Şehirlerin maddi temizliğinden Belediyeler sorumlu olduğu gibi, manevi temizliğinden de belediyeler mes’ul olmalı diye düşünüyorum. Dil kirliliği bunların başında geliyor. Bırakın her tarafta yerli yersiz karşımıza çıkan yabancı kelimeleri; İngilizce cümlelerden oluşan dükkan, market ve ticarethaneler sayısız. Sanırsınız şehir turistten geçilmiyor. Kaldı ki öyle bile olsa, her zaman ve her yerde öncelik Türkçenindir. Turistlik yerlerde, Türkçe ismin altında parantez içinde daha küçük harflerle İngilizce yazılabilir. Maalesef şuursuzluk had safhada. Turistik kent olmadıkları halde, isimlerin İngilizce cümlelerle yazıldığı tabelalardan geçilmeyen yerleşim merkezleri az değil.
Dünyada arı dil yoktur. Milletler birbirinden kelimeler de alırlar. Ama onları kendi telaffuzları ile söyler, kendi imla kaidelerine göre yazarlar. Hatta o kelimelere asıllarında olmayan manalar da ilave ederler ki, kelimenin asıl sahipleri o manaları bilmezler.
Tehlikeli olan, bir dile yabancı kelimelerin girmesi değil; yabancı gramer / dil kurallarının o dile geçmesidir. Hele Türkçe cümle kuruluş kaidesini terk ederek, İngilizce ifade tarzını taklit etmek; Türkçe’nin kuyusunu kazmaktan farksızdır. Banka isimleri gibi. Mesela “Deniz Bankası”nı, “Bankdeniz” veya “Denizbank” şeklinde söylemek doğru değildir. Yine “İstanbul Kanalı” denmesi gerekirken; “Kanal İstanbul” diye telaffuz etmek yanlıştır.
Velhasıl, Türk Dili’ni güzelce bilmek, Türkçe kelimeleri iyi tanımak icap ediyor:
“Herkese soruyorum, en şümullü (geniş) mu’tad (alışılagelen) bir tarif ile hangi kelimelere Türkçe diyeceğiz? Benim cevabım şu: Türk “tabiiyet – i lisaniye”sine (Türkçe uyruğuna yani Türkçeye) girmiş olan her kelimeye!
“Türklerin üstünde hüküm sürdükleri toprakları ecdadımız kanları pahasına alırken bunları tek bir elde hazır bulmadılar. Cetlerimizin (atalarımızın) salabeti (kahramanlığı) ve celadeti (yiğitliği)dir ki bu yerleri Türk yaptı. Madem ki, Türk camiası (toplumu) içinde toplanan Türk diline, Türk kanunlarına, Türk toprağına, Türk varlığına bütün mevcudiyet ve samimiyeti ile tabi (bağlı) ve feda olan her fert Türk’tür ve Türkiye o fert üzerinde mutlak ve yegane (tek) hakimdir. Bilmiyorum ki lisan hususunda niçin başka türlü düşünelim? Ve niçin dilimize komşu lisanlardan gelip lehçemize yerleşmiş ve Türk olmuş (Türkçeleşmiş) bir çok vatandaş kelimeye Türkçedir demeyelim? Türkler her gün medeniyetin bin türlü measir (eserler)inden istifade etmek (yararlanmak) için uğraşıyorlar. Her feyz (ilim, irfan) sahasından bu mülke nimet taşımak istiyorlar.
“Şimdi bütün bu faaliyetin bize kazandırdığı semerelere (maddi-manevi sonuçlara) bizim malımız değildir mi diyeceğiz? Bu kadar inkılap (değişiklik ve devrim) yaptık, bu kadar kanun tercüme ettik. Milli bünyemize her gün daha fazla nüfuz ettirmeğe (etkili kılmağa) çalıştığımız bütün bu eserler başka memleketlerden gelmiş diye asla bizim olmayacaklar mı? Böyle saçma şey nasıl tasavvur edilebilir?
“Şu halde kabul etmeliyim ki, Türk dili gibi tarihin en uzak devirlerinden beri yaşayan, birçok kollara ayrılan bir lisan (dil) elbette diğer komşu dillerle ihtilat (ve karışma)larda bulunacak, onlara birçok kelime verecek ve onlardan birçok lugat (kelime ve söz) alacaktı. Ve bu böyle oluyor. Neden benim lisanım (ve dilim)den başka bir lisana geçmiş olan kelimeyi o lisan kendi malı addetsin (saysın) da, ben, benim tasarrufuma (kullanım yetkime) giren lafız (söz) hakkında mütereddit (kararsız) ve korkak davranayım? Türkçe’de kullanılan Türkçe’nin lisani (dil) kanunlarına tabi tutulması (bağlı olması) lazım gelen kelimeleri ne sebeple başıboş bırakayım?
“Düşündüğümüz nedir? Aslı Türkçe olmayan kelimeler hakkında ‘kapitülasyon’ usulü(nü) mü kabul edeceğiz? Yoksa bunları lisani tabiiyetimizden (Türkçeye ait oluştan) ıskat ederek (düşürerek) milli dil hudutları haricine (dışına) mı çıkaralım?
“İstanbul’u vaktiyle Bizanslılardan aldık diye bu şehir için bizim değil diyor muyuz? Bugün dünyada şu güzel yerden daha Türk ne vardır?
“Açıkçası demek istiyorum ki, Türkçe’de ibtida (önce) bir ‘tahrir-i nüfus’ (nüfus yani kelime sayımı) lazım. Ülkemizin olduğu gibi, konuştuğumuz lisanın da hudutlarını bilmeli ve nüfusunu tanımalı, (sayılarını bilmeli)yiz. Saniyen (ikinci olarak) ibtida (öncelikle) kelimelerimizi lisani (dil ile ilgili olarak) tabiiyetimize (Türk dili bünyesine) alarak Türk addetmeli (saymalı) ve sonra o kelimelerin, nasıl diyeyim, “hal-i medenisini” (kaynaklarını) aramalıyız. Mesela ‘hafta’ veya ‘hasta’ kelimelerini alalım. Bu kelimeler ‘hefte’ ve ‘haste’den geliyor diye bunu kendimize yabancı bir unsur addetmemeli (saymamalı), acaba değiştirelim mi, değiştirmeyelim mi diye abes (boş) bir telaşa düşmemeliyiz.
“Ancak bu kelimeleri sabit ve milli bir imla ile lugatımız (ve sözlüğümüz)de sıralamalı, sonra yanlarına bütün soylarını soplarını işaret etmeliyiz. Hem de kani olmalı (inanmalı)yız ki, nasıl Türk unsuru, asırlarca evvel şu toprakları eline geçirerek Türk etmiş (Türkleştirmiş)se, o kelimeleri de Türk dili öylece teshir (kendisine mal) etmiştir ve üzerlerine kendi damgasını basmıştır.
“Binaenaleyh o kelimeler bugün Türk’türler (yani Türkçeleşmiştirler) ve (bu halleriyle) Türkçedirler. Zaten diğer lisanlardan bize intikal eden (geçen) kelimeleri bizim telaffuz edişimiz (ve söyleyişimiz)in tarzıyla o kelimelerin ait oldukları lisanlardaki söylenişleri bile birbirinden pek farklıdır.
“Netice: Bizim şimdi en muhtaç olduğumuz şey lisani inzibattır (dilimizi zapt u rapt altına almak, ne kaybına yol açmak, ne de dejenere olmasına fırsat vermektir. Ayrıca) sarahat (açıklık içinde ve anlaşılır şekilde olması)dır. Kanun ve kaidedir. İmla ve sarf ile nahiv (gramer yani dilbilgisi) kavaid (kaideler)imizi mütehassıs (uzman) bir heyet (ve kurul) gözden geçirmeli ve Maarif Vekaletimiz (Milli Eğitim Bakanlığımız) muayyen ( tayin edilmiş, belli) bir imla (yazım kılavuzu) kabul eylemeleridir.
“Demeliyiz ki, ‘Biz ihtiyacımıza göre kelime de alırız, kaide (kural) da. Ancak şimdiye kadar kabul ettiğimiz kaide ve kanunlar şunlardır. Ve onlar bizim için mabihi’t-tatbik (tatbiki mümkün olan şeyler)dir. Orada taallül (gevşeklik) gösteremeyiz !’ Binaenaleyh bizim dilimize giren her kelime -aslı ne olursa olsun- bizim lisani (dilimize ait) kanunlara tebaiyyet edecek (bağlı olacak)tır. Tıpkı ülkemize dahil olan (giren) her fert (ve birey) gibi. Amma bu fert ister Avrupa’dan gelmiş olsun isterse Asya’dan!’ ” ( Fazıl Ahmet -Aykaç- Hayat, C.II, nr. 52, 24 Teşrin-i Sani 1927, s. 514 – 515.) ( Atatürk Devri Fikir Hayatı II, Hazırlayan: Hey’et, Ankara – Aralık 1981, s. 38 – 40 )
Her Türk vatandaşı etmeli ki, Türkçeye öncelikle saygı
Kalmasın zihinlerde gelecek hakkında, en ufak bir kaygı
Sorunca biri Hazret-i Muhammed’e: “Arap kimdir?” diye
Dedi: “Arapça konuşandır.” Oldu, “Millet” rüknü hediye
Edirne’den Hakkari’ye konuşulan Türkçe yegane dil
Yıllar var ki, dilde birlik çoktan gerçekleşmiş, olma gafil
Evet, kişinin milliyetini tayin eder, bir de dili
Müşterek bilinen dil; milleti oluşturur ey sevgili
Milleti doğuştan ziyade, meydana getirirken bir oluş
Olmazsa dil birliği asıl etken, başlar milletten soyuluş
Toprak fethedilince, nasıl oluyorsa yeni vatan
Kelimeler de Türkleşir, olur manaya mana katan