Çeşitleme

96

                    “Tanzimat’tan bu yana (gördüğümüz) 150 yıllık rüya”

                      Hala başımızı göğe erdirecek sanıyoruz güya

 

                      O zamanlar, içtenlikle almıştık, ne koymuşlarsa önümüze

                      Bir türlü, doğru dürüst, çeki düzen, verememiştik yönümüze

 

                      İktisadi şartları, hadi anladık ama bir derece

                      Siyasi ön koşullar karşımızda, sanki tam bir bilmece

 

                      AB, posteki saydıracağa benziyor, uzun zaman nice

                      Özümüzden koparmak için, çok uğraştıracak hece hece

 

                    “Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar, önemli bir ülke.”

                     Diyenler, bunun için çok görüyor, hürriyet ve kalkınmayı Türk’e

 

                     Eskide: “Çay içer misiniz?” diye sorulurdu.

                     Şimdiler: “Çay alır mısınız?” demek moda oldu!

 

                     Geçmişte: “Banyo yapar mısın?” şeklindeydi soru.

                     Günümüzde hep: “Banyo alır mısın?” denir oldu!

 

                      Mazideki: “Adınız nedir?” “Adınızı sorabilir miyim?” sorusu,

                    “Adını alabilir miyim?” diye, İngilizceye büründü doğrusu

 

                     Kafalar, yabancı dil öğretmek fikriyle, elbet dolmalı.

                     Ama bundan kasıt, öz dile yabancılaşmak mı olmalı?

 

                     Kendi şehrimizde, şehrimize olduk, çoktan beri yabancı!

                     Tabelalar İngilizce; sanki kelimeler bize yalancı!..

 

                     İstekler, öne konacak bir bir, hadi gerekeni yap diye…

                     Okumanı istediğimiz tablo, işte buydu kitap diye!…

 

                     Girdik kendi irademizle, yeni müthiş bir çıkmaza

                     Kalkmalı ellerimiz artık, kurtuluş için niyaza

 

                     Ülkedeki sivrisinek ısırmalarından, korunmak için,

                     Dış ülke yılanlarının ısırmasına, razı oluş niçin?

 

                     Bu değil midir yağmurdan kaçarken doluya tutulmak?

                     Bu gidişatın olmaz mı sonu, acaba unutulmak?

 

                      Kendi ülkesinde, kendi insanıyla olmak varken tam kardeş.

                      Can atılıyor, Tilki ve Domuzlar nazarında, olmaya leş!…

 

                    Kendi ülkemizde, olmak varken muhabbet fedaisi,

                    Batılıların olduk gönüllü, Türkiye’ye daisi (davet edeni)

 

                    Kendi ordusuna küs olur mu hiç, gerçek Türk olan?

                    Hatasıyla savabıyla, odur ancak kalbe dolan.

 

                    Milli Mücadele, Kore ve Kıbrıs’ta yanındaydı şüheda

                    Bugün yine şehit veriyor ordu, istediği için Huda

      

                    Denilmemiştir boşuna: “Hubbü’l-vatan mine’l-iman.”

                   “Vatan sevgisi imandandır.” diye, Ey Ehl-i Vatan!

 

                    Türk Ordusu yeminli, bilsin dünya; diyerek: “Önce Vatan.”

                    Şehitler ve gazilerdir; cennet vatanın koynunda yatan..

 

                     İşte bu orduya, olmaz güvensizlik arkadaş!

                     Her genç, doğar doğmaz olmuştur, Mehmetçiğe adaş.

 

                     Birbirini anlamaya çalışmalı, tüm kalbiyle Sivil – Asker

                     Başka değil, ancak buna razı olur, olursa İlahi Kader

 

                     Batı’nın tek korktuğu hedef, Kahraman Türk Ordusu

                     Aklı başa alıp, iyice çalıştırmalı usu

    

                     Türk Ordusu, Maide Suresi’nin bir ayetiyle müeyyed (doğrulanmış)

                     Bu Vatan, kalacak Türk’ün elinde, emin olun ilelebed

 

                     Türkiye, olaylar tufanı ortasındaki, Nuh’un Gemisi

                     Onu korumakla yükümlü, belli ki Yüce Rabbin Nebisi

 

                     Onun şahsında, korunuyor cümle Alem-i İslam

                     Olsun bu ümmetin göz bebeği millete, bin selam

 

                     Yüz, asıl; Türk ve İslam Alemi’ne yönelerek bırakmalı iz

                     Batı’ya bakışlar ise, ancak olmalı mecazi, yani  caiz

 

                     İşte AB’ye yönelmenin, arka yüzlerinden biri de, bu!

                     Aman ha, Ordu karışmasın etliye sütlüye, ömür boyu!

 

                     Oysa “Devlet” demek, resmi kurumlar toplamıdır.

                     Müşterek / ortak irade koymanın, kavramıdır.

 

                      Dikkatle, her kurumun sesine, vererek candan kulak

                      Hepsini dinleyerek olur sonuca; devlet, bir durak

 

                      Devlet, bir vücut gibidir, kendisi başıdır bedenin

                      Elbette, fikrini beyan hakkı var, itaat edenin

                      

                      Ehliyet, liyakat, fikre saygıyı Devlet’ten beklemek

                      Dinde “Ehl-i Hal ve’l-Akd” dan murat, işte bu olsa gerek

 

                       Vahiy karşısında, nasıl yoksa, oya başvurmaya ihtiyaç

                       Maharet arandığı yerde, salahata (çok dindar oluşa) olunmuyor muhtaç

 

                       Ecdat demiş, Devlet için: “Sürmeli o, ebed – müddet.”

                       Çünkü, o olmayınca, ne iffet kalıyor ne adet

 

                       Yine demiş ki, eş tutarak; o asil, o mübarek cet

                       Din’le bir zikretmiş o kavramı, diyerek Din ü Devlet

 

                       Devlet deyince, akan sular durur; ecdadın, adalet katında.

                       Devlet gösterirken haşmetini, askerinde ve hatta atında.

 

                       Devlet denince, sanma sakın ha, gelip geçen iktidar

                       Devlete hizmette kalır onlar, ancak muayyen mikdar

 

                       Durur üstünde devlet, kılıç ve kalemin daima

                       Fakat kılıçsız düşünmeyi, hiç etme sakın ima

 

                       Unutma ki devlet, ordusuz olmaz hiçbir zaman

                       Ordu; devletsiz gelmesin akla, sakın ha aman

 

                       Ne olursa olsun, uzatma sen hiç, Milli Ordu’ya dil.

                       Var bu millet tarihte, ordusuyla hep, bunu iyi bil.

Önceki İçerikKüresel Krizin Arka Planı ve Yer Adları
Sonraki İçerikNedir gecekondu Müslümanlığı?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.