Sevgi Eğitimi – 3

101

“Eğitim”, hayata ve topluma intibak edebilmenin ortak adıdır. Yeni doğan çocuğun beslenmeye alıştırılması, denilebilir ki, insan neslinin eğitimle tanıştığı ilk somut anlardır.

Annenin güler yüzü, sevgi öpücükleri, konuşup okşaması, sevgi göndermeleri bu eğitimin devam eden parçalarıdır.

Sevgi sadece insan varlığının değil, bütün yaratılmışların ortak hamurudur. Toprakta yeşeren bir bitki, açan bir çiçek, güneşin ısı ve ışık kaynağı oluşu hep bu sevginin dışa vurumudur. O sevgi olmasa kâinat yaratılmaz; canlılar insanoğluna gıda taşımaz; kâinat insana teslim olmazdı(Atalay,2006).

Bir kişinin kendisini gerçekleştirebilmesi için sevme ve sevilme ihtiyacını mutlaka karşılaması  gerekmektedir. Temelinde sevgi olan hiçbir eğitim başarısızlığa uğramaz.

Bu gün artık şiddet, haksız rekabet, müstehcenlik, cinsel teşhir, insanın nesneleştirilmesi, kin ve nefret içerikli yayınların artması gibi pek çok sorunla örülü dünyamızda çocuklarımıza verebileceğimiz eğitimin ilk adımı onlara bir sevgi gözlüğü armağan etmektir. Bu ise, ancak ilk önce kendi sevgi gözlüklerimizi takmakla mümkün olacaktır. Yani sevmeyi öğrenmekle.

Sevgi tek boyutlu bir duygu değildir. O’nun pek çok özelliği vardır. Bu nedenle eğitim ortamında da bu özelliklerin tümünün yeri gelince, işe koşulması gerekir.

Sevgide hem ben, hem sen, hem de biz varız. Acının, sıkıntının, korkunun, üzüntünün, sevincin, neşenin, güzelliğin, iyiliğin, erdemin, bilginin vb. öğretmen ve öğrencilerle paylaşılması sevginin oluşmasında önemlidir(Solak, 2006, s.252).

Anlayış esasına dayalı bir ortam, hoşgörü ortamıdır. Böyle bir ortamda kişi, kendisiyle çelişkili olsa bile, başkalarının düşünce ve duygularını özgürce dile getirmesinden rahatsız olmama tutumu sergilemektedir. Zorlama olmadan, yalnız özgür olduğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylem olan sevgi de buna dayalıdır.

Kişilerarası ve kişi içi iletişimde, kişileri bir şeylere ya da başkalarına karşı ilgi ve bağlılık göstermeye, anlayışa yönelten temel duygu, içsel, kaynağı insanın içinde olan sevgi’dir.

Sevgi, insana özgü dünyadan bir şeyler vermektir. Bunlar; ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgidir(Fromm,1985).

Sevgiyi alan kişi, karşısındaki kişi tarafından kayıtsız şartsız saygıdeğer bulunmakta, fark edilmekte, hoş görülmektedir.

Yapılan bir araştırmada(Çiçek,2005), sevgiyi düşünce sistemlerinin temeline alan; onu bireyler arasındaki ilişkilerin, iletişimin ve toplum barışının devamı için olmazsa olmaz şart olarak gören farklı medeniyet ve kültürlerden olan Mevlana (1207-1273) ve Karl Jaspers’ın (1883-1969) sevgi kavramı konusundaki düşünceleri arasındaki paralellikleri ortaya konmaktadır.

Buna göre, Mevlana “dışa dönük bakışı” değil, “içsel bakış” ın temel alındığı, bilme’den ziyade olma’yı, dolayısı ile insanın kendisini tanımasını/ bilmesini hedefleyen; sırf kabule dayalı bir hayatı önermeyip, aynı ölçüde olumsuz tutumlara,  şartlandırmalara karşı duruşu öngören; insanı dönüştürme ve ona şahsiyet kazandırma eyleminde “ben” i temel alan biri olarak ele alınmaktadır.

Sevgi bir iletişim biçimi olarak, kişinin kendini tanımasını, sevmesini ve de kendi yeteneklerinin farkında olmasını sağlayan önemli bir etkendir.