Kaşgarlı Mahmud eserini 1072 yılında Bağdat’ta iken yazmaya başladı. 12 Şubat 1074’te tamamladı. Son iki yıl içerisinde de dört defa, baştan sona kadar gözden geçirerek 1076’da son şeklini verdi. 1077 yılında Abbasî Halifesi Muktedî bi-Emrillâh’ın oğlu Ebü’l-Kasım Abdullah’a teslim etti. TÜRK DÜNYASINDAN BİR DERGİ: SÛRÂ 1905 yılında, Birinci Rus İhtilâli’nin getirdiği hürriyet havası içinde, Rusya Müslümanlarının kültür merkezlerinden sayılan Orenburg’un zengin Kazan Türklerinden Ramioğulları (Remiyevler) Ailesi tarafından masrafları karşılanan ve 13 Aralık 1907’de çıkış izni alınan derginin adını Rızâeddin Fahreddin koymuş ve başyazarlığını yapmıştır. İlk sayısı 10 Ocak 1908’de çıkmış, 1917 yılının sonuna kadar on beş günlük aralıklarla 239 sayı yayımlanmıştır. İdil-Ural Müslümanlarının en iyi matbaalarından olan Vakit Matbaası’nda basılan dergi, 1917 Ekim Devrimi’nden önce en uzun ömürlü ve baskı kalitesi en yüksek yayın organı kabul edilmektedir. Rızâeddin Fahreddin, derginin ilk sayısına yazdığı ‘Meslek ve Maksat’ başlıklı yazıda amaçlarının Rusya Müslümanlarına hizmet etmek olduğunu belirtmiş, milletin ilim ve irfanını geliştirmek maksadıyla bir meşveret meclisi kuracaklarını, isteyenlerin bu mecliste konuşabileceğini, okuyucularını memnun etmek için gayret göstereceklerini dile getirmiş ve dergi kapanıncaya kadar bu hedeflerine sadık kalmıştır. Sayfa düzeni ve teknik işleriyle şair Derdmend (Zakir Remiev) ilgilenmiştir. Şûrâ, Osmanlı Türkçesi ile karışık Kazan Türklerinin edebî dilinde çıktığından Osmanlı Türkleri tarafından da okunabiliyordu. İlk sayısından itibaren dergide ‘Meşhur Adamlar ve Büyük Hadiseler’, ‘Makaleler’, ‘Terbiye ve Tâlim’, ‘Keşfiyyât ve İhtiraât’, ‘Takriz ve Tenkitler’, ‘Siyasî Durum’, ‘Sorular ve Cevaplar’, ‘Hikâye’, ‘Şiir’, ‘İbretli Sözler ve Darbımeseller’, ‘İlânlar’ gibi başlıklar yer almıştır. Rızâeddin Fahreddin’in kaleme aldığı 700’e yakın makalede Türk halklarının tarihi, Kazan Türklerinin sosyal, kültürel ve siyasî hayatları, meşhur doğulu ve batılı düşünürlerin hayat hikâyeleri üzerinde durulmuştur. Yayımlanan çok sayıda makale edebiyat, içtimaiyat, tarih, eğitim, dil, felsefe, fen, matbuat, sanat ve iktisat gibi konulardadır. Ayrıca şiir, kitap tanıtımı ve okuyucu mektuplarına da yer verilmiştir. Fikir olarak Cedîdciliğin savunulduğu yayınların başında gelen dergi sayfalarını başta öğretmenler, imamlar ve öğrenciler olmak üzere zengin iş adamları, kadılar, âlim, tüccar, molla ve askerlere kadar her zümreye açmıştır. Dergide toplam 880 makale yazarının yer aldığı tespit edilmiştir. Bunlar arasında Fâtih Kerimî, Burhan Şeref, Abdurrahman Fahreddin, Alimcan İdrîsî, Mûsâ Cârullah, Hâdi Atlas, Mehmed Hanefî, Abdurrahman Sâdi, Abdurrahman Mustafa, Zâkir Remiyev, Zeki Velidi Togan, Cemâleddin Velidi, Vakıf Celâl gibi isimler bulunmaktadır. Kadın yazarları ise M. Akçurina ve Z. Saide idi. Ayrıca 150’nin üzerindeki makaleyle Azeri, Kazak, Özbek ve Uygur yazarları dergiye katkıda bulunmuştur. Derginin 15. sayısından itibaren kırk satırdan az, altmış satırdan fazla olmamak üzere hangi konuda olursa olsun hiçbir yabansı söz karıştırılmadan halis Türkçe ile yazılmak şartıyla bir makale yarışması düzenlenmiş, gönderilen makalelerden yapılan bir seçki ‘Şûrâ’nın Til (dil) Yarışı’ adıyla, 1910 yılında Orenburg’da kitap halinde neşredilmiştir. Bu yarışmayla ana dilinin korunması ve Arapça, Farsça dâhil dilin yabancı kelimelerden kurtarılması amaçlanmıştı. Rızâeddin Fahreddin mezar taşlarının bile sade bir Türkçe ile yazılmasını istiyordu. Dergi sayfalarına akseden tartışmalardan biri ‘Tatar mı, Türk mü?’ konusudur. Kendilerine Türk denilmesine taraftar olan Rızâeddin Fahreddin bu düşüncesinden dolayı ağır eleştirilere uğramıştır. Şûrâ’da yayımlanan bazı yazılar daha sonra kitap olarak da basılmıştır. Dergiye gönderildiği halde neşredilemeyen şiirler 1910 yılında ‘Basılmayan Şiir Mecmuası’ adıyla yayımlanmış, devrinde büyük yankı uyandıran Musa Cârullah’ın ‘Raahmet-i İlahiyye Bürhanları’ ve ‘İnsanların Akide-i İlâhiyyelerine Bir Nazar’ adlı dizi yazılan 1911’de kitap haline getirilmiştir. İstanbul, Kahire, Beyrut, Medine, Paris, Viyana, Petersburg, Moskova gibi şehirlerden gönderilen mektuplar derginin çok geniş bir coğrafyada okunduğunu göstermektedir. Dergide ayrıca Rusça, Türkçe, Arapça, Farsça ve batı dillerinde yayımlanan gazete ve dergilerden yapılan alıntılara yer verilmiştir. Şûrâ 1917 yılına kadar neşredilen Kazan Türkleri süreli yayınlarınca olumlu değerlendirilmiş, Rusya Bilimler Akademisi’nin çıkardığı Mir İslâma dergisi ondan uzun iktibaslar yapmış, Türk Yurdu dergiden övücü ifadelerle söz etmiştir. Sovyet döneminde ise bütün süreli yayınlar gibi; ‘milliyetçi, burjuvazi taraftarı, panislâmist, pantürkist’ gibi ithamlara mâruz kalmıştır. 1917 Ekim İhtilâli’nin getirdiği özgürlükler sebebiyle işçi haklarının artması ve grevler neticesinde sıkıntıya düşen Vakit Matbaası 26 Ocak 1918’de Orenburg Müslüman Savaş Komitesi tarafından kapatılınca derginin yayımı da sona ermiştir. TÜRK DİLİ ÜZERİNDE OYUNLAR NURULLAH AYDIN Yabancı dil belâsı ciddi tehdittir. Türklüğe düşman olanlar, iki konuyla uğraşıyor: Dil ve din. Türkçe, yavaş yavaş okullarımızdan, yazılı ve görüntülü basınımızdan, kültür ve sanatımızdan, eğlencemizden, sokağımızdan ve hatta mutfağımızdan kovulmaktadır. Her devirde bir belâ ile baş etmek durumunda kalan ve tarihi dört bin beş yüz yıl öncesine dayanan dilimiz, yeryüzünde bugüne kadar Göktürk, Uygur, Arap, Kiril ve Latin alfabeleri ile yazıda hayat buldu. Türkçe, Ural-Altay dil ailesinin Altay grubundandır. Bu grupta Moğolca yer alır. Her yere ulamaya çalıştığımız -tay eki Moğolca’dan gelmedir ve çok kullandığımız kurultay, sayıştay, çalıştay gibi kelimeler böyle türetilmiştir. Türkçe, sondan eklemeli bir dildir ve ön ek yoktur. Sonuna yapım ve çekim ekleri getirilen kök değişmez ve her Türkçe kelimenin kök ve eki birbirinden kolayca ayrılabilir. Türk Dil Kurumu’nun son yayınladığı Türkçe Sözlük’te 104.481 söz varlığı yer alıyor. Üç yüz milyon insanın konuştuğu Türkçe, böylesine zengin. Zaman içinde halkın çok sayıda başka dilden aldığı kelime var. Bunları kendi hançeremize, vurgu ve uyuma göre Türkçeleştirmişiz. Alınan bu emanet kelimelerin çok daha fazlasını da Fransızca ve Almanca başta olmak üzere otuza yakın dile vermişiz. Almanca ve Fransızcada wilajet (vilayet), yaourt (yoğurt), cossack (kazak), caravanserai (kervansaray) ve kajak (kayak) gibi pek çok Türkçe kelime yer alıyor… Ancak bu ülkenin sözde aydınları, Türkçe ile çağdaş ilim yapılamayacağını söyleyebiliyor. Yine onlara göre Türkçe, ileri seviyede bir kültür dili olamaz. Ana sınıflarımıza bilim dili diye İngilizceyi, İslam dili diye Arapçayı soktular. Üniversitelerimize zaten yabancı dille öğretim yerleşti. Şimdi çocuklarımız matematiği, fiziği, psikolojiyi ve hatta lojistiği İngilizce öğreniyor. Hasılı başka dilde konuşup başka dilde düşünen nesiller yolda. Türkçenin yeni belâsı yabancı dil salgını… Dil, lehçe, şive ve ağızdan haberi bile olmayan, sözcüğün asıl mı, asil üye mi olduğunu kestiremeyen, iki nokta (:) ile noktalı virgülü (;) nerede kullanacağını bilemeyen, bilmem kimin yazılarını yakışıklı (!) bulan, haberleri moderatör namıyla sunan, televizyona ‘tivi’ diyen, dolmuş, buzdolabı, durak, bilgisayar gibi halkın bulduğu Türkçesi dururken ‘kompitür’ demeyi üstünlük sanan, Mr. Marjinal olmakla övünen entel aydınların Türkçeyi vatanından kovma harekâtı başarıya ulaşmak üzeredir! Şimdi soruyoruz: Türkiye’den başka hangi devletin öğretim dili, yabancı bir dil? Yabancı dile ihtiyaç duyana, başka yöntemlerle öğretmek varken, neden yabancı dille öğretimde ısrar ediliyor? Yabancı dil, amaç değil araçtır. Bir insan, dünyayı en iyi kendi dilinde algılayabilir. Türkiye, emperyalizmin sömürgelere dayattığı bu yabancı dil istilasından kurtarılmalıdır. Yoksa gidişat hayra alâmet değildir. Neticede; ‘Sanatçı, klip çekimi için start aldı’, ‘Yaşam boyu onur ödülü’, ‘herılt yani’, ‘okey, üç gibi kafede buluşuruz’ ve ‘medya kritik’ gibi garip yaratıklar peydahlanıverir! İşte size bir inşaat şirketinin reklamı: ‘Doğa üstü bir yaşam!’ Ne yani orası hayaletler âlemi veya öteki dünya mı? Spor programından bir cümle: ‘Süper Lig’te heyecan tüm hızıyla devam ediyor!’ (Heyecan’ın süratlisini de hiç duymamıştık!) Türkçe’nin başı İngilizce ve Arapça ile dertte dostlar, dertte!.. Günün Sözü: Dili bozulan bir toplumun çözülmesi kaçınılmazdır. BİR FIKRA: TÜRK SOYU: Tarihte Türk ırkı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Çin, Latin ve Grek kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Bunun sebebi ise Türklerin tarih boyunca en çok temasının Moğollarla olmasıdır. Moğol kitleleri yıllarca Türklerin idaresinde yaşamış, göçlere, savaşlara Türklerle beraber katılmışlardır. Bunun sonucunda bu kaynaklar Türk ile Moğol tipini birbirine karıştırmıştır. Son yarım asır içinde yapılan ilmî çalışmalar ve araştırmalar sonucu Türklerin beyaz ırka mensup bulundukları, yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan ‘Europid’ adı verilen grubun ‘Turanid’ tipine mensup bulundukları anlaşılmıştır. Kafa yapıları Brakisfal (yuvarlak kafalı)dır. Türklerin kendilerini başta ‘Mongolid’ Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolik çizgilere sahip oldukları tespit edilmiştir. Türklerin hâkim vasfı beyaz renk, düz burun, değirmi çene, hafif dalgalı saç, orta gürlükte sakal ve bıyıktır. Turan tipine örnek olan Türkistan, Maveraünehir ve diğer Yakın Doğu Türkleri beyaz tenli, koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü, endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğin timsali olarak gösterilmiş hatta İran edebiyatında ‘Türk’ kelimesi ‘Güzel İnsan’ manasında kullanılmıştır. Tevrat’ta nakledilen bir rivayette ise Türk soyunun Ham ve Sam’dan değil, Yafes’den türemiş olarak beyaz ırktan geldiği gösterilmiştir. BAHTİYAR VAHAPZADE’DEN İKİ ŞİİR: ALLAH İdrakte yol açmış geceden gündüze Allah. Allah! Biliriz cisim değil, ya nedir Allah? Bildik, biliriz, gizlidir insandaki kudret, ANA DİLİ Dil açanda ilk defa ‘ana’ söylerik biz Bu dil – bizim ruhumuz, eşgimiz, canımızdır, |