MHP’ye akla gelmeyecek tuzaklar kuruluyor ve oyunlar oynanıyor. Bütün bunlar “ileri demokrasi”nin bir gereği olsa gerek! Ancak derin devletlerin başaracağı bir kaset taarruzundan sonra, Diyarbakır mitingi öncesinde bazı MHP’lilerin gözaltına alındığı görülüyor. Amaç MHP’ye Diyarbakır’da miting yaptırmamak. Kürtleri değil; ama içeriden ve dışarıdan kumandalı Kürtçülüğü kullananlarla, bundan çıkar sağlayanlarla ülkücüleri karşı karşıya getirmek. Bu İçişleri Bakanlığını bir tasarrufu olduğuna göre demek ki niyet de budur.
Açılım maceralarıyla birbirine ötekileştirilmeye, soğutulmaya çalışılan insanlarımız şimdi de “haydi çatışın” komutu ile karşı karşıya. Ülkücü ile Kürtçü ırkçılar çatışacak ama malı birileri götürecek. Bir iki MHP ilçe başkanını kafaya almışlar ve istifa ettirmişler. Bunların gittikleri parti de belli.
Yargının da artık bağımsızlığından bahsedebilmek zorlaşmaktadır. Yürütmenin emrine girmiş bir yargı; iktidar partisinin temsilcisi haline gelen kamu görevlileri herhalde “ileri demokrasi”nin ilk belirtileri oluyor. YSK’nın on gün içinde fikir değiştirip Kürtçü ve ırkçı bazı eski siyasilerin önünü açtığını unutmadık. Kasetler konusunda yapılan müracaat da boş çıktı. YSK’ya bu ortamda neden ihtiyaç duyulur anlaşılamıyor. Seçmen kayıtlarını İçişleri Bakanlığına devretmişken YSK’nın görevlerini de aynı yere devretsek ne olur?!
MHP’ye oynanan ileri demokrasi oyunları aklı başında olan herkesi MHP’yi destekleme yöneltmektedir. MHP oylarının %17-18’i aşacağı iddiaları yaygındır. Diğer taraftan, seçmen sayısında görülen sekiz milyonluk artış açıklığa kavuşmuş değildir. Seçim öncesi bu kadar hile ve oyuna başvuran siyasi irade, seçimlerde ve sonrasında neler yapmaz ki? Şu halde, herkes demokrasinin mücahidi olmalı.
Genel seçimler öncesinde Ege Denizindeki Eşek ve Bulamaç Adalarının Yunanistan tarafından işgal edildiği milli hassasiyeti kalmış birkaç yayın organında yer alıyor. Siyasetçilerden buna tepki pek yok. Tam tersine ülkenin Dışişleri Bakanı Newyork Times’a verdiği demeçte Türkiye’nin sınırlarının yapay olduğundan bahsediyor. Demek ki Ege’de iki üç ada ve bir miktar kara parçasının Türkiye’den kopmuş olması önemli değil. Sorunları sıfırlamak için bu belki de gerekli.
Türkiye’nin en büyük talihsizliği Türk yerine Türkiyeliliği ileri süren “Türkiye sadece Türklerin değildir” diyebilen sözde devlet adamlarına sahip olabilmesidir. Şimdi de asimilasyonların bittiğinden bahsediyorlar. Ne Selçuklu, ne Osmanlı, ne de Cumhuriyet Türkiye’si eritmeye ihtiyaç duymamıştır. Tam tersine yönettiğimiz her coğrafyada o çağın çok ötesinde insan hakları ve hürriyetler tanıdık. Anadolu’da tersine işleyen bir eritme var. Bugün birçok Türkmen köyünde Türkçenin unutulmuş olması nasıl izah edilebilir? Tam tersine; milli kimliği ve ülkesinin çıkarlarıyla uğraşmayı demokratikleşme zanneden aydın maskaraları dün ve bugün egemenliğini sürdürüyor.
Yurtdışında Türk ve Müslüman topluluklar üzerinde uygulanan çirkin eritme politikalarına neden karşı çıkılmaz da Türkiye içinde “asimilasyon” arayışlarına çıkılır? Bu iddiada bulunanlar eritme ile sosyal bütünleşme arasındaki farkı öğrensinler. Sosyal bütünleşme, kültürel bir etkileşimdir, kültürleştirmedir ve zora dayanmaz. Eritme ise, tamamen farklı kültürel değerlere sahip topluluklardan birinin diğerini zorla kendisine benzeştirme sürecidir. Bu süreç Anadolu’da işlemiş olsaydı; işbirlikçiler ve Türk’e karşı ırkçılık yapan gruplar bugün ortaya çıkabilir miydi?
Not: Büyük devlet adamı, KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş‘a geçmiş olsun der, en derin saygılarımızı sunarız.