Türk Dünyasını Aydınlatanlar: Kaşgarlı Mahmud ve Divanü Lügati’t-Türk

110

 
Tam adı Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed’dir. 1008 yılında Kaşgar şehrinde dünyaya geldi. 1105 yılında, 97 yaşında vefât etti. Türk-İslâm kültürüne ait eserlerinin ilklerinden ve en önemlilerinden biri olan Dîvanü Lügati’t-Türk isimli eserin yazarıdır.

Kaşgarlı Mahmud eserini 1072 yılında Bağdat’ta iken yazmaya başladı. 12 Şubat 1074’te tamamladı. Son iki yıl içerisinde de dört defa, baştan sona kadar gözden geçirerek 1076’da son şeklini verdi. 1077 yılında Abbasî Halifesi Muktedî bi-Emrillâh’ın oğlu Ebü’l-Kasım Abdullah’a teslim etti.
Bağdat’ta bulunduğu yıllarda, sohbetleri ile de hizmetlerini sürdürdü. O, çağın âlimleri olan İbn-i Fadlan, Tahir Merzevî ve Beyhâki gibi isimler arasında önemli bir makama sahipti.
Mensubu bulunduğu Türk Milleti’nin sosyal, içtimâî ve kültür hayatını İslâm Âlemi’ne tanıttı. İslâmiyet’i kabul eden ilk Türk ülkesi Karahanlılar Devleti’nin vatandaşı olması sebebiyle kendisine çok önem veriliyordu. Karahanlı Devleti’nde resmî dil Türkçe idi. Eserini Türkçe yazdı ve ülkesini Arap dünyasında kültür elçisi olarak temsil etti. 
Kaşgarlı Mahmud’u, ilk Türk Milliyetçilerinden biri olarak kabul etmek, hatâlı bir değerlendirme olmaz.  O, Kutadgu Bilig isimli eserin yazarı Yusuf Has Hacib ile birlikte, Türk dil birliğinin temelini attı. O temel, asırları aşıp günümüze ulaştı. Batı ucunu Adriyatik Denizi’ne kadar uzatabileceğimiz İpek Yolu boyunca ve çevresinde seyâhat eden bir Türk, tercümana ihtiyaç hissetmeden meramını ana dili ile anlatabilir. Bu olgu, Kaşgarlı Mahmud ile Yusuf Has Hacib’in, büyük Türk Milleti’ne armağanıdır.
Kaşgarlı Mahmud’un, Kitabu Cevahir’n-Nahv fi Lügati’t-Türkî – Türk Dili’nin Nahiv Cevherleri isimli bir eseri daha olduğu biliniyor.  Nerede nasıl kaybolduğu bilinmeyen bu eser, günümüze ulaşamamıştır.  Kaşgarlı Mahmud’un aziz naaşı, adına yaptırılan Mahmudiye Medresesi’ndedir.
DİVANÜ LÜGATİ’T-TÜRK
Kahramanlar sadece eli kılıç sallayanlar değildir. Eli kalem tutanlar, ilimleriyle, bilgileriyle toplumlara ışık olanlar da birer kahramandır. Hiç şüphesiz kılıçlarıyla, süngüleriyle savaşanlara vatan ve millet sevgisini aşılayanlar, kalem üstadlarıdır.
Milletler ve onların ortaya koydukları kültürler yalnızca silâh gücüyle ayakta duramaz veya varlıklarını sürdüremezler. Mutlaka bir halkın şekillendirdiği millî kültür sağlam temellere dayanmalıdır. Dolayısıyla bir toplumun hayat devresinin uzun olabilmesi, millî benliğini koruyan kültürünün de çok köklü bulunmasına bağlıdır.
Dil, din, edebiyat, mimarî, müzik, resim, hukuk vs. hepsi kültürün bir unsurudur. Bunları meydana getirenler elbette halkın kendisi olmakla birlikte, onun içindeki sanatkârlar ve ilim adamlarıdır. Türk kültürüne yön veren, mazimizin abide şahsiyetlerinden birisi de, Kaşgarlı Mahmud’dur. Onun hakkında bugüne kadar çok şey söylendi ve yazıldı. Şüphesiz ki bundan sonra da söylenecek ve yazılacak. Biz de, burada sizlere Türk milletinin yakından tanıdığı Kaşgarlı Mahmud’u ve onun muhteşem eserini belki de bir kez daha anlatmaya çalışacağız.
Divanü Lûgat-it-Türk diye adlanan, bu harika Türklük bilimi sözlüğünü kaleme alan Türk’ün ismi de Kaşgarlı Mahmud olarak bilinmektedir. O, bugünkü Issık Göl yakınlarındaki tarihî Barsgan şehrindendir. 11. asrın ikinci yarısında, Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılan bu Türkçe sözlük kitabından Kaşgarlı Mahmud’un yüzde yüz Türk olduğunu öğrenmekteyiz. Bunu söylemekteki maksadımız, zaman zaman Kaşgarlı Mahmud’un Arapça ve Farsçayı mükemmel bilmesinden dolayı, ona başka kimlikler de uydurulması yüzündendir. Hatta, yine Divanü Lû-gat-it-Türk’e göre, sadece Türk olmakla kalmıyor, kendisini Karahanlı sülâlesine de bağlıyor ki, bu da onun kimliği hususunda önemli bir ip-ucudur. Çocukluğundan itibaren ciddî bir medrese eğitimi alan Kaşgarlı Mahmud, arapça ve farsça gibi yabancı dillerin dışında, pek çok Türk şivesini de konuşabiliyordu.
Divanü Lûgat-it-Türk’e bazan bir gramer kitabı da deniyor. Biz buna da karşıyız. Bu eser yalnızca bir gramer kitabından çok farklı özelliklere sahiptir. Onun için kitabı tek bir kategoriye sokmak da yanlıştır. Elbette bu özelliği de inkâr edilemez; ancak Divanü Lûgat-it-Türk’te Türk milletinin büyüklüğünü, kahramanlığını, ilmini, sanatını, devlet teşkilâtını, ekonomik hayatını ve daha pek çok konuları da görebiliyoruz.
Kaşgarlı Mahmud aynı zamanda büyük bir Türk milliyetçisidir. O, Türklüğe âşık bir bilgedir. Bunun en güzel delili de, İslam camiası içerisinde Peygamberin ırkı olması hasebiyle, Araplara karşı duyulan sevgi ve saygıyla beraber, Arap milliyetçiliğinin karşısında Türkçülüğün savunuculuğunu yapmasıdır. Şöyle ki, Divanü Lûgat-it-Türk’te rastladığımız Hz. Muhammed’e ait pek çok hadis Türk milletinin üstünlüğünü ve seçilmiş bir ırk olduğunu ortaya koymaya yöneliktir.
Kaşgarlı Mahmud gibi büyük bir Türk milliyetçisi tarafından yazılan Divanü Lûgat-it-Türk, yine değerli ilim adamlarımızdan Ali Emirî Efendi sayesinde ortaya çıkmış, Talat Paşa’nın himmetiyle ve İstanbul’da Kilisli Rıfat’ın üstün gayretiyle de basıldıktan sonra, Besim Atalay şu anki mevcut baskısını hazırlamıştır.
Kaşgarlı Mahmud çok ince bir düşünce ile bütün Türk boylarının yerlerini ilk Türk coğrafya haritası diyebileceğimiz haritasında da belirtiyor. Ayrıca bu kabilelerin sosyal hayatlarına dair bilgilerin yanı-sıra şiir ve musiki gibi özelliklerini de konu etmesi bakımından çok değerlidir. Türk kültür tarihçilerinin asla vazgeçemediği ana kaynakların başında Divanü Lûgat-it-Türk gelmektedir. İyi ki böyle bir eser vücuda getirilmiş. Yoksa şimdi bir sürü kültür meselesini hâlâ tartışıyor olacaktık. Bize büyük bir kolaylık sağladığı için Kaşgarlı Mahmud’a minnettarız.

TÜRK DÜNYASINDAN BİR DERGİ:

SÛRÂ

1905 yılında, Birinci Rus İhtilâli’nin getirdiği hürriyet havası içinde, Rusya Müslümanlarının kültür merkezlerinden sayılan Orenburg’un zengin Kazan Türklerinden Ramioğulları (Remiyevler) Ailesi tarafından masrafları karşılanan ve 13 Aralık 1907’de çıkış izni alınan derginin adını Rızâeddin Fahreddin koymuş ve başyazarlığını yapmıştır. İlk sayısı 10 Ocak 1908’de çıkmış, 1917 yılının sonuna kadar on beş günlük aralıklarla 239 sayı yayımlanmıştır. İdil-Ural Müslümanlarının en iyi matbaalarından olan Vakit Matbaası’nda basılan dergi, 1917 Ekim Devrimi’nden önce en uzun ömürlü ve baskı kalitesi en yüksek yayın organı kabul edilmektedir. Rızâeddin Fahreddin, derginin ilk sayısına yazdığı ‘Meslek ve Maksat’ başlıklı yazıda amaçlarının Rusya Müslümanlarına hizmet etmek olduğunu belirtmiş, milletin ilim ve irfanını geliştirmek maksadıyla bir meşveret meclisi kuracaklarını, isteyenlerin bu mecliste konuşabileceğini, okuyucularını memnun etmek için gayret göstereceklerini dile getirmiş ve dergi kapanıncaya kadar bu hedeflerine sadık kalmıştır. Sayfa düzeni ve teknik işleriyle şair Derdmend (Zakir Remiev) ilgilenmiştir. Şûrâ, Osmanlı Türkçesi ile karışık Kazan Türklerinin edebî dilinde çıktığından Osmanlı Türkleri tarafından da okunabiliyordu.

İlk sayısından itibaren dergide ‘Meşhur Adamlar ve Büyük Hadiseler’, ‘Makaleler’, ‘Terbiye ve Tâlim’, ‘Keşfiyyât ve İhtiraât’, ‘Takriz ve Tenkitler’, ‘Siyasî Durum’, ‘Sorular ve Cevaplar’, ‘Hikâye’, ‘Şiir’, ‘İbretli Sözler ve Darbımeseller’, ‘İlânlar’ gibi başlıklar yer almıştır. Rızâeddin Fahreddin’in kaleme aldığı 700’e yakın makalede Türk halklarının tarihi, Kazan Türklerinin sosyal, kültürel ve siyasî hayatları, meşhur doğulu ve batılı düşünürlerin hayat hikâyeleri üzerinde durulmuştur.

Yayımlanan çok sayıda makale edebiyat, içtimaiyat, tarih, eğitim, dil, felsefe, fen, matbuat, sanat ve iktisat gibi konulardadır. Ayrıca şiir, kitap tanıtımı ve okuyucu mektuplarına da yer verilmiştir. Fikir olarak Cedîdciliğin savunulduğu yayınların başında gelen dergi sayfalarını başta öğretmenler, imamlar ve öğrenciler olmak üzere zengin iş adamları, kadılar, âlim, tüccar, molla ve askerlere kadar her zümreye açmıştır. Dergide toplam 880 makale yazarının yer aldığı tespit edilmiştir. Bunlar arasında Fâtih Kerimî, Burhan Şeref, Abdurrahman Fahreddin, Alimcan İdrîsî, Mûsâ Cârullah, Hâdi Atlas, Mehmed Hanefî, Abdurrahman Sâdi, Abdurrahman Mustafa, Zâkir Remiyev, Zeki Velidi Togan, Cemâleddin Velidi, Vakıf Celâl gibi isimler bulunmaktadır. Kadın yazarları ise M. Akçurina ve Z. Saide idi. Ayrıca 150’nin üzerindeki makaleyle Azeri, Kazak, Özbek ve Uygur yazarları dergiye katkıda bulunmuştur.

Derginin 15. sayısından itibaren kırk satırdan az, altmış satırdan fazla olmamak üzere hangi konuda olursa olsun hiçbir yabansı söz karıştırılmadan halis Türkçe ile yazılmak şartıyla bir makale yarışması düzenlenmiş, gönderilen makalelerden yapılan bir seçki ‘Şûrâ’nın Til (dil) Yarışı’ adıyla, 1910 yılında Orenburg’da kitap halinde neşredilmiştir. Bu yarışmayla ana dilinin korunması ve Arapça, Farsça dâhil dilin yabancı kelimelerden kurtarılması amaçlanmıştı. Rızâeddin Fahreddin mezar taşlarının bile sade bir Türkçe ile yazılmasını istiyordu. Dergi sayfalarına akseden tartışmalardan biri ‘Tatar mı, Türk mü?’ konusudur. Kendilerine Türk denilmesine taraftar olan Rızâeddin Fahreddin bu düşüncesinden dolayı ağır eleştirilere uğramıştır. Şûrâ’da yayımlanan bazı yazılar daha sonra kitap olarak da basılmıştır.

Dergiye gönderildiği halde neşredilemeyen şiirler 1910 yılında ‘Basılmayan Şiir Mecmuası’ adıyla yayımlanmış, devrinde büyük yankı uyandıran Musa Cârullah’ın ‘Raahmet-i İlahiyye Bürhanları’ ve ‘İnsanların Akide-i İlâhiyyelerine Bir Nazar’ adlı dizi yazılan 1911’de kitap haline getirilmiştir.

İstanbul, Kahire, Beyrut, Medine, Paris, Viyana, Petersburg, Moskova gibi şehirlerden gönderilen mektuplar derginin çok geniş bir coğrafyada okunduğunu göstermektedir. Dergide ayrıca Rusça, Türkçe, Arapça, Farsça ve batı dillerinde yayımlanan gazete ve dergilerden yapılan alıntılara yer verilmiştir. Şûrâ 1917 yılına kadar neşredilen Kazan Türkleri süreli yayınlarınca olumlu değerlendirilmiş, Rusya Bilimler Akademisi’nin çıkardığı Mir İslâma dergisi ondan uzun iktibaslar yapmış, Türk Yurdu dergiden övücü ifadelerle söz etmiştir. Sovyet döneminde ise bütün süreli yayınlar gibi; ‘milliyetçi, burjuvazi taraftarı, panislâmist, pantürkist’ gibi ithamlara mâruz kalmıştır.

1917 Ekim İhtilâli’nin getirdiği özgürlükler sebebiyle işçi haklarının artması ve grevler neticesinde sıkıntıya düşen Vakit Matbaası 26 Ocak 1918’de Orenburg Müslüman Savaş Komitesi tarafından kapatılınca derginin yayımı da sona ermiştir.

TÜRK DİLİ ÜZERİNDE OYUNLAR

NURULLAH AYDIN

Yabancı dil belâsı ciddi tehdittir. Türklüğe düşman olanlar, iki konuyla uğraşıyor: Dil ve din.

Türkçe, yavaş yavaş okullarımızdan, yazılı ve görüntülü basınımızdan, kültür ve sanatımızdan, eğlencemizden, sokağımızdan ve hatta mutfağımızdan kovulmaktadır.

Her devirde bir belâ ile baş etmek durumunda kalan ve tarihi dört bin beş yüz yıl öncesine dayanan dilimiz, yeryüzünde bugüne kadar Göktürk, Uygur, Arap, Kiril ve Latin alfabeleri ile yazıda hayat buldu.

Türkçe, Ural-Altay dil ailesinin Altay grubundandır. Bu grupta Moğolca yer alır. Her yere ulamaya çalıştığımız -tay eki Moğolca’dan gelmedir ve çok kullandığımız kurultay, sayıştay, çalıştay gibi kelimeler böyle türetilmiştir.

Türkçe, sondan eklemeli bir dildir ve ön ek yoktur. Sonuna yapım ve çekim ekleri getirilen kök değişmez ve her Türkçe kelimenin kök ve eki birbirinden kolayca ayrılabilir.
İsim kök ve gövdelerine gelen yapım ekleri, fiil kök ve gövdelerine getirilemez.
Dilimizin kendine has, ses uyumu kuralları vardır.

Türk Dil Kurumu’nun son yayınladığı Türkçe Sözlük’te 104.481 söz varlığı yer alıyor. Üç yüz milyon insanın konuştuğu Türkçe, böylesine zengin. Zaman içinde halkın çok sayıda başka dilden aldığı kelime var. Bunları kendi hançeremize, vurgu ve uyuma göre Türkçeleştirmişiz. Alınan bu emanet kelimelerin çok daha fazlasını da Fransızca ve Almanca başta olmak üzere otuza yakın dile vermişiz. Almanca ve Fransızcada wilajet (vilayet), yaourt (yoğurt), cossack (kazak), caravanserai (kervansaray) ve kajak (kayak) gibi pek çok Türkçe kelime yer alıyor…

Ancak bu ülkenin sözde aydınları, Türkçe ile çağdaş ilim yapılamayacağını söyleyebiliyor. Yine onlara göre Türkçe, ileri seviyede bir kültür dili olamaz.

Ana sınıflarımıza bilim dili diye İngilizceyi, İslam dili diye Arapçayı soktular. Üniversitelerimize zaten yabancı dille öğretim yerleşti. Şimdi çocuklarımız matematiği, fiziği, psikolojiyi ve hatta lojistiği İngilizce öğreniyor. Hasılı başka dilde konuşup başka dilde düşünen nesiller yolda. Türkçenin yeni belâsı yabancı dil salgını…

Dil, lehçe, şive ve ağızdan haberi bile olmayan, sözcüğün asıl mı, asil üye mi olduğunu kestiremeyen, iki nokta (:) ile noktalı virgülü (;) nerede kullanacağını bilemeyen, bilmem kimin yazılarını yakışıklı (!) bulan, haberleri moderatör namıyla sunan, televizyona ‘tivi’ diyen, dolmuş, buzdolabı, durak, bilgisayar gibi halkın bulduğu Türkçesi dururken ‘kompitür’ demeyi üstünlük sanan, Mr. Marjinal olmakla övünen entel aydınların Türkçeyi vatanından kovma harekâtı başarıya ulaşmak üzeredir!

Şimdi soruyoruz:
Türkiye, resmî dili olan bağımsız bir devlet ise bütün okullarında öğretim dilinin sadece Türkçe olması gerekmez mi?

Türkiye’den başka hangi devletin öğretim dili, yabancı bir dil?

Yabancı dile ihtiyaç duyana, başka yöntemlerle öğretmek varken, neden yabancı dille öğretimde ısrar ediliyor? Yabancı dil, amaç değil araçtır. Bir insan, dünyayı en iyi kendi dilinde algılayabilir.

Türkiye, emperyalizmin sömürgelere dayattığı bu yabancı dil istilasından kurtarılmalıdır. Yoksa gidişat hayra alâmet değildir. Neticede; ‘Sanatçı, klip çekimi için start aldı’, ‘Yaşam boyu onur ödülü’, ‘herılt yani’, ‘okey, üç gibi kafede buluşuruz’ ve ‘medya kritik’ gibi garip yaratıklar peydahlanıverir!

İşte size bir inşaat şirketinin reklamı: ‘Doğa üstü bir yaşam!’ Ne yani orası hayaletler âlemi veya öteki dünya mı?

Spor programından bir cümle: ‘Süper Lig’te heyecan tüm hızıyla devam ediyor!’ (Heyecan’ın süratlisini de hiç duymamıştık!)

Türkçe’nin başı İngilizce ve Arapça ile dertte dostlar, dertte!..

Günün Sözü: Dili bozulan bir toplumun çözülmesi kaçınılmazdır.

BİR FIKRA:
Temel Anadolu Lisesi sınavına hazırlanmakta olan oğlu Dursun’a sormuş:
– Söyle pakayum Tursun, su kaç terecede kaynayi?
Dursun biraz düşündükten sonra cevap vermiş:
– Toksan terecede.
Bunun üzerine Temel oğluna yeni bir şey öğretme hazzıyla düzeltmiş cevabı:
– Pilemedun, toksan terecede tik açı kaynayi.

TÜRK SOYU:

Tarihte Türk ırkı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Çin, Latin ve Grek kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Bunun sebebi ise Türklerin tarih boyunca en çok temasının Moğollarla olmasıdır. Moğol kitleleri yıllarca Türklerin idaresinde yaşamış, göçlere, savaşlara Türklerle beraber katılmışlardır. Bunun sonucunda bu kaynaklar Türk ile Moğol tipini birbirine karıştırmıştır.

Son yarım asır içinde yapılan ilmî çalışmalar ve araştırmalar sonucu Türklerin beyaz ırka mensup bulundukları, yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan ‘Europid’ adı verilen grubun ‘Turanid’ tipine mensup bulundukları anlaşılmıştır. Kafa yapıları Brakisfal (yuvarlak kafalı)dır. Türklerin kendilerini başta ‘Mongolid’ Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolik çizgilere sahip oldukları tespit edilmiştir. Türklerin hâkim vasfı beyaz renk, düz burun, değirmi çene, hafif dalgalı saç, orta gürlükte sakal ve bıyıktır.

Turan tipine örnek olan Türkistan, Maveraünehir ve diğer Yakın Doğu Türkleri beyaz tenli, koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü, endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğin timsali olarak gösterilmiş hatta İran edebiyatında ‘Türk’ kelimesi ‘Güzel İnsan’ manasında kullanılmıştır. Tevrat’ta nakledilen bir rivayette ise Türk soyunun Ham ve Sam’dan değil, Yafes’den türemiş olarak beyaz ırktan geldiği gösterilmiştir.

BAHTİYAR VAHAPZADE’DEN İKİ ŞİİR:

ALLAH

İdrakte yol açmış geceden gündüze Allah.
Güldürmesen öz gönlünü, gülmez yüze Allah.
Dünyaya şafaklar gibi Tanrım sepelenmiş,
Kalbin gözü yanmazsa, görünmez göze Allah.

Allah! Biliriz cisim değil, ya nedir Allah?
En yüksek olan hakta, hakikattedir Allah.
Dondunsa Tekâmül ve güzellikler önünde,
Derket, bu taaccübde , bu hayrettedir Allah.

Bildik, biliriz, gizlidir insandaki kudret,
Herkes onu fehmetmese , acizdir o, elbet.
İnsanın ezel borcudur insanlığa hürmet,
İnsanlığa hürmette, liyakattedir Allah.

ANA DİLİ

Dil açanda ilk defa ‘ana’ söylerik biz
‘Ana dili’ adlanır bizim ilk dersliyimiz
İlk mahnımız laylanı anamız öz südüyle
İçirir ruhumuza bu dilde gile-gile.

Bu dil – bizim ruhumuz, eşgimiz, canımızdır,
Bu dil – birbirimizle ehdi-peymanımızdır.
Bu dil – tanıtmış bize bu dünyada her şeyi
Bu dil – ecdadımızın bize goyup getdiyi
En gıymetli mirasdır, onu gözlerimiz tek
Goruyub, nesillere biz de hediyye verek.

 

Önceki İçerikKimliksiz Şair
Sonraki İçerik“Anayasal Vatandaşlık” Üzerine
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.