önemli üç örneği vardır Kemal Tahir ve Atila İlhan. Üstad hiç öteki demedi tümünü yani bütünü kucakladı. Hisar Dergisi’ndeki Adalet Ağaoğlu’nun Yaz Sonu romanını  konu ettiğinde sordum kendisine Göztepe’deki Parka bakan apartmanın giriş katındaki dairesinde: “Üstad neden Adalet Hanım’ın romanına  bu kadar sahip çıkıyorsunuz. Yaz Sonu belki en zayıf eseridir.” Cevabı ilginçti benim için. Ötekileştirme yoktu ya hayatında “Evladım, insanları da, özellikle aydınları da kazanmak gerekir. Adalet Ağaoğlu önemli bir kabiliyettir.” Dedi. Cemil Meriç’e göre bütün ülkeler ve kültürler çok katmanlı ve melezdir. Kamplaşmalar da tuzaklardır. Fikrin kuduz köpek gibi kovulduğu bir ülkede düşünce, sanat, irfan, bilgi yeşerecek ortamı bulamaz. Diyalogdan korkmayınız.”
Hem Doğu ve Hem de Batı Dillerini Bilmek
Gözündeki retina çatlağı kendisini iyice rahatsız etmeye başlamıştı(1954). Türkiye’deki tedaviler yeterli olmayınca Paris’e gitti. O yıllarda trahom yaygındı. Paris Quinze Vingts Hastanesi çok ünlüydü o yıllarda. Türkiye’den de tedavi olmak için çok hasta vardı ve randevu için şartları zorluyorlardı. Kuyruklar oluşmuştu hastanede. O sırada koridordan odasına geçmekte olan profesör konuşulanlara dikkat kesbediyor. Cemil Meriç’in arkadaşları da orada yardımcı oluyorlar. Ameliyatı yapacak Profesör, Cemil Meriç’i odasına çağırıyor ve randevu veriyor. Arkadaşlarına ise “Fransızcayı bizim gibi kullanan bir Türk’e randevu vermeyip de ne yapacaktım.” diyor.
Cemil Meriç ameliyat oluyor ama netice yine pek olumlu değil, artık adım adım ama olma yolunda ve 35 yaşındadır, Cahit Sıtkı Tarancı’nın hatırlattığı gibi yolun da yarısı alınmıştır.. Tarihimizde trahomdan etkilenip görmeyenler için oluşturulan “körler çarşısı”nda bir kültür yaşar. Zembilciler, hasırcılar, kilim ve halı dokuyucuları, hafızlar olarak kültür tarihimize kayıtlıdırlar. Sanatçı olanlar da bir hayli fazladır. Aruz ile yazılan şiirler hafız hocanın öğrencileri tarafından da ezberlenerek kitaplaştırılmıştı. En son örneği ise Kilisli Hafız Kamil Kıdeyş’in Divan-ı Kamil’idir.
Düşünmeyi Düşünmek Gereği
Paris’te o yıllarda Türkiye’den gelmiş çok talebe vardır. Adeta gerçek bir lobi oluşmuştur. Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş da o yıllarda Paris’tedir. Şöyle diyor; “Ben asistandım. Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş hocamız ise Doçent’ti. Faruk Kadri Bey bizi hep toplar, yaptığı yemekleri paylaşır ve derin sohbetler gerçekleştirirdi. Cemil Meriç o günlerde Paris’e ameliyat için gelmişti. Güzel Fransızcasıyla randevu alabildi. Sohbetlerimiz sırasında ise Faruk Kadri Timurtaş Cemil Meriç’in birikimini bildiği için provoke eder, sorduğu sorularla hepimizin ufkunu açardı. Cemil Bey de cevaplardı.”
Göztepe’deki evine zaman zaman giderdim. Diyalog kurmanın gereğini öğretti bize. Okumanın keyfini tattırdı gençlere.  Düşünmenin, kafa yormanın olmazsa olmaz olduğuna inandırdı benim kuşağımı. Bir defasında gittiğimde Kayserili Murat Yerlikhan derslerinden arta kalan zamanını geçirdiği Cemil Meriç’in evinde Üstad’a kitap okuyordu. Sırdaş Yayınevini kurmuştuk dört arkadaşımla. Kendisinden yayınlanmak üzere bir eserini istedim. Kabul etti. Ziya Gökalp konusundaki çalışmasını bizim için hazırlamıştı, ancak Sebil Yayınevi’ne kısmet oldu ortaklar arasındaki uzlaşma sağlanamayınca.
Bahtiyar Yarınların Mimarları Olabilmek
12 Ciltlik bir külliyat bıraktı geride. Kitaplarını ve yazılarını Beylerbeyi’ndeki komşusu İzzet Tanju daktiloya çekiyordu. Üniversitelilerimiz kendisine hem kitap, hem dergi, gazete okurdu. Yeni öğrendim Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin 700 sahifelik İslam Tarihi’nin tümünü kültür tarihçimiz, o günün talebesi Davut Gürlek okumuş kendisine. 11 bin cilt eser vardı kütüphanesinde. Hangi kitabın nerede olduğunu bilirdi. Can kulağıyla duyuyordu. Bilgileri ayıklıyor, kritiğini yapıyor, topluyor ve beynine taşıyordu. Her şeyi beyine taşıyan bu Osmanlı Münevveri, devrilmeyen kütüphane beyin kanaması geçirince felç oldu.
Cenazesi de kalabalık değildi(1987) vefat ettiğinde. Ancak ülke genelinde bir tepki ve öfke aydını ortaya çıkardı, düşünen, düşünmenin gereğini yapan, cesur ama mülayim, memleket severlik duyguları ağır basan. Hiç bir cemaate dayanmayan ve cemaati de olmayan Cemil Meriç her kesim ve kültürden okuyucu buldu, eserlerini görüşü ne olursa olsun her yayınevi bastı.
Bizlerin konuşma ihtiyacındaki bir öğretmenimizdi. Heyecanlı, ön yargısız, taşkın ama sabırlı, kabına sığmayan, peşin hüküm ve kurtarıcılardan arınmış, herkesi kendi düşünce çizgisine çekebilen bir düşünürdü Cemil Bey. Şair ve Yazar Hilmi Yavuz’a bir kitabını gönderiyor. İki yazar da birbirini tanımıyor. Cemil Meriç bu kitabına şöyle yazıyor Hilmi Yavuz’a ” Hakikatleri ifşa etmek gibi bir arayışa davet ediyorum. En büyük ihtiyacımız diyalog. En büyük düşmanımız peşin hüküm. Ciddiyet ve irfanına güvenilir aydınlar gerek. Türk aydınları zahiri ihtilafları unutup hakikati dostça, dürüstçe aramaya çalışsalar, bahtiyar yarınların mimarları olabilirler.”
Üç Silah Kelime, Bilgi ve Düşünmek
O gün bugün Hilmi Yavuz Cemil Meriç okuyucusu. Aleksandre De Grosta da şöyle anlatıyor Cemil Meriç’i; “O’nun fikirleri, sosyal adalet, dini serbestiyet, ilerleme inancı, özgürlük aşkı, milliyetçiliği kapsayan eski moda bir liberalizm ile derin bir bağlılıkla elele giden  İslam’ın kültürel mirası üzerine oturur.”
Lügat adam, ansiklopedik aydın, doğu ve batıyı bilen, kendini sürekli yenileyen, analizci ve sentezci Cemil Meriç aydınların yabancılaştığı denizde oluşan anafora kapılmadı. Bilgi, kelime ve düşünmeyle her şeyi yendi.
Böyle olunca da kim Cemil Meriç olmak ister ki? Yazar Nihat Genç’ten başka kabul edenler lütfen elini kaldırsın. Pertevniyal Lisesi’nde bunları anlatmaya çalıştım. Hiç bir öğrencimizin adı ne Cemil ve ne de Fevziye idi sorduğumda. Peki isimlerinin manasını biliyorlar mıydı? 75 yıl sonra bugün o talebelerin oturduğu sıralardaki öğrenciler Cemil Meriç isminin manasını ve görevinin ne olduğunu artık biliyordu. İşte bundan dolayı bir araya gelmiştik Cemil Meriç’siz 25 yılın ardından.
Yeni Cemil Meriç’ler ortaya çıkıp, eskisinin pabucunu dama atmadıkça daha çok anma programı yapacağız. Ne dersiniz?!