‘Bir ülkenin iki bayrağı olamayacağı gibi, iki resmî dili de olamaz!’ Prof. Dr. Mustafa Argunşah ile Türkçe üzerine sohbetin ikinci bölümü

86

Giriş (Devam):
Prof. Dr. Sayın Mustafa Argunşah ile yaptığım röportajın birinci bölümünde mümtaz dil ve edebiyat adamımız Nihat Sâmi Banarlı’dan alıntıladığım yazıda belirtiliyor: insanları zafere götüren hitâbet dilindeki ihtişam, Türkçeyi doğru ve güzel konuşmakla sağlanır.
Toplumda lider olmuş insanlara bir bakınız: Onlar; kelime hazinesi zengin, düzgün ve güzel konuşan kişilerdir. İnsanın düşünme derinliği ve düşüncelerini karşısındakine anlatabilme yeteneği, kelime hazinesi ile genişler. Kelimeler yalnızca isteklerimizi ileten araçlar değil, aynı zamanda duygularımızı-düşüncelerimizi geniş ufuklara ulaştıran kanatlarımızdır.  Kullanmadığımız her kelime, güzel Türkçemizden atılmış, kaybedilmiş hazinelerimizdir. ‘Allahaısmarladık’, ‘hoşça kal’,  veya ‘güle-güle’ ve benzeri güzel, kulağa hoş gelen, insanın içini ısıtan kelime ve deyimler yerine; ‘bay-bay’ ve hatta onu da uzun bularak ‘bay’ demekle,  ne çok kelimeyi ve deyimi sözlükten attığımızı, Türkçemizi fakirleştirdiğimizi ve aynı zamanda yabancılaştırdığımızı bilmeliyiz. Bu kötülüğün, bu dil cinâyetinin sorumluluğunu üstlenmemeliyiz. Olabildiğince hürriyet ve ulaşılabildiğince zenginlik isteyenlerin, kelimeleri lügatlere hapsedip kilit altına almaları, kelime hazinemizi fakirleştirmeleri anlaşılması güç bir çelişkidir.
Sevindiricidir: Ülkemizde okuma yazma bilenlerin oranı yükselmiştir. Üzücüdür: Okuyan ve yazanların sayısında azalma var. Konuşmayı tercih eden ve seven bir millet olduğumuz söylenir. Bu konuda da üzülmeyi gerektiren olumsuzluklar yaşıyoruz: Çok ve fakat az kelime ile ve de yanlış kullanılan, söylenen kelimelerle konuşuyoruz.
Dilimizin zenginliğini; yalnızca yazılı eserlere,  hikâye, şiir ve roman gibi edebî metinlere hapsederek koruyamayız. Günlük konuşmalarımıza aktarmalıyız. Olabildiğince çok kelime ile güzel ve doğru konuşarak… Argodan, yabancı ve uydurma kelimelerden arındırılmış temiz ve yaşayan bir Türkçe ile konuşmanın zor olmadığını, üstelik çok da zevkli ve üstünlük kazandıran bir özellik olduğunu bilirsek ve bildiklerimizi uygularsak; hayatımız ve çevremizdeki insanlarla ilişkilerimiz daha da güzelleşecektir.  
OĞUZ ÇETİNOĞLU  
Oğuz Çetinoğlu: Türkçemize musallat edilen kaidesizlikler, karmaşalar önlenemez ise, meydana çıkacak olumsuzluklar hakkındaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?
Prof. Dr. Mustafa Argunşah:Türkçe konusunda karamsar değilim. Bugün ilköğretim okullarına kadar Türkçe kulüpleri, Türkçe toplulukları yayılmış durumda. Bir taraftan dili hor kullanan diğer taraftan gittikçe hassaslaşan bir gençlikle karşı karşıyayız. Konuya başka bir açıdan daha bakmalıyız. Türkçe çok köklü ve zengin bir dil. Bin beş yüz yıldır yazı dili olarak kullanılıyor. Bazı karanlık dönemler de yaşadı. Mesela 17-18. yüzyıllarda bazı şairlerimiz, yazarlarımız oluşturdukları metinlerde ancak %35-40 Türkçe kökenli kelimeye yer veriyorlardı. Arapça ve Farsça kelimeler hatta yapılar dilimizi sarmıştı. O badireleri atlattı Türkçemiz. Bugün, bütün olumsuzluklarına rağmen geçmiş yüzyıllardan daha iyi durumda. Bana sorarsanız, bin beş yüz yıllık yazı dilimiz tarihte hiç bugünkü kadar parlak bir dönem yaşamamıştı. Şaşırmayınız, bunu bilim insanı unvanımla söylüyorum. Türkçe için karamsar olmaya gerek yok. Dilimiz olumsuzluklarla birlikte gelişiyor, zenginleşiyor. Dikkat edin, yazı diliyle konuşma dilimiz birbirine yaklaşıyor. Bunda tenkit ettiğimiz radyoların, televizyonların, gazetelerin büyük katkısı var. Milyonlarca çocuğumuz, gencimiz ana dilleriyle eğitim-öğretim yapıyorlar. Eskiden yazı yazmamaktan şikâyet ederdik, şimdi insanlarımız her gün birkaç saatini bilgisayar başında geçiriyor. Ben geçmiştekinden daha çok yazıyorum. Kalem kullanmayı unuttuk neredeyse. Bir dil yazıldıkça işlenir, güçlenir ve yaygınlaşır. Meseleye bir de bu açıdan bakmak gerekir.
Türkçe konusunda karamsar olmamalıyız. Bugün dünyanın en çok konuşulan, en yaygın birkaç dilinden birine sahibiz. Türk lehçeleri arasında yakınlaşma var, kelime alışverişi var. Ortak bir dil yaratılmasını isteyen, Türk dünyasını ortak bir alfabede buluşturmak isteyen aydınlar, bilim insanları var. Bütün dünyada Türkçeye bir ilgi var, Japonya’dan Kanada’ya kadar birçok ülkede insanlar Osmanlıyı merak ediyor, Türk’ü ve Türkiye’yi merak ediyor. Yurt dışında birçok merkezler açılıyor, buralarda Türkçe öğreniyor binlerce insan. Bunları da bilirsek moralimizi düzeltmiş oluruz. Yalnız sorunlara bakarak, yanlış kullanımları büyüterek moralimizi bozmayalım. Bugün moralimizi en yüksek tutmamız gereken varlığımız dilimizdir. Bugün komşu ülkelerde insanlar bizim televizyonları izleyerek Türkçe öğreniyorlar. Dilimizi öğrenenler Türk dostu, Türkiye dostu oluyor. Bunları da göz önünde bulundurmalıyız. Şunu unutmayalım. Türkçe bin yıl sonra da dünyanın en büyük yazı dillerinden birisi olarak kullanılıyor olacak. Bu seviyedeki bir dilin ölmesini düşünmek ilmî bir yaklaşım olmaz.
Çetinoğlu: Fransızların ‘aksansirkonfleks’ dedikleri, bizde ise ‘şapka’ olarak anılan (^) işâreti; coğrafya ile ilgili bir kelime olan ‘kar’ı ticaretle ilgili ‘kâr’ kelimesinden ayırt etmek için genelde inceltme maksadıyla veya ay adı olan ‘Kasım’ı erkek ismi olan ‘Kâsım’dan, ayırt etmek için uzatma işâreti olarak kullanılıyor.
‘İnsan öldüren’ ‘câni’ anlamındaki ‘katil’ ile ‘insan öldürme olayı’ anlamındaki ‘katil’ kelimelerinin yazımında zorluklar var. Bu ve benzeri zorlukları aşabilmek için alfabemizin yeniden düzenlenmesi düşünülebilir mi?  
Argunşah: Hayır. Alfabenin yeniden düzenlenmesi mümkün değil. İnsanlar yazım kılavuzu kullanmayı alışkanlık hâline getirseler hiçbir mesele kalmaz aslında. Yukarıda verdiğiniz örneklerde haklısınız. Yazım kılavuzumuz bunları halletmiş durumda. Türkçede inceltme ve uzatma için aynı işaretin kullanılması bir şanssızlık doğrusu. Keşke Latin alfabesine geçerken iki ayrı işaret kabul edilseymiş. Artık çok geç. Alfabede değişiklik söz konusu olursa başka teklifler de gelir. Birileri de x, q, w gibi harflerin konulmasını teklif ederler. Zaman zaman basında gündeme getiriliyor.
Türk Dil Kurumunun Yazım Kılavuzu’nda halkın “şapka” dediği düzeltme işaretinin nerelerde kullanılacağı açıkça belirtilmiştir. En çok karıştırılan kelimeler, yazılışları aynı fakat anlamları farklı kelimelerdir. Bu durumdaki kelimelerden birisi Türkçe diğeri Arapça veya Farsça kökenli oluyor çoklukla. İstisnaları da var tabii. Arapça veya Farsça kelimede uzun ünlülerin üzerine uzatma veya inceltme işareti konuluyor. Bu iki dildeki kelimelerde inceltme işareti konulan kelimeler aynı zamanda uzun ünlü taşıyorlar. “Kar” kelimesi Türkçe, “kâr” kelimesi Farsça kökenli. “Kâr” kelimesindeki işaretli harf hem uzun hem de ince. Bu yüzden harf hem ince hem de uzunsa bir karışma olmuyor. Karışmanın olduğu örnek kelime “katil” ve “kâtil”dir. İkinci kelimeye dikkat edin. “İnsanı öldüren, cani” anlamındaki kelimede /a/ harfinin üzerine uzatma işareti koydum. Fakat a’nın üzerindeki bu işaret heceyi ince okutacak. Öyle olunca da farklı bir seslendirme ortaya çıkıyor. Oysa kelimenin ilk sesi kalın k, eski harflerle kaf yani. Bu tür durumlarda /a/ harfinin üzerine inceltme değil, uzatma işareti gerekiyor, o da bizde yok. Türk Dil Kurumu bu kelimeye işaret koymayarak daha büyük bir yanlışlığı önlemeyi düşünmüş. Kelimenin uzun veya kısa ünlülü olduğunu metin bağlamında anlamamız ve ona göre seslendirmemiz gerekiyor.
İmla konusu alışkanlıkla ilgili bir durum. İlköğretimden itibaren çocuklarımıza doğru yazma ve doğru telaffuz etme alışkanlığı kazandırırsak mesele hallolur. Doğru telaffuz, çocuğun konuşmaya başladığı andan itibaren ailenin desteğiyle kazanılmaya başlanmalı, okulda özel eğitimle devam etmelidir.
Çetinoğlu: Nihat Sâmi Banarlı, Faruk Kadri Timurtaş gibi rahmet-i Rahman’a kavuşmuş mümtaz şahsiyetlerle, günümüzde Yavuz Bülent Bâkiler ve diğer Türkçe âşıkları yıllardır doğru Türkçe kullanılması için mücâdele ediyorlar.
Gelinen noktayı tatminkâr buluyor musunuz? Tavsiyeleriniz nelerdir?
Argunşah: Saydığınız isimler çok saygın kişiler. Sayın Timurtaş fakültede hocamdı. Yaşayan Türkçe konusunda çok mücadele etti. Nihat Sami Banarlı da öyle, Türkçenin Sırları kitabı bugün üniversitelerde en çok okutulan kitaplardan birisi. Yavuz Bülent Bakiler ise hem yazdıkları hem de hitabetiyle okuyanları ve dinleyenleri büyülüyor. Türkçenin zenginliğini ve güzelliğini onu dinleyince daha iyi hissediyor ve anlıyorsunuz. “İşte Türkçe bu!” dedirtiyor insana. Rahmetli Necmettin Hacıeminoğlu hocayı da eklemek lazım bunlara. Türkçenin Karanlık Günleri kitabı bir neslin Türkçe kılavuzu idi.
Gelinen noktayı tatminkâr buluyor muyum? Nasıl bulabilirim ki! Çok değerli bilim insanları, aydınlar, yazarlar Türkçenin yaşaması, doğru kullanılması ve yabancı unsurlardan arındırılması için mücadele ettiler. Gayretleri mutlaka karşılığını bulmuştur. Fakat bugün hâlâ dilimizin çözümlenememiş sorunları var. Bunların bir bölümünü biraz önce saydım, çözüm yollarının bazılarını da belirttim.
Biraz da iyimser bir bakış açısıyla meseleye baksak, nasıl olur acaba? 1983 yılına kadar Türk Dil Kurumu dili öyle siyasallaştırmıştı ki, o günleri hatırlayınız. Bir insan iki cümle ettiğinde siz onun sağcı mı solcu mu olduğunu anlardınız. Bir taraf tamamen yeni kelimeler kullanırken diğer taraf eski kelimeleri tercih ediyordu. Bu Kurum’un Atatürk’ün de belirttiği gibi, bir dernek statüsünden ilmî bir kurum statüsüne geçirilmesiyle dil siyasi bir kavga konusu olmaktan çıktı. Dilde orta yol bulundu. Solcular, başta rahmetli Bülent Ecevit olmak üzere yaşayan Türkçeye döndüler. Sağcılar da eski kelimelerin bir bölümünü unuttu, yeni kelimeler kullanmaya başladı. Bugün toplum dil konusunda ikiye bölünmüşlük görüntüsünden epey uzakta. Bu bile sevindirici bir gelişme. Dil asla kavga konusu olmamalıdır. Toplum doğrular üzerinde anlaşmalıdır.
Toplumdaki her yaştan insanımızın daha çok okumasını sağlamalıyız. Bunun nasıl olacağını hep birlikte oturup düşünmeliyiz. Millî Eğitim Bakanlığı buna öncülük etmelidir. Bilindiği gibi, televizyon ve İnternet okuma alışkanlığını öldürüyor. Dizi seyretme alışkanlığı insanları kitaptan uzaklaştırıyor. Gazetelerimizin tirajlarına dikkat edin, yıllardır belirgin bir artış görülmüyor. Kitap satışlarında biraz kıpırdanma var, ama tatmin edici değil. Televizyonlarda bazı sunucular Türkçeyi güzel kullanmıyorlar. TRT Türkçesi dediğimiz güzel Türkçe kayboldu. Bunlara karşı tedbir alınmalıdır.
Çocuklarımıza ve gençlerimize yazı yazma alışkanlığı kazandırmalıyız. Bir dil ne kadar çok yazılırsa o kadar çok işlenir ve gelişir.
Aslında öncelik öğretmenlerimizin yetiştirilmesinde. Günümüzde öğretmenler maalesef Türkçeyi güzel kullanamıyorlar. Üniversitelerimizde güzel konuşma dersleri yok. Olan yerlerde de dersi verecek uzman yok. Öğretmenlerimiz ciddi bir eğitimden geçirilmeli; dilimizin incelikleri, güzellikleri, doğru kullanımı bütün teferruatıyla öğretilmeli. Bu donanıma sahip olan öğretmenler dili güzel kullanan nesiller yetiştirebilirler. Bugünkü öğretmen yetiştirme sistemiyle bu mümkün değildir.
Bunları daha da uzatmak mümkündür. Sanırım konu anlaşıldı.
YAVUZ BÜLENT BÂKİLER DİYOR Kİ!
Dünyada, alfabesi ve dili üzerinde en çok oynanan milletlerden birisi, belki de birincisi biziz. Her milletin bir alfabesi vardır. Dünya’da yirmi dokuz ayrı alfabeyle okuyup yazan tek millet biziz; neden acaba?
Dünya’da yanlış bir dil ve eğitim siyaseti yüzünden bir önceki neslin edebiyatını okuyamayacak, anlayamayacak nesilleri de biz yetiştiriyoruz; niçin acaba?
Türkiye dışındaki Türk topluluklarıyla aramızdaki ortak kelimeleri dilimizden çıkarıp atan resmî ve hususî kuruluşlar da sadece biz de var; garip değil mi?
Millet, kültür birliğinden ibarettir. Yâni büyük kalabalıkları bir araya getiren, insanları bir millet şuuruyla birleştiren, yücelten, güzelleştiren onların kültürleridir.
Kültür, bir milleti diğer milletlerden ayıran özellikler bütünüdür. Yâni kültür, bir milletin konuştuğu dildir. Mensup olduğu dînî inançtır. Târih şuurudur. Gelenekleri ve görenekleridir. Güzel sanatlarıdır. Kültür, bir milletin yaşayış tarzıdır.
Kültürlerini kaybeden milletlerin, artık vatanları da yoktur, bayrakları da, istiklâlleri de.
Târih, siyasî istiklâllerini kaybeden milletlerin, kültürlerini, yâni dillerini, dinlerini, târih şuurlarını, gelenek ve göreneklerini kaybetmedikleri takdirde, bin yıllık, hattâ ikibin yıllık bir esaretten sonra bile yeniden derlenip toparlandıklarını, yeniden istiklâllerine kavuştuklarını örnekleriyle gösteriyor. Ama târih, kültürlerini kaybeden milletlerin yeniden bağımsızlıklarına kavuştuklarına dâir bir tek örnek bile vermiyor.
Bağımsızlık mı? Demokrasi mi? Refah mı? Birlik mi? Beraberlik mi? Elbette evet! Elbette şart!
Ama bilmeliyiz ki, kendi kültürüne dayanmayan bir milletin bağımsızlığı da olmaz, refahı da, birlik-beraberliği de, demokrasisi de!
Kültürün en önemli iki kaynağı dil ve din! Din Sevgili Peygamberimizin (S.A.V.) ifadesiyle din nasihat olduğuna göre dînî anlatabilmek için de güzel, doğru ve zengin bir dile ihtiyacımız var.
Milletlerin hayatında dil çok önemli! Dil çok önemli! Dil çok önemli!  
Çetinoğlu: Türkçeyi doğru ve güzel kullanmanın, kullanana, topluma ve kültürümüze sağlayacağı faydalar nelerdir?
Argunşah:Dil kültürün taşıyıcısıdır. Dil bir milletin aynasıdır. Dil, aynı zamanda insanın da aynasıdır. Türkçeyi doğru ve güzel kullanan insanların toplumda gördükleri saygı her şeye değer. İnsanlar konuştukları dile dikkat etmelidir. Dile saygı hem kendimize hem karşımızdakine hem de milletimize saygıdır. Bizim çok güzel hitaplarımız var; atasözlerimiz, deyimlerimiz var. Dilimizi, konuşmamızı bunlarla süsleyebilirsek kendimizi daha iyi ifade etmiş oluruz. Kendini iyi ifade edebilen insanlar her yerde, her zaman başarılı, dikkat çeken, tercih edilen, sözü dinlenilen kişi olurlar. Başarının anahtarı dilimizi doğru ve güzel kullanmaktadır. Dilini güzel kullanan yazar ve şairlerin yazdıkları bugünden geleceğe ışık tutar, yolumuzu aydınlatır. Dilimizi, kültürümüzü, medeniyetimizi geleceğe taşır. Dikkat edin, bugün en çok hangi yazarları okuyoruz? Dilini doğru ve güzel kullananları. Dilini güzel kullananlar çağları aşarak günümüze ses verdiler, geçmişi günümüze taşıdılar, Yunus Emre gibi, Karacaoğlan gibi, Mehmet Akif gibi, Yahya Kemal gibi. Bugünkü iyi şairler ve yazarlar da gelecek yüzyıllarda günümüzü yaşatacaklar.
Çetinoğlu: 1881-1950 yılları arasında yaşayan Kürt entelektüeli Dr. Şükrü Mehmet Sekban, ‘Bir dilin, bir milleti teşkil etmeye yeteceğini sananlar vardı.’ diyor. Kendisi de vaktiyle öyle sandığı için Kürtçe diye bir dil oluşturmak ve bu dili beynelmilel bir dil olarak kabul ettirmek için çok çalışmıştı.
Nedendir bilinmez, sonra iddiasından vazgeçti. Buradan hareketle; ‘Dil mi milleti oluşturur, yoksa millet mi kendisine bir dil oluşturur?’ Şeklindeki soruyu nasıl cevaplandırmak gerekir?
Argunşah: Meseleye biraz geniş açıdan bakmak gerekir. Bugün dünyada konuşulan dillerin sayısı binlerle ifade ediliyor. Rakamlar değişmekle birlikte 6 binin üzerinde dil var. Birleşmiş Milletlere kayıtlı ülke sayısı ise 193. Demek ki her ülkede birden fazla dil konuşuluyor. Bu çok normal. Dili olan her millet bağımsız devlet kuracak, diye bir şey yoktur.
Her milletin bir dili olmayabilir. Bir millet, kendi dilini kaybetmiş, içinde yaşadığı hâkim milletin dilini almış da olabilir. Dilini kaybettiği için yok milletler olduğu gibi hâlâ millî kimliğini korumayı başaran milletler de bulunabilir. Dünyada hepsinin örneği var. Yani sorunun bir tek cevabı yok. Dil milleti oluşturur mu? Evet, oluşturur. Kimliğini kaybedip dilini yaşatabilen milletler yeniden bu dilin etrafında toplanarak yeni bir millet oluşumunu gerçekleştirebilirler. Kendisine sonradan dil oluşturmuş millet var mıdır? Belki kaybetmiş olduğu, unuttuğu dilini yeniden canlandıran ve yazı dili, kültür dili hâline getiren milletten bahsedebiliriz. İsrail ve İbranice bunun bir örneğidir.
Kürtçeye gelince… Meseleye iki türlü yaklaşabiliriz. Bunlardan birincisi hissî, ikincisi gözlemlere ve verilere dayalı. Türk toplumunda yaşadığımız sorunlara millî hassasiyeti dolayısıyla hissî yaklaşanlar var. Bazen gerçeklerle hislerimiz yahut olmasını istediklerimiz örtüşmeyebiliyor. Kürt ve Kürtçe konusu da öyle. 21. yüzyıl bambaşka bir yüzyıl. Millî kimlikler, ana diller yeniden gündeme taşınıyor. Dünya yeniden şekilleniyor. Sovyetler Birliği dağıldı, Yugoslavya dağıldı, Çekoslovakya ayrıldı, en son Sudan ikiye bölündü. Bölünme kaygısı yaşayan başka ülkeler de var. Irak örneğine dikkat edin. Bölünmeyi destekleyen, besleyen dış güçleri de inkâr etmemeli tabii. Bölünmenin sebebi her zaman ayrı millet olmak değildir. Bazen farklı sebepler de ülkeleri bölebiliyor. Kore ve Sudan’ın bölünmesi tamamen farklı sebebe dayalı.
Türkiye’ye dönelim. Eskiden Kürtçe diye bir dil var mıydı? Kırsalda konuşulan ama yazılmayan bir dil vardı. Kelime hazinesinin %90’dan fazlasını Farsça, Arapça ve Türkçenin oluşturduğu karma bir dil. İçinde yaşadığımız çağın şartları bu konuşma dilini son elli yılda bir yazı dili hâline getirdi. Bugün bu dille Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî kanalı yayın yapıyor, Türkiye’de bu dille gazete ve dergi çıkarmak serbest. Yurt dışında yıllardır başka tv kanalları, radyolar yayın yapıyor. Peki buraya nasıl gelindi? Bu yol nereye çıkar? Gerçekleri yok saymak yerine oturup düşünmeli, ülkenin yararına çözümler üretmeli, bin yıldır olduğu gibi bu ülkede birlikte kardeşçe yaşamanın yollarını aramalıyız.
Toparlarsak millet ve dil birbirini besleyen, geliştiren ve oluşturan iki varlık. Hep iç içe, hep yan yana. Dil varsa millet de vardır, yoksa da dil bu şuuru besleyerek milleti yapılandırıyor. Millet varsa, zaman ve zemin ona bir dil kazandırabiliyor.
Çetinoğlu: ‘Ana dili’ kavramının târifini yapar mısınız?
Argunşah: “Ana dili” kavramı ilk bakışta annenin dili gibi anlaşılsa da aslında öyle değil. Bu konularda uzman bilim insanı Prof. Dr. Ahmet Buran bu konuyu şöyle açıklar: “Ana dili, insanın doğup büyüdüğü çevrede edindiği ilk dil yahut kendini en iyi ifade ettiği dildir.” Buran, ana dili ile etnik dil veya etnik kökenin karıştırılmaması gerektiğini önemle vurgular. Bir insanın etnik kökeni başka, ana dili başka olabilir. Türkiye’de yaşayan Gürcüleri örnek veren Buran, onların önemli bir bölümünün ana dillerinin Türkçe olduğunu söyler.
Çetinoğlu: Ülkemizde ‘iki ayrı resmî dil’ bulunmasının sonuçlarını tahlil eder misiniz?
Argunşah: İki ayrı resmî dil mi? Allah korusun. İki ayrı resmî dil diye bir şey olmaz. Bir ülkede iki resmî dil olmaz, bir ülkenin iki bayrağının olmayacağı gibi. İkinci resmî dil yeni bir devletin dili olur ancak. Türkiye’de bunu isteyenlerin amacı çok açık. İkinci resmî dilin olmayacağını onlar da biliyorlar. Dillerinin altındaki bakla, bağımsız bir devlet talebidir. Açık söyleyeyim: Türkiye’de Kürtçenin eğitim dili olmasını isteyenlerin amacı bellidir. Bir ülkede bir eğitim dili olur. Bazı okullarımızda İngilizce öğretim yapılmasını da sakıncalı görüyoruz. Bu garabete bir an önce son verilmelidir. Türkiye’de eğitim dili tartışmasız Türkçedir. Bunun tartışılması bile abesle iştigaldir. Kürtçenin öğretim dili olması ülkenin bölünmesinin resmen kabulüdür. Bunu şiddetle reddediyorum.
Son on yıl içerisinde Kürtçenin önü epey açıldı. Şu anda birkaç üniversitede seçmeli ders olarak okutuluyor. Bu, gittikçe de yaygınlaşacak gibi görünüyor. İçinde bulunduğumuz şartlar, insan hakları, demokrasi ile gidebileceğimiz son nokta bu olmalıdır. İnsanların kendi dillerini öğrenmeleri insan hakkıdır, kabul. İsteyenler dillerini serbestçe öğrensinler, hatta gerekirse devlet bu konuda yardımcı da olsun. Ama Türkiye Cumhuriyeti okullarında hayat bilgisi, matematik, müzik, fizik, kimya vb. derslerin Kürtçe olmasını düşünmek bile istemiyorum. Bu ülkenin tekliğinin, bütünlüğünün sonu demektir. Bize bunu demokrasi, insan hakları gibi kulağa hoş gelen sözlerle yutturmaya çalışıyorlar. Bu oyuna gelmeyelim. Biz Türkiye’de 74 milyon hep birlikte barış içerisinde yaşamak istiyoruz. Ay yıldızlı bayrağımızın gölgesi hepimize yeter.
Çetinoğlu: Hocam, verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.
Argunşah: Düşüncelerimi paylaşma fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

PROF. DR. MUSTAFA ARGUNŞAH
1961’de Tokat’ta doğan Prof. Dr. Mustafa Argunşah ilk ve orta öğrenimini bu şehirde tamamladı. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydoldu. 1982-1983 döneminde okulunu bitirdi. Aynı yıl Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisansa başladı. Aralık 1983’te Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinin açmış olduğu Türk Dili araştırma görevliliği imtihanını kazandı ve Ocak 1984’te bu fakültede göreve başladı. Marmara Üniversitesi’nde, merhum Prof. Dr. Mehmet Akalın’ın danışmanlığında 1986 yılında ‘Şükrî-i Bitlisî, Selimnâmesi ve Eserdeki Doğu Türkçesi Unsurları’ isimli yüksek lisans ve Muhammed b. Mahmud Şirvanî, Tuhfe-i Murâdî, (İnceleme-Metin-Dizin) isimli doktora tezini 1989 yılında tamamladı.
15 Aralık 1988’de Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne öğretim görevlisi olarak tayin edildi. Doktorasını tamamladıktan sonra aynı bölümün Türk Dili Anabilim Dalında 1989 yardımcı doçent oldu. 20 Ekim 1995’te bilim imtihanını vererek doçent unvanını aldı. 23 Mart 2001 tarihinde ise aynı bölümde profesörlük kadrosuna tayin edildi.
15 Eylül 1998-31 Temmuz 2000 tarihleri arasında yaklaşık iki yıl KKTC’de Doğu Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. Halen Erciyes Üniversitesindeki Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı görevine devam etmektedir. Basılı kitaplarının yanında ilmî dergilerde çok sayıda makale, bildiri ve tenkit-tanıtma yazıları da bulunan Prof. Dr. Mustafa Argunşah’ın yayınlanmış eserleri:
Telif kitaplar:
Gagauz Türkleri, Dil-Tarih-Folklor ve Halk Edebiyatı: (Harun Güngör ile birlikte) Ankara, 1991.
Dünden Bugüne Gagauzlar: (Harun Güngör ile birlikte) Ankara, 1993.
Şükrî-i Bitlisî, Selim-nâme: Kayseri, 1997.
Gagauzlar: (Harun Güngör ile birlikte) İstanbul, 1998.
Muhammed bin Mahmud Şirvanî, Tuhfe-i Murâdî: (İnceleme, Metin, Dizin) Ankara, 1999.
Kirdeci Ali, Kesik Baş Kitabı: (Baskıda)
The Gagauz: (Harun Güngör ile birlikte)  Londra, 2001
Yayıma hazırladığı eserler (Redaktörlük):
Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu (26-29 Mayıs 1993) Bildirileri: (Abdulkadir Yuvalı ve Ali Aktan ile birlikte)  Kayseri, 1993.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu (23-26 Mayıs 1996) Bildirileri: Kayseri, 1996.
Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni (12-13 Nisan 2001) Bildiriler: (İsmail Görkem, Hülya Argunşah ve Atabey Kılıç ile birlikte)  2 cilt, Kayseri, 2001
Tercüme ettiği eser:
Kırım Tatarcasında Yapım Ekleri (İlhan Çeneli)  Ankara, 1997.  

Önceki İçerikBölücü ve Irkçı Terörle Muhabbet
Sonraki İçerikSuriye’de Türkmen Belası
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.