Şerif Hüseyin ve David Cameron

113

Osmanlı Devleti, Ortadoğu Ülkeleri, özellikle de Arap alemi İngiltere ve günümüz Türkiye’sinin geldiği süreci ve bazı gerçekleri bilmekte büyük  faydalar vardır.

Osmanlı Devleti, tarih sürecinde önemli bir zaman dilimini şanıyla, şöhretiyle uygulama ve dirayetiyle yaşamış ve de yaşatmış sayılı Dünya devletlerin başında gelir.

1300’lü yıllardan taa 1900’lü yıllara kadar, Asya’da Avrupa’da ve Afrika’da hüküm sürmek her millete ve devlete kolay kolay nasip olmaz.

Yıllar sonra devrilen koca çınarın dibindeki filizler büyüdü ve bugünkü Büyük Türkiye’yi oluşturdu.

Biz biraz da yarınlara gidelim ve Osmanlı – Arap aleminin sıkıntılı yıllarına dönelim. Mekke Şerifi Hüseyin, İngilizlerin destek ve yol göstermesiyle ECYAD KALE’sine ilk kurşun sıkan kişidir. Diğer anlamıyla Arap aleminde Osmanlı’yı isyana başlatandır. İngilizler onu sözde Büyük Arap Krallığının başına getireceklerdi. Casus LAWRANCE’de danışmanı olacaktı ve Arap dünyası da artık, Osmanlı’nın değil Arapların ve Haşimiler’in egemenliğinde olacaktı. Böyle hayal ediyorlardı, yabancı güdümündeki Araplar.

Şerif Hüseyin’lerin bu hayalleri kısa dönem gerçekleşir gibi olduysa da, İngilizler onu Hicaz Krallığından ettiler ve yerine Suud sülalesinden birilerini kral yaptılar.

Osmanlı’ya ihanetin acılarını yaşamaya başlayan Şerif Hüseyin aynı zamanda İngilizlerin entrikalarını ve oyunlarını da nihayet görmüştür. Tabi iş işten geçmiş, olan olmuş ve kendisi de soluğu Kıbrıs’ta almıştır.

Rauf DENKTAŞ, babası ile Şerif’i ziyarete gittiklerinde, Şerif Hüseyin “Ah ben Osmanlıya nasıl ihanet ettim? Şimdi ihanetin cezasını çekiyorum” diyerek iki gözü iki çeşme ağlamıştır.

1931’de Amman’da ölürken de, yaptıklarından son derece pişman olduğunu, Osmanlıya ve Türklere yaptıklarından derin üzüntü duyduğunu söyleye söyleye ölmüştür.

Ama,ne yazık ki Şerif Hüseyin gibi oğulları ve torunları da hayatları boyunca bu ihanetin pençesinden kurtulamadılar.

İngilizler oğulları FAYSAL’ı Suriye Kralı yaptılar. Fransızlar istemeyince de onu alıp IRAK’a Kral yaptılar. İngilizlerin Irak’a Kral yaptığı Faysal ancak iki yıl hüküm sürdürebildi ve çaresiz bir hastalığa yakalanarak, hayata veda etti.

Bu sefer de İngilizler ölen Faysalın yerine, oğlu Gazi’yi Kral ilan ettiler. Ancak Gazi erken uyandı. İngilizlerin Ülkesini ve Arap alemini nasıl soyup soğana çevirdiğini gördü ve Türk yanlısı bir politika izlemeye başladı. Bunu İngilizlerin hazmetmesi mümkün değildi ve işinin bitirilmesi gerekiyordu. Nihayetin de Bağdat’ta bomboş bir yolda bir trafik kazası neticesinde, 1939 yılında Kral Gazi ölecektir.

Bu sefer sırada II.Faysal vardır. Onu Irak’ın başına getirdiler, yanına da Naibi Abdüllilahi’yi verdiler. Bunların da ömrü uzun sürmedi ve halk ayaklandırılarak ve her ikisi de parçalanarak öldürüldü.

Şerif Hüseyin’in diğer oğlu Abdullah’ta, Ürdün’ün başına getirilmişti. Uzun süre Ürdün’de hüküm süren Kral Abdullah, İsrail’in kurulmasından üç yıl sonra bir Filistinli tarafından oda öldürülecekti.

Kısaca; Osmanlıya ihanet eden bir ailenin, 30 yıllık bir dönem de neler yaşadığının ibretlik hikayeleridir, bu yaşanan olaylar.

Casus LAWRENCE, ne mi oldu?

Lawrence, Arap dünyasındaki, halkı Osmanlı’ya baş kaldırma ve bozgunculuk gibi kanlı ve hain planlarını gerçekleştirdikten sonra İngiltere’ye döndü. Unutulan ve gittikçe gözden düşen LAWRENCE, 1935 yılında bir motosiklet kazasında feci bir şekilde ölecektir.

Bugün Ortadoğu dediğimiz ve Kuzey Afrika’daki Arap aleminin iki yakası bir araya gelmiyorsa, birbirlerini yemeğe devam ediyor ve huzurları yoksa, İngilizlerin o günlerde attığı tohumların hala günümüze yansıması devam ediyor demektir.

Çok şükür ki  Arap dünyası, Türkleri ve Türkiye’yi anlamaya, geçte olsa gönül bağlarını kurmaya, gerçekleri de ortaya çıkarmaya başladı. Diğer taraftan da, İngilizlerin, Amerikalıların, Fransızların ve İtalyanların kendilerini nasıl sömürdüklerini ve de kavga ettirildiklerini de görmeye başladılar.

İngiltere mi?

Dünün güneş batmayan imparatorluğu, Britanya Krallığı artık o eski gücünde değil. O da diğer batılı ülkeler gibi gerileme dönemine girdi. Ülkesinde ekonomik ve sosyal sorunlarla boğuşan, yaşlı, dişleri dökülmüş bir ülke konumunda.

David Cameron’un Türkiye ziyaretindeki sözleri bence çok önemliydi.

Şöyle diyordu Cameron “ilk ziyaretlerimden birini Türkiye’ye yapıyorum. Yeni dünya da Türkiye ile beraber, Türkiye ile beraber yürümek istiyoruz. Bizim için üç ülke çok önemli. Bu ülkeler, Türkiye, Brezilya ve Hindistan’dır. İngiltere olarak, Türkiye ile stratejik ortaklığa bile varız. Çünkü, Türkiye bölgesinde, dünyada güçlü ve etkili bir ülke oldu. Bunu görüyoruz ve kabul ediyoruz.” Bu mealdeki sözleri Televizyonda izlendi ve gazetelerde daha da geniş bir şekilde yer buldu.

Bu bir taktikte olsa, yeni bir İngiliz siyasetinin oyunu da olsa, bu sözler Türkiye ve dünya kamuoyunun gözü önünde söylendi.

Tabi kabul etmeliyiz ki, burada Türkiye’nin geldiği nokta da önemli. Bu gerçekleri de görmemiz lazım. Buna, tarih sürecinin bu millete sunduğu şans ve imkanlarda diyebiliriz.

Ülke sınır çizgileri kalkan bir dünyada daha bilinçli ve temkinli olmak durumundayız. Büyük bir milletin zengin bir kültürün çocukları olarak, zaten bize de bu yakışır. Başka da bir yolumuz yoktur.

Mısırlı Dr. Fehmi ŞİNNAVİ’nin şu sözlerini de aktarmadan edemeyeceğim. Diyor ki: ŞİNNAVİ “Günümüz Arap zirvelerinde temel mesele, İsrail’e ne kadar boyun eğileceği. Eğer Osmanlı’ya bunun binde biri kadar boyun eğebilseydik, şimdiye kadar elimize geçenlerin milyon katını kazanırdık”.

Son yıllara kadar ne yazık ki Arap alemi de, Osmanlı’da ve Türkiye’de birçok  hatalar yaptılar. Her taraf bundan ders çıkarmalı. Zaten önemli olan bugün ve bundan sonrası değil mi?