Röportajın ikinci ve son bölümünde Prof. Dr. Özcan Yeniçeri ile Türkiye’deki muhafazakârları konuştuk.

115

Röportajın ikinci ve son bölümünde Prof. Dr. Özcan Yeniçeri ile Türkiye’deki muhafazakârları konuştuk.
Oğuz Çetinoğlu: Röportajın birinci bölümünde muhafazakârı konuşmuştuk. Muhafazakarlarla liberallerin ortak paydaları var mıdır?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Robert Nısbet, Yirminci yüzyıldaki güçlü cemaat arayışının tarihî arka planında, iki büyük devrimin Ortaçağ sosyal düzeninde oluşturduğu sosyal erozyonu (18) görür. Bu devrimler Endüstri Devrimi ve Fransız Devrimi’dir. Toplumla ilgili düzende meydana gelen bu erozyon (18), gelenekli cemaat yapılarını ve sosyal kurumların çöküşüyle gerçekleşir.

Nisbet; Çöken veya kaybolan cemaat yapılarının yerini yeni bir cemaat formunun aldığını ileri sürer. Bu yeni cemaat Sosyal Sözleşmesi’nde ‘İnsanlar özgür olmaya zorlanmalıdır.’ diyen devrim filozofu J.  J. Rousseau’nun (19) politik cemaatidir. Aslında şahsa ait özgürlükler liberalizmin, sosyal ve moral istekler radikalizmin, gelenekler ise muhafazakârlığın ethosudur (20).

Bir başka biçimde; Özgürlük liberalizmin; eşitlik sosyalizmin; güven ve istikrar muhafazakârlığın değer verdiği kavramlardır denilebilir. Muhafazakârlık, radikalizm ve liberalizm ile birlikte on dokuzuncu yüzyıl Avrupa’sında fikrî ve siyasî atmosferi etkisi altına alan üç büyük ideolojiden birisidir. Emile Faguet’nin (21) ‘geçmişin gerillaları’ olarak isimlendirdiği muhafazakârlar, ortaçağ geleneğini kendilerine kalkan yaparak iki büyük devrime ve bu devrimlerin getirdiği yeni sosyal düzene saldırmışlardır.

Nisbet’in (1) deyişiyle muhafazakârlık ‘Bu iki devrimin istenmeyen ve beklenmedik çocuğudur.’ Muhafazakârlar evrimci (7), tedrici (22), tabîi değişimi savunurlar. Hâlbuki bu sosyal yapıların her biri doğal işleyişine bırakıldığında adalet, eşitlik değil baskı, tahakküm ve eşitsizlik üretmektedir.
Oğuz Çetinoğlu: Muhafazakârlar nasıl düşünüyorlar?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Muhafazakârlar geleneğin, dinin, ailenin ve gönüllü kuruluşların, liberaller ise piyasanın doğal işleyişinin adaleti sağlayacağına inanırlar. Her iki anlayışın da odağında ‘doğal işleyiş’ vardır. Doğal işleyişe müdahale etmeye her iki anlayış ta karşı çıkar. Sosyalistler, muhafazakârların liberallerle birlikte özde ‘doğal işleyişi’ savunduklarını bu bakımından da birbirlerinden farklı olmadıklarını ileri sürmüşlerdir. Aslında muhafazakârların ‘Dokunmayın geleneklerimize’ sloganına liberaller ‘Dokunmayın tacirimize’ sloganıyla karşılık vermişlerdir. Sosyalistler ise buna ‘Her ikinizin de canı cehenneme’ diyerek, her iki anlayışa da radikal bir biçimde karşı çıkmışlardır.
Oğuz Çetinoğlu: Farklı yaklaşımlar da olmalı…
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Evet! Immanuel Wallerstain’ın (23) yaklaşımı ise daha farklıdır: O, ‘soldan sağa sosyalizm, liberalizm, muhafazakârlık’ diye sıralanan üçlü ideolojik sistemin, aslında dünya çapında hâkim ve merkez ideoloji olan Liberalizmin üç görüntüsünden ibâret olduğunu, bu sistemin sol kanadın çöküşüyle, dünya çapında bir bütün olarak meşruiyetini ve geçerliliğini süreç içinde yitirdiğini ileri sürmüştür.
Oğuz Çetinoğlu: Muhafazakârları konuşuyorduk hocam! Ülkemizdeki muhafazakârların durumu nedir?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri:  Hangi gerçeğe hitap ederse etsin içi; tarih, toplum, kimlik ve coğrafya bilinciyle doldurulmamış herhangi bir değerlendirme; o toplum bakımından anlamlı kılınamaz. Sosyolojik akışın onaylamadığı, coğrafyaya uymayan, tarihin yürüyüşüne uygun düşmeyen yaklaşımların kalıcı bir gerçek haline gelmesi beklenemez.

Evrensel değerlerin millî/tarihî/sosyal yapının ve çağdaş aklın süzgecinden geçmeden sosyal hayatın parçası haline gelme şansları da yoktur. Bu gerçekliktir ki Atilla İlhan’a (24) şu soruyu sordurmuştur: ‘Türk sağcılığı da, Türk Solculuğu da, Liberalliği, Sosyalistliği vs., ancak ortaklaşa bir tarih ve yurt bilinciyle oluşturabilir; bu çifte bilinçten yoksunluktur ki, liberalliğimizi Amerikan veya İngiliz liberalliği; sosyalistliğimizi Rus veya Çin sosyalistliği; milliyetçiliğimizi İtalyan veya Alman faşistliği haline getiriyor; Türkler, çağdaş bilimselliği kullanarak, yurt ve tarih bilinciyle millî şartların özgün liberalliğini, sosyalistliğini, Müslümanlığını ve milliyetçiliğini gerçekleştiremezler mi?’
Oğuz Çetinoğlu: Siz ne diyorsunuz? Gerekleştirebilirler mi?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Sorulması gereken soru budur. Evet! Bir toplumun kültürel özü, coğrafyasının, tarihî birikiminin, gelecekle ilgili ideallerinin, ahlakî ve manevî değerleri tarafından doldurulmadığı sürece; kavramların adına ister liberallik deyin isterse sosyalistlik, boşlukta asılı lafzı muhayyel olarak kalmak durumundadırlar. Mesele, birinci sınıf liberal, sosyalist, muhafazakâr veya milliyetçi çıkaramama ve buna bağlı olarak birinci sınıf eser üretememe meselesidir. Dâvâsı olan, değeri olan insan yetiştirememe Türkiye’nin temel problemidir. Dâvâsı olmayan aydınlar üretmektedir.
Oğuz Çetinoğlu: Bu sözünüz, kendilerini ‘aydın’ olarak tanımlayan batıcı okur-yazarlara mı?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Türk tarihine, toplumuna ve kültürüne hakaret ettiği oranda batılı çevrelerce ödüllere boğulan bazı liberal yazar-çizer takımı aydın olmayı içinde yaşadığı halka, tarihe, kültüre hatta coğrafyaya duyulan güvensizlik, buna karşın küresel güce karşı duyulan bağlılık olarak algılamaktadır.
Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’de muhafazakârlık kavramı doğru algılanıyor mu?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri:  Türkiye, muhafazakârlık kavramının yerli yerine oturmadığı, bir başka ifadeyle bu kavramın en yanlış tanındığı ve kullanıldığı ülkelerden birisidir. Türkiye’deki liberal ve muhafazakâr kesimin kavramlar üzerinde olmasa da ABD Başkanı Barack Obama üzerindeki kanaatlerinin ortak olduğu görülmektedir. Nitekim bu kesim ABD Başkanının Türkiye ziyareti üzerine Türkçede bulunan bütün övücü sözler kullandıkları görülmüştür.

Muhafazakâr cenahtan bir yazarın ‘Obama’yı İzlerken’ başlığıyla kaleme aldığı yazıda ABD Başkanı Obama’yı şöyle takdim ediyor: ‘Çok dengeli bir insan…/…  Sırıtan hiçbir özelliği yok…/… Hazımlı, özgüvenli…/… Çok da sempatik. Gönlünü açıyor ve sabırla, umutla bekliyor; sıcaklık ve yakınlık gösterilmesini. Gösterişsiz ve mahcup bir vakarla bekliyor…/… tam bir diyalog adamı. Sermayesi olan için çok verimli bir muhatap.’

Bir başkası ise ‘Öğrencilerle bir süper gücün başkanı değil de içimizden biri gibi sohbet etmesi, gönüllerin fethine yetti. Bush döneminin işgalci, zalim burnu havada Amerika’sı yerine, Clinton’ın ziyaretini hatırlatan ve Amerika’ya olan antipatiyi, iki gün içinde sempatiye dönüştüren bir ziyaret bu.’

Bir diğeri ise şöyle yazıyor: ‘İç politika için belki bugünden iddialı bir laf olacak ama söylemeliyim: Obama’dan önceki Türkiye’yi unutunuz, Obama’dan sonra yeni bir Türkiye var.’ diyor. Hâlâ iki Müslüman ülkeyi (Afganistan ve Irak) resmen işgal altında tutan ABD Başkanını bu denli övmek her kökten muhafazakâr veya doğuştan liberalin yapacağı bir iş olmasa gerek.

Kendisini liberal olarak konumlandıran eski Marksist yeni neoliberal (25) bir gazeteci T.C Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Tahran ziyaretini ‘Obama’nın barışçıl öncü kuvveti olarak Tahranda’ başlıkla yazı yazabiliyor.
Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’deki liberal ve muhafazakârları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri:
Her ülkenin liberali, muhafazakârı, ateisti veya sosyalisti; kendi ülkelerinin millî çıkarlarını öncelikli bir konumda tutar. Tarih boyunca bütün büyük güçler liberalliği, sosyalistliği veya muhafazakârlığı millî çıkarlarının amacı değil aracı olarak kullanmışlardır. Türkiye’de yetişen mukallit liberal veya muhafazakârlar ise her seferinde dünyanın genel gidişine ters bir biçimde hareket etmiştir. Türkiye’de millî çıkarlar, Türk kimliği ve Türk tarihi, muhafazakâr ve liberaller tarafından her zaman ideolojilere kurban edilecek kadar önemsiz görülmüştür.
Oğuz Çetinoğlu: Milliyetçilik kavramından da söz edelim mi?
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Dünyanın her yerinde insanlar arasında nüfus, sâhip olunan ekonomik kaynaklar, askerî ve siyasî güç, inanç, yaşanılan coğrafya, tarih ve sosyal gelişme bakımından farklılıklar vardır. İnsanlar arasındaki bu farklılıklar çıkar ve kimlik problemini ortaya çıkarır. Farklı kimlik ve çıkarlara sâhip toplumlar dünya üzerindeki yerlerini ve statülerini güçlendirmek için birbirleriyle yarışırlar. Özgür olmayanlar özgür, eşit olmayanlar eşit, bağımlı olanlar bağımsız, geri toplumlar ileri toplum haline gelmek için benzerleriyle dayanışma, karşıtlarıyla da yarışma içine girerler.

Güneşin altında onurlu bir yer edinme kaygısı toplumların yönelimlerinde önemli bir yer tutar. Sonuçta bu yönelim, kimlikleri aktif olmaya teşvik ederek toplumların dünya düzeni içinde kategorik olarak konumlandırılmasını sağlar. Bu anlamda milliyetçilik kendi kaderini tayin, millet, egemenlik, ilerleme, özgürlük, modernleşme, eşitlik, millî devlet, kimlik, kurtuluş hareketleri, özerklik, öz bilinç, millî onura sahip çıkmak gibi kavramların merkezinde yer alır.

Hemen her yerde milliyetçilik, sömürgeciliğe son veren bağımsızlık ve kurtuluş hareketlerinin de enerji santrali konumunda olmuştur.
Oğuz Çetinoğlu: Milliyetçilik kavramına aleyhtar olanlar var.
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: Milliyetçilikler çoğu zaman öz güvenin, kendini fark etmenin ve savunmanın aracı olmuşlardır. Ona yönelik olarak geliştirilen eleştirilerin çokluğu sosyo-kültürel ve siyasî etkisinin büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de çok çeşitli ideolojik hareketler, bir anlamda kendilerini meşrulaştırmanın yolu olarak milliyetçiliği eleştirmeyi seçtikleri görülmektedir.

Süreç içerisinde küresel yöneticiler daha çok da sömürgeci güçler kullanamadıkları veya kontrollerinden çıkan milliyetçilikleri ‘günah keçisi’ ilan etmeyi bir strateji olarak benimsemişlerdir. Şu paragraf, bu stratejinin niteliğini göstermektedir: ‘Dünya yöneticilerinin gözüyle çağdaş insanın en tehlikeli efsânesi Maisonrouge’un (26) ‘millî ön yargılar ve endişeler’ dediği milliyetçiliklerdir. On sekizinci yüzyılın ‘Ecrasez l’infame -ezin günahkârı’ şeklindeki çağrısının çağdaş karşılığı Peter Drucker’in (27) sloganıdır. ‘Milliyetçi canavarın dişlerini sökmeliyiz.’

Diderot (28) için Katolik Kilisesi nasıl bilgisizliğin ve akılcı değişikliklere direncin simgesi olmuşsa, Maisonrouge için de düşman ‘akılcılığa aykırı olan milliyetçiliktir.’

Milliyetçilik karşıtlığı çoğu yerde bir başka milliyetçiliği veya çıkarı meşrulaştırmak için yapılmaktadır. Kendilerini herhangi bir milliyetçiliğin veya millî çıkarın etkisinden muaf olarak görenler, gerçekte farkında olmadıkları bir milliyetçiliğe hizmet etmektedir. İnsanlar, ister milliyetçilik karşıtı isterse bigânesi olduğunu söylesinler sonuçta herhangi bir milliyetçiliğin aracı olmaktan kurtulamazlar.

Liberal, ümmetçi, sosyalist, evrensel veya küresel söylemler, gerçekte bu görüşleri millî çıkarlarının aracı olarak kullanan büyük kültürlerin veya güçlerin -bir anlamda- hizmetindedir. Tarihi, yaşanan gerçeklere uygun biçimde okumasını bilenler milliyetçiliklerin asıl, ideolojik evrenselci yaklaşımların ise süreç içerisinde birer ayrıntıdan ibâret olduğunu görürler. Tarihî mücâdelelerin daha doğrusu milletlerin kaderini de gerçekte bir milliyetçiliğin bir başka milliyetçilikle olan ilişkisi tâyin eder.
Lügatçe:
(18) erozyon: Tabiatta, rüzgâr, sel, buz gibi etkenlerin, kullanılabilir toprakları aşındırarak sürüklenmesi olayı. Sosyal hayatta, toplumun kültürel değerlerinin kayba uğraması.
(19) Jean-Jacques Rousseau: İsviçre’nin Cenevre 28 Haziran 1712 tarihinde doğdu. 2 Temmuz 1778 tarihinde öldü. Fransız yazar, düşünür, filozof, politika ve müzik teorisyenidir.
Eğitimine 10 yaşında iken bir din adamının yanında başladı. 1728-1738 yılları; uşak, sekreter, müzik hocası ve tercüman olarak Fransa, İtalya ve İsviçre’de dolaşmıştır. Fransa’da yazıları yasaklanınca İngiltere’ye gitti. Daha sonra da İsviçre’ye sığındı. Kalvenist olarak vaftiz olmuştu. Torino’da Katolikliğe geçti, daha sonra tekrar Kalvenist oldu. Bu sebeple doğduğu şehir olan Cenevre’de ateist suçlamalarına mâruz kaldı.
İnsan tabiatına ilişkin çözümlemesiyle, insanın medeniyet tarafından değiştirilmemiş doğal halinin birçok açıdan daha üstün olduğu fikri ve modern demokrasi anlayışına temel oluşturan sosyal sözleşme öğretisiyle ün kazanmış olan ünlü Fransız düşünürdür. Kendisi filozof sıfatını her zaman reddetmiştir.
Türklerin 700’lü yıllarda bilip uyguladığı Millî egemenlik düşüncesi Avrupa’da ilk defa ilk defa 18. yüzyılda Rousseau tarafından ortaya atılmış ve bu yüzyılda despot hükümdarlara karşı fertlerin hak ve hürriyetlerini gerçekleştirip, teminat altına almak için girişilmiş olan mücadele ile başlamıştır. Ancak bu fikrin ortaya çıkması, yani halkın da yönetime katılarak, hükümdarın gücünün sınırlandırılması işi 1215 tarihli Magna Charta’ya dayanmaktadır. Manga Charta’nın ortaya koyduğu insan hakları kavramı da, İslamiyet’te, 600’lü yıllarda Medine sözleşmesi ve Vedâ Hutbesi ile ele alınmıştı.
(20) ethos: Huy, alışkanlık; yüz ifâdesi, tutum, kişilik anlamında Latince kelimedir. Yüksek ahlak anlamında da kullanılmaktadır. Etik kelimesi de buradan gelmektedir.
(21) Emile Fauet: 1847-1916 yılları arasında yaşamış Fransız tarihçi ve münekkit. ‘Devlet, kötüdür fakat gereklidir.’ sözü ile hatırlanır.
(22) tedrici: Yavaş yavaş, azar azar, aşamalı olarak yapılan.
(23) Immanuel Maurice Wallerstein: 28 Eylül 1930 tarihinde New York’ta doğdu. ABD’li sosyolog, tarihî sosyoloji alanında ilim adamı ve dünya sistemler analisti.
(24) Attilâ İlhan: 15 Haziran 1925 tarihinde doğdu. 11 Ekim 2005 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Türk şair, romancı, denemeci, gazeteci, fikir adamı ve yazar. Entelektüel çalışmalarıyla Türk edebiyat ve düşünce dünyasına önemli katkıları olmuş bir aydındır.
(25) neoliberal: Neo, yeni anlamında bir ön ektir. Neoliberal, ekonominin devlet işlerinden ayrılmasını ve piyasayı özel teşebbüsün yönetmesi gerekliliğini savunan ve Neoliberalizm olarak anılan düşünce akımı benimseyen kişiler için kullanılır.
Rekabetin piyasayı yönetmesi gerektiğini söyler. Dengelenmiş bütçeyi, serbest piyasa kapitalizmini ve serbest ticareti savunur. Devletin sadece herhangi bir kriz anında âcil ve keskin müdâhaleler yapmasını, bunun dışında piyasadan tamamen çekilmesi gerektiğine inanır. Türkiye’deki en hararetli taraftarı Turgut Özal’dı. Sağcı ekonomi sistemi olarak kabul edilir.
(26) Maisonrouge: Bir yönetici ve düşün adamıdır. Alıntılar O’nun 13 Kasım 1969 tarihli ‘İş Dünyasının Büyümesi’ konulu konuşmasından alınmıştır.
(27) Peter Ferdinand Drucker: 19 Kasım, 1909 tarihinde doğdu, 11 Kasım, 2005 tarihinde öldü. Avusturyalı yazar, danışman, öğretim üyesi ve yönetim bilimci.
Frankfurt Üniversitesi’nde okudu. Keynes ve Schumpeter’den ders aldı. 1929’da Frankfurt’un en büyük günlük gazetesinde finans yazarlığı yaptı. 1933’te tutucu bir Alman filozofu olan Stahl hakkında yayımlanan yazısında Nazileri o kadar rahatsız etti ki, yayın yasaklanmakla kalmadı yakıldı. Bir süre sonra, ‘Almanya’da Yahudi Problemi’ başlıklı yazısı da aynı şekilde tepki gördü.
Hitler başa geçtikten sonra Londra’ya göçtü. Bankacı oldu. 1937’de gazeteci olarak Amerika’ya gitti. Vermont’ta Bennington Koleji’nde siyaset ve felsefe profesörü olarak ders verdi. 1939’da ilk kitabı, ‘Ekonomik Adamın Sonu: Totaliterliğin Kökenleri’ isimli kitabı yazdı. 1945’te General Motors’u inceledi ve sonucunda 1950’de ‘İşletme Kavramı’ isimli çığır açan kitabı basıldı. En önemli eseri ‘Yönetim Uygulaması’ isimli kitabını 1954’te yayımlandı. Bu çalışmasında işletmeleri masaya yatırdı. Özetle yönetimin bir bilim ya da sanat değil, bir meslek olduğunu gösterdi. 21 yıl boyunca New York Üniversite’sinde hocalık yaptı. O kadar popülerdi ki, dersleri spor salonunun yanında yüzlerce sandalyenin sığabileceği bir mekânda yapılıyordu. 1975’ten itibaren 20 yıl Wall Street Journal’da aylık köşe yazarlığı yaptı.
Drucker’in ilgi çekici sözlerinden bâzıları:
Her karar tehlikelere gebedir. Karar, kaynakları bilinmeyen ve belirsiz bir geleceği sunma taahhüdüdür. Eğer kararın gerekli olduğunu, karşılaşılacak problemleri açıkça ifâde etmeyi ve doğrudan başa çıkmayı, sonunda uzlaşma yapmanız gerektiğini biliyorsanız, tehlikeler en aza indirgenebilir.
Etkin organizasyonlar kendilerini tatmin etmek için değil, müşteri ihtiyaçlarını karşılamak için vardır. Liderler organizasyonu oluşturan çalışanların kendilerini sürekli yenileyebilecek şekilde dışarı odaklanmasını sağlamalıdır.
Türkçeye çevrilmiş kitapları: Etkin Yöneticinin Seyir Defteri. Fırtınalı Dönemlerde Yönetim. Geleceğin Toplumunda Yönetim. Sonuç İçin Yönetim. Kapitalist Ötesi Toplum. 21. Yüzyıl İçin Yönetim Tartışmaları. Büyük Değişimler Çağında Yönetim. Etkin Yöneticilik. Yönetim Uygulaması. Yeni Gerçekler. Devlet ve Politika Alanında Ekonomi Bilimi. İş Dünyasında Toplumda ve Dünya Görüşünde Gelecek İçin Yönetim. 1990’lar ve Sonrası
(28) Denis Diderot: Fransız yazar ve filozof Diderot, 5 Ekim 1713 tarihinde doğdu, 31 Temmuz 1784 tarihinde vefat etti. Aydınlanma Çağı’nın en önemli kişiliklerinden biriydi. Onun önderliğinde Aydınlanma döneminde Batı Avrupa’da ülkeler arasında çekişmeler olsa da bilgi akışı yeni aydınların toplumlara kazandırılmasını sağlamıştır. ‘Filozofça Düşünceler’ isimli kitabı, mahkeme kararı ile yakılmıştır.
Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ kimdir?
1954 yılında Gümüşhane’nin Şiran ilçesinde doğdu. İlk ve orta tahsilini Gümüşhane’de, yüksek tahsilini Ankara’da, yüksek lisansını 1987 yılında Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamladı. 1991 yılında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yönetim Organizasyon dalında ‘Örgütlerde Çatışma ve Yabancılaşmanın Önlenmesinde Yönetime Katılmanın Rolü’ adlı tezinin kabul edilmesiyle de doktor unvanını aldı.
1998 yılında doçent, 2004 yılında da profesör oldu.
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, Niğde Üniversitesi’nde çeşitli aralıklarla Kamu Yönetimi Bölüm Başkanlığı, Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü yaptı. 1999 yılında Kazakistan’daki Ahmet Yesevî Üniversitesi’nde görev aldı. Bu üniversitede Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü kurdu ve bir yıl süreyle de başkanlığını yaptı. 2004 yılında AYSAM (Ahmet Yesevî Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanlığına getirildi. Burada iki yıl çalıştıktan sonra hâlen görev yapmakta olduğu Niğde Üniversitesi’ne geçti.
Yayınlanmış eserlerinden bâzıları: Yeniden Türkleşmek, Örgütsel Değişmenin Yönetimi, Küreselleşme Karşısında Milliyetçilik ve Kimlik, Küresel Kıskaç ve Türkçülük, Bilgi Yönetim Stratejileri ve Girişimcilik, Dokunanlar, İtirazlar, Bugünden Yarına Türk Dünyasına Stratejik Bakış, Yönetimde Yeni Yaklaşımlar, Ölüler Nefes Almaz (Roman), Örgütlerde Çatışma ve Yabancılaşma Yönetimi.
Prof. Dr. Yeniçeri, 2003 yılında, Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından ‘Prof. Dr. Osman Turan Kültür Araştırmaları Armağanı’na layık görülmüştür. Ortadoğu, Ayyıldız, Millet, Hergün ve Siyaset Ekseni gazetelerinde çeşitli aralıklarla köşe yazarlığı yapmıştır. Halen Yeniçağ Gazetesi’nde köşe yazarlığına devam etmektedir.

Önceki İçerikKayıp Coğrafyalarımızdan Haberler – I
Sonraki İçerikÇocukluk Yıllarımız ve Kar Keyfi
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.