Ne farklılığı? Farksız bir şey var mı ki?
Oğul babadan, kız anadan çok defa tercihlerinde, beğendiklerinde, meyillerinde, sevdiklerinde, nefretlerinde, düşüncelerinde, hayal ve tasavvurlarında farklı değil mi?
Birbirine çok benzeyen hayvanların ve hatta bitkilerin bile, yine de birbirinden farklı yanları yok mu?
Çünkü bütün bu farklı görünüş ve oluşlarda, Allahın Ehadiyet damgası / Zatının Bir Oluş keyfiyeti kendisini apaçık gösteriyor. Evet yaratışta tekrar olmayış; Yaratanın bütün yarattıklarını bildiğini, bu sebeple aynı şeyi ikinci defa yaratmadığını ispat ettiği gibi, aynı zamanda O’nun bir olduğuna da işaret ediyor.
Nev’ ve cinsler genelde ve görünüşte birbirinin aynısıdır. Yani bütün atlar, tüm koyunlar, sayısız insanlar; dış görünüşleri itibariyle, yüzeysel olarak birbirine benzer. Nerde görsek koyunu tanır, atı seçer, insanı biliriz.
Çünkü bu biliş; Allahın Vahdaniyetinin sikke ve damgasını taşıyor. Türlerin her birindeki müşterek / ortak sıfatlar ve görünümlerindeki aynılık; dikkatimizi çekiyor.
Onların türlerindeki benzerlik ve topunun ayniliği, hepsinin bir elden çıktığını gösteriyor. Hepsinin Bir’in ilmi, Bir’in kudreti ve yine o Bir’in iradesiyle yaratıldığını bizlere fehmettiriyor.
Fakat o türlerin her bir ferdi, her bir bireyi, bir diğerinde olmayan özel nitelik ve işaretler de taşıyor. Bu hususiyetler umumi benzerlik içinde, ilk nazarda göze çarpmayacak şekilde varlıklarda yer alıyor. Özellikle, batın /iç ve gayb noktasından varlıklar; birbirinden tamamen farklı bir mahiyet arzediyor. Allahın Ehadiyetini gösteriyor. Yani her varlık, o varlığın nev’-i şahsına münhasır / salt kendi şahsına ait, maddi – manevi farklılıkları ihtiva edip içeriyor.
Allahın Ehadiyet / Birlik / Bir oluş tecelli ve görüntüsünden ibaret olan farklılıklara rağmen tüm canlılar; aynı zamanda Vahdaniyet tecellisine de mazhardır. Bu suretle, yine Allahın birliğini gösteren müşterek yönlerinden ötürü bir arada bulunur, beraberce yaşar, birlikte göçer, birlik halinde oldukları takdirde ancak, varlık ve hayatiyetlerini sürdürebilir.
Demek ki, birlik ve beraberlik; farklılıkların değil müşterekliklerin bir gereği, bir icabı, bir elzemi olarak karşımıza çıkmakta; ancak bu şekilde dikkatimizi çekmektedir.
Bu izah ve açıklamalar çerçevesinde düşününce; Resmiyetin ve kimi resmi zevatın / devlet adamlarının iyi niyetle fakat yanlış bir ifadeyle ikide bir: “Farklılıklarımız zenginliğimizdir!” diye beyanda bulunmaları; doğru sanılan yanlış söylemden başka bir şey değildir.
Birlik; farklılıklardan sanılmasın ki, gelir ileri
Bilinsin, asıl olarak, müşterekliklerin değeri
Farklıyım bugün ben, diyen, derse yarın, istiyorum ayrılmak
Onun hakkı olmaz mı bu; çünkü, sen verdin elinle dayanak
Farklılıklar zenginliğimizdir diyenler, düşünsün bir yol
Ayrılıklara, zemin hazırlamış olmuyorlar mı, kol kol ?
Ayrılıklar; getirmez insanları, hiçbir zaman, hep bir araya
Sonra, bulamazsın birlik ve beraberliği, araya araya
İstersen birlik eğer, şaşma sakın, ayniliklerle buluşmaktan
Birlik mirlik çıkmaz asla, farklılıklarla iğreti oluşmaktan
Eğer biriyle yakınlaşıp onunla konuşuyorsak; onda gördüğümüz veya farkına vardığımız ortak yönlerimiz olduğu içindir.
Nitekim aynı millet oluşumuz, ayniliklerimize dayanmıyor mu? Halbuki aramızda nice farklılıklar var.
Üstelik farklılıklarımız, nicelik bakımından / sayıca çoktur. Ortak taraflarımız epeyce azdır. Buna rağmen keyfiyet ve nitelik ağır basar. Çünkü keyfiyet kemiyetten, nitelik nicelikten üstündür. Bundan ötürüdür ki, birliği temin ediyor. Beraberliği sağlıyor. Milletin ortaya çıkmasına vesile ve sebep oluyor.
Nitekim aynı vatanda yaşamak, aynı dili konuşmak, aynı dine inanmak; aynı millet olmanın üç saçayağı.. Bu üç birlik vesilesi; keyfiyet, içerik ve manen o kadar önemlidir ki, farklılıklarımız; kemiyet ve sayıca ne kadar fazla olursa olsun, en ufak bir kıymeti harbiyesi yoktur. Zira ayniliklerimiz olan aynı vatan, aynı dil ve aynı din; Uhut dağı hükmündedir. Farklılıklarımız olan şeyler ise, çakıl taşları mesabesinde / yerindedir. Takdir edersiniz ki, Uhut dağı; çakıl taşlarıyla değişilmez.
Çünkü farklılıklarımız bedenin aza ve uzuvları gibidir. O üç ortak yanımız ise, ruh makamındadır. Oysa bedene ruh hakimdir. Zaten ruh varsa bedende birlik, dirlik ve hayatiyet vardır. Ruhsuz beden, dağılmaya mahkumdur.
Öyle de, insanları millet yapan, ancak ruh hükmündeki ortak vatan, ortak dil ve ortak dine sahip oluşlarıdır. Çünkü bunlar harç sayılır. Millet binasını meydana getirecek olan farklı taş ve tuğlaları birbirinden artık kopmayacak şekilde birbirine bağlar.
Ruhun, bütün beden hücrelerini aynı anda ve birden sarması, kaplaması ve onlara dirilik bahşetmesi neyse; müşterek vatan, dil ve dinden mürekkep ruhun da, millet bedenine hayat vermesi odur.
Demek oluyor ki, birlik; müşterek ana umdelere malik oluştan meydana geliyor. Farklılıklardan ise birlik değil, olsa olsa karışım ortaya çıkar ki, bir üflemeyle toz toprak olması, işten bile değildir.