Ses Sanatkârı Rıza Rit Beyefendi ile Tarihten Günümüze Uzanan Müziğimiz Üzerine Söyleşi

102

‘Çok insan anlayamaz eski musikimizden ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden’
Ses Sanatkârı RIZA RİT Beyefendi ile Tarihten Günümüze Uzanan Müziğimiz Üzerine Söyleşi…

Oğuz Çetinoğlu: Türk musikisinin tarihî süreç içindeki gelişimi ve günümüzdeki durumu ile ilgili olarak genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Rıra Rit: Yüzyıllar öncesine dayanan Türk musikisini dört devreye ayırmak mümkündür. Birinci dönem; 1360 – 1431 arasındaki Abdülkadir Merâgi dönemi.
Çetinoğlu: Daha önceki dönemlerden Farabî ve Safiyüddin Urmevî… .
Rit: 870-950 yılları arasında yaşayan Farabî ve 1237-1294 yılları arasında yaşayan Urmevî, müzikolog olarak biliniyor. Besteleri günümüze intikal etmemiş. Besteleri olup olmadığı da bilinmiyor. O sebepten…
Çetinoğlu: Evet Efendim.
Rit: Abdülkadir Merâgi klasik İslam literatüründe doğunun yetiştirdiği büyük bir bestekârdır. Musiki bilgini, hanende ve sâzendedir.
Çetinoğlu: İkinci dönem…
Rit: İkinci dönem; 1640-1712 yılları arasında yaşayan İtrî, 1778-1846 yılları arasında yaşayan Dede Efendi dönemi. Bu dönemi, ‘Klasik dönem’ olarak adlandırmak mümkündür.
Itrî malûmunuz binden fazla eser bırakmış, bilhassa Naa-tı Mevlana, Segâh makamındaki ‘Bayram tekbiri’ milyonlarca Müslüman tarafından okundu ve günümüzde de okunmaya devam ediyor.
‘Dede Efendi’ olarak anılan Hammami-Zâde İsmail Dede Efendi, Mevlevilik etkisinde dinî eserler, âyinler ilahiler ve dinî olmayan besteler, şarkılar, Rumeli türküleri, köçekceler, batı musikisi tesirinde kalarak rast kâr-ı nevi besteler yapmıştır.
‘Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü’ diye başlayan Rast bestesi, günümüzde de sevilerek okunur ve dinlenir.
Çetinoğlu: ‘Batı tesirinde kalarak…’ Dediniz. Terennüm ettiğiniz eseri vals usulünde olduğu için mi?
Rit: Evet. Üçüncü dönem; 1825-1897 yılları arasında yaşayan Zekâi Dede Efendi, 1831-1891 yılları arasında yaşayan Hacı Ârif Bey, sonra efendim; Rahmi Bey, Şevki Bey gibi bestekârlarla değerlenen dönemdir. Bu dönemi de 1924’e kadar devam ettirebilir ve ‘Romantik dönem’ olarak adlandırabiliriz.
Ve nihayet, 1925’ten günümüze kadar devam eden dördüncü dönem.
Çetinoğlu: Dördüncü ve son döneme ne isim verilebilir?
Rit: Son dönemin ismi henüz konulmadı.
(Gülüşmeler)
Rit: Dede Efendi’de biraz batı havası var. Herkese ve her kesime, her zevke hitabeden eserler vermiştir. Bu yüzden Dede Efendi bu güne kadar eski ve yeni olarak gelmiştir.
Bütün bestekârları saymaya imkân yok. Sultan Abdülaziz Han’ın verdiği bir güfteye yedi ayrı makamda beste yapan, bir başka gece sekiz şarkı birden besteleyen, Kürdülihicazkâr makamını icat eden Türk musikisinin şarkı formunun en büyük bestekârı Hacı Ârif Bey’i anmadan geçemeyiz. Bu arada 31 yaşında vefat ettiği zaman 1100 adet eser bırakmış olan Şevki Bey var.
Rahmi Bey; Şevki Bey için uşşak şarkı yapmış ‘Gül hazin sünbül perişan bağ-ı zarın şevki yok’
Türk musikisinde bu güne kadar, 600 kadar deniyor ama 522 makam kullanılmış. Bugün pek az kullanılan makamlar var.
Son dönemin isimleri olarak; Sadettin Kaynak, Rakım Elkutlu, Lemi Atlı, Selahattin Pınar, Cevdet Çağla, Emin Ongan, Refik Fersan,Yesari Asım Arsoy, Şerif İçli gibi bestekârları sayabiliriz.
Son dönemde en güzel besteler, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirleriyle yapıldı. Özellikle Münir Nurettin Selçuk’un besteleri son dönemin en parlak eserleridir.
Yahya Kemal Beyatlı diyor ki: ‘Çok insan anlayamaz eski musikimizden ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden.’ Bu unutulmayacak bir sözdür.
Çetinoğlu: ‘Türk müziğinde çok seslilik’ konulu tartışmalarla ilgili yorumunuzu lütfeder misiniz?
Rit: Türk müziğinin en büyük özelliği, aslî karakteri tek sesli oluşudur. Bence dünyada batı musikisinden sonra en çok kullanılan icra edilen musiki, bizim musikimizdir.
Türk müziği tek sesli olmakla birlikte çok makamlıdır. Bu kadar çok makam, batı müziğinde yoktur. Bizim müziğimizde ritim zenginliği olduğu kadar melodi zenginliği de vardır. Batı müziğinde bulunmayan usuller, Türk müziğinde kullanılmaktadır. Bu suretle Türk müziği derinlik ve enginlik kazanmaktadır. Batı müziğinde bu zenginliği ve enginliği bulmak mümkün değildir.
Bizde, 8 nota arasında eşit olmayan 24 aralık bulunmaktadır. Batı müziğinde 12 eşit aralık vardır. Bu özellik, Türk müziğine, çok sesliliğin sağlayacağı imkânlardan fazlasını kazandırmaktadır. Bu sebeple bence Türk müziğinin çok sesli hâle getirilmesi gereksizdir. Hem böyle bir uygulamaya gidilirse, Türk müziğinden çok farklı ve onun uzağında yeni bir musiki oluşturulmuş olur ki, bu musiki, halkımızın müzik zevkine uygun düşmez. Nitekim zaman zaman radyolarda çok sesli Türk müziği yapılmıştır ve beğeni toplayamamıştır.
Bizim musikimizi, Türk ve Müslüman olmayanlar da beğeniyorlar.
Çetinoğlu: Bu sözünüzü destekleyecek örnekler verilebilir mi?
Rit: Elbette. Ermeniler kiliselerinde, Museviler sinagoglarında Türk müziği makamlarında bestelenmiş ilahiler söylüyorlar.
Yeri gelmişken belirteyim: Musevilerden Tanburî İsak ile Ermeni ve Rum bestekârlar, Türk müziğine çok güzel eserler kazandırmışlardır.
Çetinoğlu: Bu durumun dünyada bir başka benzeri yok.
Rit: Evet yok. Şu hususu da ilave etmek istiyorum: Türk musikisi için ‘Osmanlı müziği’ deniliyor. Bu da yanlıştır.
Çetinoğlu: Çok doğru efendim. Osmanlı’dan önce de Türk musikisi vardı. Ayrıca; Osmanlı, bizden farklı bir millet değildi ki. Osmanlı’da halkın aslî unsuru Türk’tü. Biz Osmanlı’nın devamıyız. Osmanlı’nın kurumları, geliştirilerek Cumhuriyet’e intikal etmiştir. Değişen yönetim kadrosudur. Hatta kadrodan ziyade yönetim zihniyetidir. Cumhuriyeti kuranlar, Osmanlı Devleti’nin son dönem zâbitleridir. Cumhuriyet, Patagonya’dan ahali ithal etmedi ki… Osmanlı’nın tabası, Cumhuriyet döneminin milletidir.
Rit: Osmanlı devleti 1299 da kuruldu. Safiyeddin Urmevî, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 5 yıl önce vefat etti. Selçuklular döneminde yaşayan Sultan Veled, günümüzdeki Türk müziği formlarında besteler yaptı.
Şunu kabul etmek gerek: Tarihî süreç içerisinde Türk musikisi en büyük ilerlemesini Osmanlı Devleti döneminde gerçekleştirmiştir. Enderun, bu gelişmeye kaynaklık eden mekteptir.
Çetinoğlu: Üstâdım, ‘Türk müziği, Osmanlı müziğidir.’ Diyenler, çok da yanlış bir şey söylemiyorlar. Daha büyük hatâya düşenler var. Bir kısmı; ‘Türk müziği Arap müziğidir.’ Diyor. Diğer bir kısmı da; ‘Türk müziği Bizans müziğidir.’ İddiasında bulunuyor. Onlar; öyle anlaşılıyor ki, Hüseyin Sadedin Arel’in; ‘Türk Müziği kimindir?’ isimli kitabını okumamış bilgisizlerdir.
Rit: Evet, evet!
Çetinoğlu: Ziya Gökalp de aynı hatâya düşmüş. Çünkü, Hüseyin Sadedin Arel, kitabını Gökalp’in vefatından sonra yazmış. Yalnız Ziya Gökalp, Türk müziği olarak Türk Halk Müziğini kabul ediyor. Şarkı formatındaki müzik eserlerimizi dışlıyor.
Rit: Muzaffer Sarısözen, Osman Özdenknci, Yücel Paşmakcı, ve Sadi Yaver Ataman… Hepsi, hepsi Türk musikisinin içindedir. Ayırt etmek mümkün değil.
Bir de ‘Türk sanat müziği’ diyenler var. Bu şekilde ifade de yanlıştır. Müzik, zaten sanattır. Halk müziğinden ayırt edilmek isteniliyorsa, birine Klasik Türk müziği, diğerine Türk Halk müziği denilebilir.
Çetinoğlu: ‘Galat-ı meşhur, lügait-i fasihten evladır.’ Şeklinde bir özdeyişimiz var. Onu bile yanlış olarak; ‘Galat-ı meşhur, lügat-i sahihten öndedir.’ Diyorlar. ‘Türk sanat müziği’ söylemi, galat-ı meşhur olmuş. Fakat Türk dilini sevenler ve doğru kullananlar, titizlikle ve ısrarla, galat-ı meşhurun pabucunu dama atmak mecburiyetindeler.
Ayni yanlış, oymacılık, kakmacılık, oya işleme gibi gelenekli sanatlarımız için de yapılıyor. ‘El sanatları’ deniliyor. Sanat zâten; akıl, beceri, göz ve elle yapılır. Ayakla yapılan tek sanat, futboldur. O da tabii sanat ise…
Rit: Çok güzel. Şimdi bakınız! Osmanlı döneminde padişahlar var. Sanatkârı koruyan, sanatı geliştiren ve sanatı icra eden, makam icat eden. Mesela Sultan Üçüncü Selim Han gibi…Suzidilara makamını oluşturmuştur.
Çetinoğlu: Muhteşem bir insan. Hem çok üst seviyede bir sanatkâr hem de muktedir bir yönetici.
Rit: Tamburî İshak O’nun hocasıdır. Tamburî İsak huzura girdiği zaman Sultan Selim Han ayağa kalkıyor. Sanata, hocaya bu kadar saygılı bir insan.
Çetinoğlu: Buradan su hükmü çıkarabilir miyiz Efendim: Türk müziğine evvela devleti temsil eden yöneticilerimiz sâhip çıkacaklar. Türk müziğini hoyrat ellerden böylece kurtaracağız.
Rit: Çok doğru.
Çetinoğlu: Türk müziğinde; piyano, gitar, flüt, kontrbas gibi batılara ait müzik âletlerinin kullanılmasını nasıl buluyorsunuz?
Rit: Ben muhafazakâr düşünüyorum: Hatta o kadarki, mesela klarnet yalnızca fasıllarda olmalıdır. Diyorum. Öyle düşünüyorum.
Japonya gittik. Eşlik eden sazlar: kemençe, kanun, ut, tambur, ney ve bendir idi. Japonlar çok beğendiler, ayakta alkışladılar. Türk müziği böyle icra edilir.
Piyano olabilir. Münir Nurettin Bey; Mesut Cemil’in bestelediği ‘Kanatları gümüş bir yavru kuş’ sözleriyle başlayan şarkıyı, yalnızca piyano eşliğinde okumuştu. Güzel olmuştu. Piyano olabilir. Fakat gitar, flüt, kontrbas gibi müzik aletlerinin Türk müziğinde kullanılmasına karşıyım.
Çetinoğlu: Viyolonsel?
Rit: Eh işte. Fakat keman yeterlidir. Hatta keman bile batı menşeli bir müzik aletidir. Fakat artık Türk müziği sazları arasında sayılıyor. Bence klasik kemençe daha uygun olur.
Çetinoğlu: Darbuka?
Rit: Hiç olmaz. Daire ve bendir bir dereceye kadar…
Çetinoğlu: Santur?
Rit: Santura ‘Evet’ Derim. Zühtü Bardakoğlu vardı. Hüsnü Tüzüner vardı. Olabilir tabiî ki.
Benim idealimdeki saz heyeti: Kemençe, kanun, tanbur, ut, ney ve bendir.
Çetinoğlu: Altı saz.
Rit: Bu sazlarla Avrupa’da 6 şehir dolaştık. Dinleyiciler; ‘Bizleri büyülediniz.’ Dediler.
Çetinoğlu: Türk müziğinde farklı bir tarz deneyen İsmet Nedim ve rahmetli Yıldırım Gürses ile benzeri sanatkârlar hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
Rit: ‘Yeniliğe bir adım atılmış…’ Diye düşünelim. Sevenler, beğenenler olabilir. Fakat muhafazakâr yönüm sebebiyle bana hitap etmiyor. Yıldırım Gürses’in eserleri hâlâ okunuyor. Bana, Şevki Bey’in, Hacı Ârif bey’in eserlerinin verdiği hazzı vermiyor. ‘Fantezi’ olarak isimlendirilen besteler, mevsimlik çiçek gibidir. Uzun ömürlü olamıyor.
Çetinoğlu: Şunu söyleyebilir miyiz? Onlar da Türk musikisine belli sayıda dinleyici veya hayran kazandırmış olabilirler.
Rit: Tabii. ‘Yapılmasaydı.’ Demiyorum. Kalıcı bestelerde iki malzeme, çok iyi kullanılmalı.
Çetinoğlu: ‘İki malzeme…’ Derken?
Rit: Beste ve melodi…
Çetinoğlu: Başarılı bir Türk müziği sanatkârı olabilmek için en uygun metod; meşk usulü müdür, nota eğitimi mi?
Rit: Meşksiz olmaz. Nota da şart tabiî ki.
Çetinoğlu: ‘İkisi bir arada’ diyorsunuz.
Rit: Evet. Çok eskiden, notaya geçmeden önce; yere oturulur, dizlere avuç içi ile vurularak meşk edilirdi. Meşk, eserlerin muhafaza ve dizilişi bakımından önemlidir. Bir başka önemli husus;
kelimelerin telaffuzu, vurgu yapılacak hecelerin belirlenmesi meşk ile olur. Telaffuz çok önemlidir.
Çetinoğlu: Bantlardan, plaktan veya CD’lerden dinlemek meşkin yerini tutabilir mi?
Rit: Hayır tutmaz.
Çetinoğlu: Neden?
Rit: İnsan, telaffuzda, vurguda yaptığı hatayı fark etmeyebilir. Hoca uyarır ve düzeltir. Tekrarlıyorum, nota bilmek de şarttır. Notasız olmaz.
Çetinoğlu: İnsanlarımız; sahne ve perde sanatkârlarını rol model olarak kabulleniyorlar. Bu sebeple sorumlulukları söz konusudur. Bu sorumlulukların gereği olarak sanatkârlar, yaşayışlarında nelere dikkat etmelidirler?
Rit: Giyim-kuşamdan yeme-içmeye, özel hayatına… Her şeyine dikkat etmeli. Konuşmasına, davranışlarına dikkat etmeli. Hitap ettiği kişilerin kültürüne saygılı olmalı. Her şeyi ile belli bir seviyenin üzerinde olmalı. Güzel konuşabilmeli. Genel kültür alanında yeterli ölçüde bilgi sâhibi olmalı. Minimumdan optimuma doğru değil, daima optimumdan maksimuma uzanan bir çizgi takip etmeli. Edebiyat kültürü olacak, müzik bilgisi olacak, kültürlü olacak. Görünüm itibariyle zarif olacak, aşırı kilolu olmayacak.
Çetinoğlu: ‘Sanatkâr ahlâkı’ kavramı, sizde neleri çağrıştırıyor?
Rit: Kabul etmek mecburiyetindeyiz: Günümüz insanı, atalarından daha bilgili. Fakat onlardan daha ahlaklı değil.
Görüşmemizin bir bölümünde geçti: Sanatkârlar, insanlarımız tarafından rol model olarak kabul ediliyor. O halde sanatkâr, ahlaklı olmalı ki, onu rol model olarak kabul edenler de ahlaklı olsunlar.
Sıradan bir insan, ahlaken zayıf olursa, kendisine ve yakın çevresine zarar verir. Sanatkârda ahlakî zaaf varsa, toplumda bozulma başlar. Sanatkâr ahlakı, daha sağlıklı bir toplum için ‘olmazsa olmaz’ ölçüsünde gerekliliktir.
Çetinoğlu: Müzik sanatı ile edebiyat, kültür ve Türkçenin doğru telaffuz edilmesi arasındaki bağlantı ve önemi konusunda neler söylemek istersiniz?
Rit: Ses sanatkârı Türkçeyi çok iyi bilmeli. Konuşurken ve şarkı söylerken mahallî telafuzların tesirinde kalmamalı. Sanatkâr, İstanbul lehçesi ile konuşmalı.
Çetinoğlu: Köklü bir müzik geleneğimiz olmasına rağmen, insanlarımızın çoğunluğu, kendi müziğimizi yeterince tanımıyor, ilgilenmiyor ve dinlemiyor. Ve hatta küçümseyenler var. Ne zaman, nerede hatâ yapıldı ki bu durumdayız?
Rit: Hatâ bizlerde ve bestekârlarda. Basit ve kolay olan tercih edildi. Türk müziği hatâlı icra edildi. Seviye kaybı olunca radyolarda Türk müziği yasaklandı. İnsanlar, Arap müziğini dinlemeye başladılar. Arabesk böyle doğdu. Basit ve kolay, melodisi zayıf ve fakat ritmik hareketliliği olan şarkılar çoğaldı. İnsanlar, böyle bir müziğe alıştırıldı. Müzik eğitimi ihmal edildi. Hatâlar saymakla bitmez. Dünyanın her yerinde kolaya temâyül daha fazladır.
Çetinoğlu: Sanatkârlar derin sularda yüzmeyi severler. Siz derin sulara hangi ümitlerle dalarsınız?
Rit: Ülkemde hiçbir insanın Allah’tan başka bir güç önünde başını eğmeyeceği bir hayat ortamı hayal ederim.

RIZA RİT:

1925 yılında İstanbul’da doğdu. Mûsıkiyle meşgul olan ve seven bir aile içerisinde büyüdü. Annesi ud ve piyano, babası keman çalıyordu. Mîsikinin her türünü sevdiği için radyodan dinlediği yayınların yanısıra, kapağında köpek resmi bulunan yeşil renkli Sahibinin Sesi marka gramofonda başta Münir Nurettin Selçuk olmak üzere birçok sanatkârın 78’lik taş plaklarını dinleyerek müziğe bağlandı. Radyodaki fasıl programlarını ve klasik koronun programlarını takip etti. Mûsikiye intisap etmeme sebep olan Münir Nureddin Selçuk konserlerine hiçbirini kaçırmadan gitti.
Lise tahsili sırasında Şerif İçli ile tanışarak eserlerinden ve nota arşivinden istifade etti. Aynı lisede okuyan, Kemani Selahaddin İnal ve Tanbûri Ferit Sıdal’a beraber uzun süre müzik çalıştı.
1946 yılında Ankara Radyosunda ilk solo neşriyatını bu iki arkadaşı ile beraber gerçekleştirdi. O zamanlar Mesud Cemil ve Cevdet Kozanoğlunun teşvik ve takdir dolu sözleri onlara müzik çalışmalarında büyük destek oldu. Daha sonraları Kanuni olan kardeşi Hilmi Rit’in de ekibe katılmasıyla oluşan grupla senelerce çalıştı.
1944 – 1948 yılları arasında İstanbul Üniversitesinde Eczacılık Fakültesindeki tahsili sırasında, Abdülkâdir Töre, Eyyübi Ali Rıza Şengel, Cemal Kâmil Gönenç, Necmi Rıza Ahıskan, Kemencevi Hadiye Ötüken, Dede Süleyman Erguner, Neşat Halil Öztan ve Mildan Niyazi Ayomak gibi üstadların bulunduğu bir derneğin çalışmalarına katıldı. Bu arada Udi Fahri Kopuz’d an da istifade etti. Aynı yıllarda İcra Heyetinin bütün konserlerini dinleme imkânını buldu. 1953 yılında İstanbul Radyosunda solist ve korist olarak göreve başladı. Aynı yıl Üniversiteden arkadaşı olan Nevzat Atlığ ‘ın teşvikiyle, İstanbul Belediye Konservatuarı Türk Mûsikisi İcra Heyetine girdi. Bir süre sonra Münir Nurettin Selçuk İcrâ Heyeti şefliğine getirildi. Ölümüne kadar mûsiki adına kendisinden çok şeyler öğrendi.
1978 – 1981 ve 1981 – 1984 yılları arasında iki dönem TRT yönetim kurulunda Türk Mûsikisi temsilcisi olarak görev yaptı. Dinî ne Dindışı Türk Müziği İcra eden topluluklarda ve İstanbul Sema Gurubu ile yurt içi ve yurt dışı konserlere katıldı. 1981 yılında bu grubun şefliğine getirildi. Halen bu görevi devam etmektedir. İstanbul Üniversitesi Türk Mûsikisi İcra Heyetinin İstanbul Festivali konserlerini, TV programlarını, ayrıca Almanya, Yugoslavya, Suudi Arabistan ve Mısır’daki konserlerini yönetti. 1990 senesinde Türk – Japon dostluğu çerçevesindeki 100. yıl kutlamalarına katıIdı. Halen TRT İstanbul Radyosu Klasik korosunu yönetiyor, Aynı zamanda eczacı olduğu için genç eczacıların kurdukları amatör koroyu da çalıştırıyor.

SANATINI İCRA ETTİĞİ DÖNEMLERİN BASININDA RIZA RİT İÇİN YAZILANLAR:
İdeal Türk musikisinin yeni siması: Rıza Rit
Konservatuarın son Türk Musikisi konserinde Rıza Rit’in okuduğu solo şarkıları büyük bir takdir ve alâka toplamıştır. Musiki münekkidi Ercüment Berker, son yazdığı kritikte; Rıza Rit hakkında aynen şöyle demektedir:
‘Solosunu ilk defa dinlediğim bu sanatkârın okuyuşundaki tabii, ciddî ve vakur hal, nüans tatbik etmekte gösterdiği olgunluk ve bilhassa tasannudan uzak oluşu ideal Türk Musikisine yeni bir kıymet daha kazanmakta olduğumuzu müjdeledi.’

(Son Posta Gazetesi, 1955)
Rıza Rit’in, Münir Nurettin Selçuk hakkında kaleme aldığı bir yazı:
‘Doğu müzik âleminin gelmiş geçmiş en büyük ses sanatkarı Münir Nurettin Selçuk’u kaybedeli 23 yıl oldu.Yeri asla doldurulamayacak olan üstad, Türk müziğinde Avrupaî bir hava oluşturmuş, üslubu, okuyuş tavır ve tarzı ile müziğimizde devrim yapmış ve başlı başına bir ekol meydana getirmiştir. 14 yaşında Kadıköy Apollo Tiyatrosu’nda ilk defa sahneye çıktığı günden, son anına kadar doyulmayan ilahî, eşsiz sesi ve asil tavrı ile ata yadigârı eserleri bir bayrak gibi vatan sathına yaymıştır. Başta icracılığı olmak üzere besteciliği, hocalığı, şefliği ile müziğimize ve konservatuarımıza çeyrek yüzyıl yaptığı hizmetleri birkaç satıra sığdıramayız. Günlük ucuz başarıyı bir tarafa iterek, sanatı ile gönüllerin ve hakikatlerin fatihi olan üstad Münir Nurettin Selçuk, eşsiz sesine mükemmel bir müzik bir eğitimini de ekleyerek erişilmez sanat mertebesine çıkmıştır. 1948 yılında İstanbul’u ziyaret eden ve üstadı dinleyen dünyaca ünlü viyolonselist Gaspar Cassado şunları söylemiştir: ‘Bu ses başka bir âlemden geliyor. Teknik bakımdan bu kadar geniş bir nefesli sanatçıya az rastlanır. Bu nefeste bu kadar uzun söylenen bir ses işitmemiştim. Tam nefes alacağını hissediyorum, gene devam ediyor. Artık ciğerlerini boşaldığını zannediyorum, gene devam ediyor ve gene devam ediyor.’
Büyük şairimiz Yahya Kemal ise, üstad için şunları söylüyor: ‘Bu devirde yaşayan ihtiyar, orta yaşlı ve genç vatandaşlar eski müziğimizin bestelerini Münir Nurettin Selçuk’dan dinledikleri için talihlidirler.’
Satırlarımı büyük sanatçımızı saygı ve minnetle anarak bitiriyorum, Ruhu şad olsun.
(Rıza Rit. Nisan 1999)

 

Önceki İçerikSadaka-i Cariye ve Camilerimiz
Sonraki İçerik‘Dil konusunda hassas insanlarımızın sayısını artırmak gerekir’ Prof. Dr. MUSTAFA ARGUNŞAH ile Türkçe üzerine sohbet
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.