Balyoz Davası kovuşturması, Silivri Mahkemesinde başladı. Halen 160’dan fazla sanık komutan tutuklu. Bunların içinde kuvvet komutanları, ordu komutanları, kurmay başkanları, en stratejik birliklerin komutanları var.
“Ergenekon” ile başlayıp, “Balyoz Davası” ile devam eden süreç, akılları karıştıran karmaşık bir yapıya dönüştü. Herkesin iddianameleri, sanık ifadelerini okuması, Mahkemedeki hâkimler kadar dosya muhtevasına vakıf olması mümkün değil.
Ancak genel algı o ki, her gün “yeni deliller”, yeni dosyalar, mevcut davayla birleştirilmesi söz konusu olan ilave davalar, yeni sanıklar, yeni gözaltılar ve yeni tutuklamalarla davalar içinden çıkılmaz bir hale geldi.
Balyoz Davası asıl olarak (emekli veya muvazzaf) Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile ilgili olduğu, sanıklar arasında çok sayıda üst seviyede komutanlar da bulunduğu için tek boyutlu bir olay olarak değerlendirilmesi doğru olmaz.
İşin hukuki boyutu böyle karmaşıkken bir başka yönüne, istihbarat boyutuna dikkat çeken Mahir Kaynak‘ın tespitini çok önemli buluyorum:
“Darbe iddialarıyla başlayan ve halen yeni iddialarla genişleyen bu süreçte bazı operasyonlar olduğu hissediliyor. Bu operasyonların ortaya çıkarılmasını yargıya bırakmak, bu kurumu bilmediği ve bilmesi gerekmeyen bir olayla karşı karşıya bırakmak anlamına gelir.”
“Kaynağı bilinmeyen bulgularla olay çok genişledi ve ordunun önemli bir bölümü suçlandı. Bunun içinde ne kadar gerçek, ne kadar istihbarat örgütlerinin provokasyonları olduğunu bilmiyoruz. Bu konudaki en önemli yanılgımız olayın çözümünde yargıyı görevli saymak, devletin diğer kurumlarını olayın dışında tutmaktır. Oysa istihbarat operasyonlarında kalkan görevini bizim istihbarat örgütü yapar ve yargıya destek olur.”
“Darbe iddiaları akıl sınırlarını aşmış ve çok geniş bir kitleyi itham eder hale gelmiştir. Önümüzdeki günlerde bölgede bazı çatışmaların olması ve bunun bizi de etkilemesi söz konusuyken böyle bir ortam yaratmak yanlıştır. Yargının verdiği kararlar hakkında şüpheler oluşmuştur ve onun adalet yerine siyaset tarafından yönlendirildiği kanısı yaratılmıştır.” (Mahir Kaynak, Star Gazetesi, 12 Mart 2011)
***
Balyoz Davasını anlamak için, başlangıçta şu hususları ortaya koymak uygun olacak:
- DARBECİLER YARGILANMALI: Türkiye, TSK içinde bazı zümrelerin zaman zaman darbe yapmasından çeşitli sıkıntılar çekti. Darbe yapan veya yapmaya teşebbüs edenler varsa gerekli cezaya çarptırılmaları, yeni darbe hevesinde olacaklara karşı caydırıcı olacağı için iyi olur. Bu millet (1963’te) darbe teşebbüsünde bulunan Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’ın idamla cezalandırılmasına hiç itiraz etmedi. Yeter ki darbe iddiaları ispatlansın.
- SEMİNER FAALİYETİ Mİ, DARBE PLANI MI? Balyoz Davası sanıklarının yaptığı iddia edilen plan akıllara ziyan bir görünümde. Plan’da kaos yaratmak amacıyla Fatih Camisinin bombalanması gibi inanılması güç iddialar var. Yapılan “savaş oyunu seminer faaliyetinin” “darbe planı” olarak nitelendirilmesi için, Davanın görüldüğü İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanının sorduğu kritik soruya henüz cevap verilememiştir. Balyoz davasının 163 sanığı hakkındaki tahliye talebinin reddedilmesine şerh koyan hâkim Şeref Akçay, “Sanıkların yargılanmaması gerektiğini kimse söyleyemez” dedi ve sordu:
“Burada cevaplandırılması gereken ve bize göre de bu davanın temelini oluşturan bir soru vardır ve bu soruya hukuken cevap verilmediği müddetçe bu dava sonuçlanamaz. İddianamede de bu soruya herhangi bir cevap verilmemiştir.
Sorulması gereken soru; ‘Sanıkların 5-7 Mart 2003 tarihlerindeki bu toplantıdan sonra bu eylemlerini devam ettirecek herhangi bir faaliyette bulunmuşlar mıdır, herhangi bir icrai faaliyette bulunmuşlar mıdır?’ sorusudur…”
Mahkeme Başkanı Şeref Akçay, ”Dosyalarda sanıkların 5-7 Mart 2003 tarihindeki toplantıdan sonra eylemleri devam ettirdiğine veya bu iradeyi taşıdıklarına dair herhangi bir delil yoktur” görüşünü dile getirdi.
Yine cevaplanmamış kritik başka bir soru daha var: Bu komutanlar darbe planı yapmış ise, hangi güç bunları darbe yapmaktan vazgeçirmiştir?
- İstihbarat örgütlerinin provokasyonu: Mahir Kaynak “önümüzdeki günlerde bölgede bazı çatışmaların olması ve bunun bizi de etkilemesi söz konusuyken” yabancı devletlerin istihbarat teşkilatlarının, Türk Silahlı Kuvvetlerini zaafa uğratmak veya Türk siyasetini ve devlet yapısını şekillendirmek için, “provokasyonlar” yapmakta olabileceğine dikkat çekiyor.
Bu “provokasyonlar” Mahkemeyi yönlendirmek için, bazı gizli belgeleri tedarik etmek, sahteliği çok uzun sürede ayırt edilebilecek deliller üretmek, medya aracılığıyla psikolojik operasyonlar yapmak gibi uygulamalarla yürütülüyor olabilir.
Bu ifade kanaatimce, Mahkemenin uzmanlık alanına girmeyen, “istihbarat” alanına giren bu konuda yargının yanıltılabileceği ve hatta kullanılabileceği anlamına geliyor.
- ESKİ HESAPLARIN ÖCÜ: Bir de buna iç siyaset hesaplarıyla ve geçmiş mağduriyetlerin öcünü alma peşinde olanların, intikam heveslerinin de birleştiğini düşününüz. Bu psikolojiyle, “bölgedeki çatışma ortamında,” TSK’nın en caydırıcı olması gereken zamanda, psikolojik operasyonla moral gücü dibe vurmuş olmasının yaratacağı sıkıntıları görmek mümkün olamıyor.
“Ergenekon” ve “Balyoz” sanıklarının kimlikleri ile “belgelerin” elde ediliş şekilleri bu “provokasyon” şüphesini destekler niteliktedir. (Ergenekon davasına ajan olduğu şüphesiz Tuncay Güney adlı papaz bozuntusundan temin edilen altı çuval dolusu belgenin, Balyoz davasına ise Taraf Gazetesi’nden Mehmet Baransu‘ya gönderilen bir bavul dolusu “gizli” belgenin temel olduğunu unutmamak lazım.)
“Geçmişimizle hesaplaşmak” hevesiyle, acaba geleceğimizi tehlikeye mi atıyoruz?