Minberdeki Mustafa Kemal Paşa

111

Mustafa Kemal için uydurmadık iftiralar bırakmayan meczuplara ne yazarsak yazalım; onların mühürlenmiş kalpleri ışık geçirmez. Ama konular hakkında bilgisiz kalan vatandaşlarımı bilgilendirmek ve kapılmaları muhtemel yanlışlardan uzak durmaları için ve halen olan yanlışlardan arınmak için bazı gerçekleri dile getirmeye devam edeceğim.

Bunlardan bir tanesi de Mustafa Kemal’in İslam dini hakkındaki müspet ve doğru düşüncelerini ve fikirlerini yanlış aktarmaları ya da kasıtlı olarak iftiraların düzenli şekilde topluma yansıtılmasıdır…

Tipik bir örnek olduğu için Mustafa Kemal bir cuma namazında hutbe okuyor… Mustafa Kemal minberde…

İşte bunun için yazımızın konusu minberindeki Mustafa Kemal...

Yer; Balıkesir, Zagnos Paşa Camii… Tarih, 7 Nisan 1923…

Türkün atası Atatürk, Cuma hutbesini okumak üzere minbere çıkar ve başlar konuşmaya;

“Ey Millet,

Allah birdir.

Şanı büyüktür.

Allahın selameti, âtıfeti ve hayrı üzerinize olsun.”

Diyerek önce cemaatin sağlık ve saadeti için Allah’ın ismiyle başlayıp onunla bitirir… Ondan iyilik dileklerini belirtmiş, samimi inanç boyutunun işaretini vermiştir. Halkın iyiliği için dua etmiştir minberde…

Ardından Peygamberin görevini hatırlatmıştır…

“Peygamber efendimiz Cenabı Hak tarafından insanlara hakâyık-ı diniyyeyi (hak dinini) tebliğe memur (bildirmekle görevli) resul olmuştur.

Kanun-u Esâsi cümlemizce malumdur ki, Kuran azümişşan dahi husustur. İnsanlara feyz vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel (mükemmel) dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevâkuf (uygun, vakıf) ve tetâbuk (tekabül) ediyor. Eğer akla, mantıka, hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânin-ı tabiiyy-ı ilâhiye (diğer ilahi kuralların tabiatın özüne) beyninde tezad olması icab ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyenin menbai Cenabı Haktır.”

Birkaç kelimesi hariç yaşayan düzgün bir Türkçe kullanılarak dinimizin ne kadar akla ve mantığa dayalı bir inanç sistemi olduğunu beyan ediyor. Eğer akla ve mantığa ters olsaydı o zaman yaratılış kanunlarına ters olurdu, diyor. Çünkü aklı yaratan da Allah’tır. Akılla inanmamızı isteyen de O’dur… O halde dinimizin akli olması kaçınılmaz olduğunu hatırlatıyor…

“Arkadaşlar; Cenab-ı Peygamber iki dâra, iki hâneye mâlik bulunuyordu. Biri kendi ikâmet hânesi eylediği, diğeri din işleriyle iştigal buyurduğu Allahın evi idi. Kendiişlerini kendi evinde görürdü, âmmenin işlerini de Allah’ın evi olan câmi-i şerifte ruyet eylerdi.

Biz de Hazreti Peygamberin usûlune iktida (bağlı olarak) ederek milletimize teallük eden husus için şu beytullahta toplandık.”

Bu satırlardan sonra, konuyu, halkın anlayacağı dilde konuşarak, dinin aydınlatıcı boyutunu anlatmaya başlıyor… Allahın huzuruna varmanın ne demek olduğunu hatırlatarak söze başlıyor; şöyle devam ediyor;

“Şimdi Hazreti Allahın huzurundayız. Bunu bana müyesser eden Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarına arz-ı çok memnun ve bu vesile ile büyük bir sevâbe nâil olacağımı ümid ediyorum.”

Mustafa Kemal’in buradaki vurgusu halkın duygularını paylaşmaya geldiğini ve bunu sağlayan dindar ve kahraman halkın bu özelliklerini ifade ederek Allah’ın kendisine sevap vermesi dileğinde bulunuyor. Bu bir anlamda Allah-kişi ilişkisindeki tevekkülü ifade ediyor.

“Efendiler, Câmiler birbirinizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Her şeyden evvel itâat ve inkiyâd-ı tâmme ile ibadet, din ve dünya için neler yapılması lâzım geldiğini düşünmek için yapılmıştır.”

Burada çok önemli bir vurgu var; kimsenin konuşmadan girip çıktığı, sadece imam efendiye uyarak “iki bağla üç salla, sonra üç bağla dört salla” tekerlemelerini duyup hızla ayrılan mekânlar olmadığını hatırlatıyor. Cami demek cem olmak, toplanmak, olduğunu hatırlatıyor… Camide toplanmanın gayesinin sadece secde etmek olmadığını, toplumsal konuların da tartışıldığı mekânlar olduğunu hatırlatıyor. Düşünceyi ve aklı öne çıkarıyor…

“Millet işlerinde her ferd başlı başına bir hizmet ifâ etmelidir. İşte biz de burada din ve dünya için, istiklâl ve istikbâlimiz için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Mal-ı milliye, irâde-i milliye yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bil umum efrâd-ı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim…”

Gazi Mustafa Kemal Paşa

7 Nisan 1923, Balıkesir,

Zagnos Paşa Camii, Cuma Hutbesi

Milletin her ferdinin bir sorumluluğu olduğunu, üretken olması gerektiğini, işini iyi yapması gerektiğini hatırlattıktan sonra milli geleceğin ve değerlerin selameti için sadece kendi fikirleri ve düşüncelerinin yeterli olmadığını, herkesin düşüncelerini almak istediğini, milli devletin işleyişi hakkında kendisine soru sorulmasını istiyor, halkın konular hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istiyor… Halkın konuşmasını, birey olduğunu anlamasını istiyor ve bunu teşvik ederek önemli bir demokrasi örneği veriyor…

Şimdi bu hutbenin taşıdığı önemi ve yüklendiği derin ve geniş anlamı bir kez daha düşünelim. Bugün camilerimizde olup bitenlerle ilişkiler kurarak kıyaslamalar yapılmalı… Aradan geçen bu uzun süreye rağmen aslında çok fazla ilerlemenin olmadığını görmek mümkündür…

Sonuç olarak İslam; dinci yobazların, din tüccarı politikacıların elinde “oyuncak” edilmiş durumda… Devletin kontrolündeki diyanet ve bağlı “cem” mekânları camiler ve oralarda görevliler Atatürk’ün hatırlattığı anlamda bir hutbe okuyup okumadıkları, sosyal yaklaşımlarla olumlu davranışlar sergileyip sergilemedikleri, camiye gidip aklıyla inanan düşünce insanların fikrini sormak gerek… Camilerde Ku’ran unutulup olup olmadığı, yaşanıp yaşanmadığı şüpheli bir seri bedevi hikâyeleri, masalları anlatılarak vatandaşlar uyutulmaktadır… Ayetlerin anlamını aktarmak yerine bilmem kimin kime ne dediği hikâyeleştirilerek aktarılması vatandaşa yanlış bir yönlendirme olmaktadır… Ülkenin meselelerini hiç konu bile etmiyorlar… Cami, siyasetin arka bahçesi olma tehlikesiyle potaya girmiş durumda; din menfaat için, ikbal için kullanılmaktadır…

Sene de bir kez de olsa Mustafa Kemal’in Balıkesir hutbesini bu cami cemaatlerine okunsa ne olur, kıyamet mi kopar? Kopar tabii… Mustafa Kemal düşmanlığı kozu ellerinden alınmış olur; çünkü Mustafa Kemal hakiki Müslüman’dı; İslam dinini, Kur’anı gerçekten biliyordu ve uygulanmasını istiyordu.

Sonuç…

Bir ülkeyi içten sıkıntıya sokmak için iki temel kaynak vardır; din ve etnisite…

Küresel sömürgeciler her zaman bu argümanları kullanırlar…

Küresel emperyalizmin ana hedefi milli inancı yakalamaya çalışan milli güç odaklarını etkisizleştirmek için din motifini kullanırlar…

Unutmamak gereken bir ilke vardır: yıkmak kolay, yapmak zordur…

Türk Milletinin maneviyatı, milli şuuru tahrip edilirse, yozlaştırılırsa çaresizleşiriz…

Milli inanç ve düşüncede olan millici siyasi örgütleri desteklemek gerekir…