Oruç, Şükrün Anahtarı

104

Mübarek Ramazan’da tutulan Oruç; insana, Cenabı Hakk’ın nimetleri karşısında bigane ve kayıtsız kalmaması gerektiğini fehm ettirir. Nitekim, en ufak bir iyilik veya ihsan ediş yani veriş karşısında, nasıl teşekkür ede ede bir hal olduğumuz herkesin malumudur.

Oysa, teşekkür etmekle karşımızdakine maddi bir şey kazandırmış olmayız. Fakat teşekkür etmemiz; muhatabı memnun eden bir lafızdır. Teşekkür etmekle, şahsımıza karşı yapılan güzel hareketlerin farkında olduğumuzu belirtir. Bundan son derece memnuniyet duyduğumuzu karşımızdakine ihsas ettirir. Onu da memnun etmiş; yaptığının boşa gitmediği duygusunu ona yaşatmış oluruz.

Böylece yapılan hareket iki tarafın memnun ve mesrur olmasına sebep olur. Bu da tarafeynin manevi bir haz almasına sebebiyet verir. Ki bu haz, parayla-pulla satın alınacak cinsten bir şey değildir. Yapılan güzel bir hareket, sarfedilen hoş bir söz; iki tarafın kalplerini kıpırtatır. İki gönlü de hoşnut eder. Manevi bir havanın oluşmasını sağlar.

İşte Ramazan-ı Şerif’te, kıymetleri çok daha iyi anlaşılan nimetlerin sahibine karşı, manen daha bilinçli bir yöneliş olur. İnsan; O’na karşı tam bir minnettarlık hissiyle dolup taşar. Bu duyguyu kelimelerle ifade etmeye “Şükür” deriz. Üstelik, bu şekilde şükür etmeye de, şükür etmemiz gerektiğini idrak ederiz. Ne kadar şükür etsek; nimet sahibinin hakkını ödememizin imkansızlığını da, o nispette kavramış oluruz.

Böylece, Oruç’un nice hikmetlerinden birini daha derk edip anlamış olmanın hazzı içinde mest olur, kendimizden geçeriz.. Hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, ancak mahlukatın O’na muhtaç olduğu Yüce Yaratan’ın -bir bakıma- Lezzet-i Mukaddese diyebileceğimiz manevi hoşnutluğuna da sebep oluruz.

Pazarlarda çeşit çeşit sebze, meyve ve sair cinsten sayısız nimetler sergilenir. Satıcılardan bir fiyat karşılığında istediğimizi alır ve tabii onlara teşekkürler ederiz. Oysa, satıcıların hiçbiri sattığı malın yapıcısı, -haşa- yaratıcısı değildir. Sadece Huda Nabit meyve, sebze ve sairenin Tezgahtarlığını ve Tablacılığını yaparlar. Onlara verdiğimiz ücretler asla aldıklarımızın ücreti değildir. Zaten olamaz da. Çünkü, bütün insanlar bir araya gelseler, -bırakın hiçten ve yoktan ortaya koymayı, mesela- en küçük bir nimetin yetişip oluşmasını sağlayamazlar!     

Demek ki, Tablacı ve Tezgahtarlara verilen ücret ve bahşişler; nimetlerin karşılığı değil. Üretici ve Satıcıların; nimetleri, ayağımıza kadar getirmelerinde gösterdikleri hizmetlerin karşılığıdır. Bu durumda, o Tablacı ve Tezgahtar’lar; teşekküre fazlasıyla layıksalar; o sebze, meyve ve sairenin asıl yetiştirici ve asıl terbiye edicisi olan Yüce Allah  -ihtiyacı olmadığı halde-  binlerce şükre daha çok layıktır.

İşte Ramazan-ı Şerif bu his ve duyguların, daha da yeşermesine fırsat verir. Kulun Allah’a sayısız şükürler içinde bulunması gerçeğine parmak basar.

Demek ki, Tablacı ve Tezgahtarlar mallarına bir ücret istiyorlar. Cenabı Hakk da kullarına sunduğu sayısız nimetlerine mukabil yani karşılık olarak; elbette bir fiyat istiyor ki, o da şükürdür.

Halbuki asıl nimet verici olan Allah; rızık ve nimetlerin oluşum sebeplerinden ve onları bizlere getiren Tablacı ve Tezgahtarlardan,  -o nimetler vasıtasıyla-  şükür ve teşekküre daha çok layıktır.

Teşekkür ise, o rızık, nimet ve saireyi doğrudan doğruya Allah’tan bilmektir. -Söz, kuvvetini kaynağından aldığı gibi- tüm nimetler de, değer ve kıymetini, yapanın kimliğinden alır. Böylece nimetlerin değeri bilinmiş ve layıkı veçhile takdir edilmiş olur. Ayrıca, o nimetlere olan ihtiyacımızı bilmek de, nimet verene teşekkür sayılır.

Demek ki, bu durumda Oruç; hakiki, halis, azametli ve umumi bir şükrün anahtarı hükmündedir. Çünkü, oruçsuz zamanlarda insan aç kalmadığı için, nimetin değerinin farkında olamıyor!

Bir parça kuru ekmek, tok için bir şey ifade eder mi? O ekmek parçasındaki nimetin kıymet derecesini anlayabilir mi?

Halbuki, hem oruç tutan fakir, hem de oruç tutan zengin mü’minler için, iftar vaktinde, o kuru ekmek ne kadar kıymetli olur. Yediklerinde, ondan ne çok lezzet alırlar. Zira, her şey zıttıyla bilinir. Açlığı nispetinde insan, yediğinden lezzet alır.

“Tok olanı ağırlamak zordur.” Sözü boşuna söylenmemiştir. Fakir ve Zengin, ancak Ramazan’da nimetin kıymetini bilirler. Asıl nimet sahibinin farkına asıl o zaman varırlar. Böylece, Bay ve Geda, Zengin ve Fakir herkes; işte ancak Ramazan Ayı’nda manevi bir şükre mazhar olurlar. Nimetlerin Yüce Allah tarafından kendileri için var edildiğinin şuur ve bilincine vakıf olurlar.

Oruçlu kimse, gündüz yemek ve içmekten men edilmekle; kendisinin nimet sahibi olmadığını da görür. Dolayısiyle, onların hangisini ne zaman ve ne şekilde yiyip içeceği hususunda hür olmadığını anlar. Biri tarafından nimetlendirildiğinin bilincine varır. Binaenaleyh, yeme – içme konusunda emir altında hareket etmesi lazım geldiğini sezer.

İşte ancak bu şekilde nimeti nimet bilir. Bu şekilde, manevi bir şükür etmiş olur. İnsanın, -bir çok bakımdan- gerçek insanlık görevinin “şükür” olduğu hükmüne varır. Böylece, şükrün anahtarı; Oruç olduğunu anlar.

Ramazan-ı Şerif’te tam olarak anlaşılır; nedir şükür?
Dedirir insana şükür: “Abdiyetimle olurum ben tam hür.”

Önceki İçerikSisteme Mecbur Allah’a Küs
Sonraki İçerikMünir Nurettin Selçuk
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.