Din Eğitimi Gören Bestekâr ve Koro Şefi Âmir Ateş ile, Din ve Musiki Beraberliği Üzerine Sohbet

131

Oğuz Çetinoğlu: Musikîmizde İslâmiyet’in, İslâmiyet’te musikînin yerini belirlemekle söyleşimize başlayabilir miyiz?
Âmir Ateş: Musikinin tarihi insanın yaratılışına, kâinatın yaratılışına kadar gider.
Musiki, evrenin içindeki enstrümanların kâinatın yaratılışı ile birlikte çıkardıkları hoş nağmelerdir.
Musikinin özünde Allah’ın yüceliği vardır. Allah c.c. güzeldir, güzeli sever.
Yarattığı her canlıya farklı bir nağme, farklı ritm, farklı bir anlam, farklı bir güzellik yükleyen de O’dur.
Dolayısıyla musiki ve İslam’ı birbirinden ayrı düşünemeyiz.
Hem musikinin İslam’da ve hem de İslam’ın musikideki yeri çok yücedir.
İkrâ Sûresi ile başlayan bu vahy’de ve Cebrail a.s. ile Hazret-i Peygamber (sav) Efendimiz arasındaki bütün diyaloglarda bu mukaddes musikiyi görmek mümkün.
Bu bağlamda İslam’ın bütün prensipleri ve kurallarının gelişi ve işleyişinde musiki vardır.
Çünkü musikide O’nun, O Yüce kudretin nefesi vardır.
O nefesin insanın içinde sağladığı dolaşımda da musiki vardır.
İnsanın varlığı ile başlayan, kâinata ve insana Allah’ın verdiği nefes ile başlayan musiki, mahşere kadar, İsrafil a.s.’in üfleyeceği Sur’a kadar devam edecektir.
Çetinoğlu: Geçmiş dönemlerde; kâmil bir insan ve saygın bir din görevlisi, aynı zamanda müzikte üstad olan Râkım Elkutlu’muz vardı. Saadeddin Kaynak, Hâfız Burhaneddin Sesyılmaz, Kâni Karaca ve zât-ı âliniz… Âmir Ateş… ilk akla gelen isimler.
Diğer isimleri de hayra vesile olması niyazı ile analım mı?

Ateş: Elbette, onlar aradan asırlar da geçse bu kubbede hoş sadâ olarak kalmaya devam ediyorlar.
Şu hususu da ifade etmek isterim ki; Hafız Post’la başlayan bu unvan aslında ‘Ümmetimin en şereflileri hamele-i kuran olanlardır.’ Mübârek sözü çerçevesinde, bütün hâfızları ihtiva etmektedir.
Kur’an başlı başına en büyük mucize, en büyük sanat. Musiki sanatından Kur’anı ayrı düşünmek mümkün değildir.
Kur’anın kendisi en büyük ilahi musikidir. Onun her kelimesinde, her harfinde musikiyi görmek mümkündür.
Dünyada insanın en çok etkilendiği ses Kur’an sesidir.
Çünkü onun içinde Yüce Yaratıcının kendi musikisi vardır. Ondaki her şey ilahîdir.
O’na ait olmayan bir şey Kur’anda yoktur. Dolayısıyla her harfi, her kelimesi, yazılışı ile, okunuşu ile insanı etkilemekte, hatta duygulandırmaktadır.
Çetinoğlu: Din görevlisi olan veya dîni eğitim almış kişilerin müzikle ilgilenmeleri, biz Müslüman Türklere has bir gelenek olsa gerek. Bu geleneğinin tarihî süreci hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?
Ateş:
Musiki tarihinin insanın ve kâinatın yaratılışı ile aynı döneme denk geldiğini söylemiştim.
Müslüman Türklerin sanat ve estetik yönü elbette diğer milletlerden çok farklıdır.
Diğer milletlerin sanatını küçük görüyorum anlamına gelmez bu söylediğim.
Ama bizim sanatımızın temelinde hep O vardır. O’nsuz sanat, sanat değildir.
O’nun aşkını ve sevgisini gelenek sanatlarımızda, hattımızda, ebrumuzda, tezhibimizde, resmimizde, minyatürümüzde ve musikimizde en detaylı bir şekilde görmek mümkündür.
Her dönemin kendine has çok ayrı bir güzelliği ve özelliği vardır. Bunlar da bizim kültürümüzün ilahî sanatla ne kadar iç içe olduğunu gösteriyor.
Din görevlisinin görevi musiki ile alakalıdır. Din görevlisi musikinin içindedir.
Musikiyi ve din grevlisini ayrı düşünmek olmaz.
Vahyin temelinde ve yayılışında musikinin ne kadar etkili olduğunu konuşmuştuk.
Hitabet sanatı, çağrı sanatı, irşad sanatı ve tebliğ sanatı hep musiki ile ve din adamı ile ilgilidir.
Din adamının görevini en güzel bir şekilde icra edebilmesi için en çok ihtiyaç duyduğu şey musikidir.
Musikisiz, insanlara ulaşmak mümkün değildir. Musiki olmadan insanları Allah’ın hoşnutluğuna götürmek mümkün değildir.
Musiki olmadan, insanın kendisi ile ve toplumla barışını sağlamak ta mümkün değildir.
Din adamının musikideki etkisinin en güzel görüldüğü yerlerden birisi şüphesiz ki İstanbul’dur.
İstanbul sanki açık hava müzesidir. Bu müzenin içindeki en güzel eserlerden biri de musikidir.
İstanbul’un kendisi başlı başına bir musikidir ama oradaki din adamlarının icra ettikleri musiki elbette daha etkileyicidir.
Çetinoğlu: Muhafazakârlıkta orta yoldan ayrılıp uçlara yönelenlerin, İslâmiyet’le müziğin bağdaşmayacağı yönünde kanaatleri olduğu biliniyor. Konu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyim?
Ateş: İslamiyet’le müziğin bağdaşmayacağını söylemek, Cenab-ı Hakk’ın insana monte ettiği ritmi ve nefes alış verişinde icra ettiği musikiyi inkâr etmek demektir.
Kısaca saygısızlıktır.
Musiki deyince, insanların ne anladığı önemlidir.
Bir cami musikisinden söz ettiğimizde, eğer muhatabımız dans ve şarkı anlıyorsa, söylenenlere hak vermek gerekir.
Ancak, cami musikisi deyince, Yüce Kur’an âyetlerinin farklı makam ve ritimlerde, okunmasını, yüce dâvetin minareden günün farklı saatlerinde semadaki coşkusunu ve insanı Allah’ın birliğine dâveti akla gelmelidir. Bu dâvetin musiki ile yapılması mahzurlu bulunuyorsa diyecek bir şeyim yok.
Müziğinİslam’la bağdaşmayacağını söylemek, bana göre aşırı gitmektir, haddi aşmaktır.
‘Allah aşırı gidenleri sevmez’ Âyet-i kerimesine ters düşmüş olurlar. Herkes haddini bilmelidir. Ben hafızım ve yıllarca musikinin içindeyim. Musiki olmadan benim sanatımı ve Kur’anımı okumam da mümkün değildir.
Bizim güzel dinimiz aşırı gitmeyi ve aşırı gidenleri hoş karşılamıyor. Çok dikkatli olmak gerekiyor.
Çetinoğlu: Müzikle ilginizin kapsamını okuyucularımız özgeçmişinizden öğrenecekler. Siz; müzikle ilginizin, şahsiyetinizin oluşması ve gelişmesi üzerindeki tesirlerini ve yönlendirmelerini değerlendirir misiniz?
Ateş: Küçük yaşta hafız olunca ve kısa zaman içinde de İstanbul içinde mevlidhanların arasına girince ister istemez her şeyiniz, Kur’an ve çevrenizdeki ağabeyleriniz tarafından şekillendiriliyor.
Önce olgunluk aşaması ve ardından pişmek.
Kendimi çok şanslı görüyorum bu sanatın içinde ve çok yönlü bulunduğum için.
Hafız olan arkadaşlarım var. Bestekar olan arkadaşlarım var. Mevlidhan olan arkadaşlarım var. Ne kadar şükretsem azdır.
Bunların hepsini Cenab-ı Hak bana lütfetti. Hepsinde musiki var. Hepsinin benim karakterimin ve kişiliğimin şekillenmesinde etkisi ve katkısı var.
Ne mutlu ki, yıllarca bunları arkadaşlarımla paylaştım ve hala paylaşmaya devam ediyorum.
Çetinoğlu: Müziğin insan karakterinin şekillenmesinde nasıl bir rolü var?
Ateş:
Müzik ruhun gıdasıdır denilir. Sadece ruhun terbiyesinde değil insan karakterinin de, gelişmesinde ve olgunlaşmasında da önemli rolü vardır.
Bu yönü ile bakıldığında önemli bir tedavi edici özelliğe sahiptir müzik.
Tedavi yöntemleri Osmanlı döneminde Edirne, Bursa, İstanbul, Amasya ve pek çok merkezde şifahanelerde uygulanmıştır.
Müzikle tedavi yöntemi, son dönemlerde yurt içinde ve yurt dışında da çok büyük ilgi görüyor.
Cemiyetimizin değişik koro ve sınıflarında müzik eğitimi alan arkadaşlarımızın bir kısmı bazı kurumlarda üst düzey yönetici olarak çalışıyorlar.
Derse geldikleri zaman bütün yorgunluğu ve günün bütün stresini attıklarını söylüyorlar.
Ruhu dinlendirici, karakteri ve kişiliği olgunlaştıran ve terbiye eden müthiş bir gücü var musikinin olumlu anlamda.
Çetinoğlu: Müzik eğitimi görmüş bir din görevlisinin; güzel olmasa bile iyi kullanılan bir ses ve üslupla ezan ve Kur’an-ı Kerim okumasının toplumumuza ve dinimize kazandıracakları hakkında bilgi verir misiniz?
Ateş: Bizim mesleğimizde asıl olan sevgidir. Kâinatın temelinde de sevgi vardır.
Kur’anın mesajı da sevgi üzerinedir. Sevgi olmadan hayatı düşünmek mümkün değildir.
Bu sebeple, din adamının görevi de bu sevgi mesajını, topluma iletmektir.
Din adamı, toplumla ve toplumun fertleri ile bire bir her an diyalog halindedir.
İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. O’nun güzel isimlerinin izlerini ve işaretlerini taşımaktadır.
Sevginin ve güzelliğin kaynağından insanlar güzel ve düzenli beslenirse mutlu ve huzurlu bir toplum meydana gelir.
İyi bir din eğitimi ve musiki bilgisi almış donanımlı bir din adamı, mesajını daha etkili olarak verir. Efendimiz (a.s.) da, Kur’anın ve ezanın güzel okunmasından çok büyük neşe duyardı.
Çetinoğlu: Din görevlisi yetiştiren okullarımızda müzik eğitimine gereği kadar önem veriliyor mu?
Ateş: Maalesef, sadece müzik adamı yetiştiren okullarda değil, ülkemizde Türk müziğine ve dinî musikiye gerekli önem verilmiyor.
Daha doğrusu iyi yetişmiş bir din adamının mesajının gücü henüz keşfedilmiş değil.
Yıllar önce Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtası ile güzel ezan ve Kur’an okuma seminerleri organize ettik.
Bu sayede yetişen öğrenciler, bir zincir misali ülkenin her tarafına ışık saçmaya başladılar.
Son dönemlerde sanki okullarda ciddiyeti kavranmış gibi. Ancak yeterli değil.
İstanbul’da 200’ün üzerinde musiki derneği var. Pek çok din görevlisi bu imkânlardan ve belediyelerin kurslarından yeteri derecede yararlanmıyor.
Okulların açığını kapatacak pek çok imkân büyük şehirlerde var. Ancak çok ilgi gördüğü de söylenemez.
Çetinoğlu: Türklerin İslamiyet ile şereflenmelerinde Araplar vesile oldular. Buna rağmen dinî musiki Türklerde Araplardan daha fazla gelişti. Bu oluşumun sebebi ne olabilir?
Ateş:
Türklerin sanata ve estetiğe verdikleri önemden kaynaklanıyor diyebiliriz. Bu bariz farkı ve inceliği, müzikte de, mimaride de, sanatın diğer dallarında da görmek mümkündür.
Şu an Avrupalıların en çok ilgisini çeken bizim geleneksel sanatlarımızdır.
Çetinoğlu: Türklerle Araplar arasında, inanç kültürü zeminindeki birlik-berâberliği müzik kültüründe de görmek mümkün mü? Bu soruyu; ‘Türk müziği, Arap müziğinden etkilenmiştir.’ İddiasında bulunanlara cevap teşkil etmesi açısından soruyorum.
Ateş:
Araplarla Türkler arasında, inanç kültüründeki beraberliği, Arap ve Türk müziği arasında görmek mümkün değildir.
Her ne kadar müzik aletlerinin büyük kısmı aynı olsa da, ritimler, nağmeler ve makamlar farklıdır.
Türk müziği bu yönden gerçekten çok zengindir.
Türk sanat müziğinde kullanılan makamları dinî musikide de kullanabiliyoruz.
Özellikle, Kur’an konusunda Arapların sadece bir tavırları vardır. Bu, makam filan değildir. Sadece bir tavırdır.
Bizim müziğimiz bu yönden gerçekten çok zengindir.
‘Yahya kemal Beyatlı’nın dediği gibi; Çok insan anlayamaz bizim musikimizden, bizim musikimizden anlamayan bir şey anlamaz bizden.’
Çetinoğlu: İslamiyet ile Türk müziği arasındaki ilişkileri geliştirmek gerektiğine inanıyor musunuz, Niçin?
Ateş: İslamiyet’i Türk musikisinin, diğer bir ifade ile musikinin dışında düşünmek mümkün değildir.
İslamiyet ile Tük müziği arsındaki ilişkilerin ve irtibatın güçlendirilmesi verilecek mesajın tesirli ve kalıcı olması açısından ve toplum huzuru açısından çok büyük önem taşıyor.
Kültürlerin nesiller arasındaki devamlılığı da, bu bağın gücüne bağlıdır.
Barış ve huzurun sağlanması açısından bu köprü mutlaka güçlendirilmelidir.
Çetinoğlu: Musiki ile irtibat kurmak isteyen din görevlilerine ve dinî musiki ile ilgilenmek isteyen müzisyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Ateş: Ülkemiz bu yönü ile çok zengindir. Eskiden televizyonlar yoktu. İletişim araçları bu kadar güçlü değildi.
Meşk sisteminin müziğimizde çok ayrı ve önemli bir yeri vardır.
Ancak, sanal ortamda, radyo ve televizyonlarda, yüzlerce müzik derneğinde kurslar çalışmalar yapılıyor.
Son dönemlerde ülkemizde hafızlarımız gerçekten güzel okuyorlar.
Yıllar önceki ektiklerimiz bugün olgunlaştı. Büyük şehirlerin, özellikle İstanbul’un ezanları ile diğer şehirlerin ezanları o kadar farklı ki.
Ve insan, güzel bir ezan dinleyince çok derunî duygulara dalıyor, duygulanıyor, büyük huzur duyuyor.
Bu sebeple, musiki ile irtibat kurmak isteyen arkadaşlarımız, meslektaşlarımız, mutlaka çok müzik dinlemeli. Mutlaka yakınlarındaki hafız müzik hocaları ile irtibat kurmalı.
Başkanlığını yaptığım Emin Ongan Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde 300’e yakın öğrenci var.
Bizim cemiyetimiz ve diğer kardeş cemiyetler profesyonel anlamda musiki eğitimi almak isteyenler için de temel teşkil ediyor.
Bizde eğitim görmüş arkadaşlarımız ve öğrencilerimiz, konservatuarlara ve üniversitelerin müzik bölümlerine çok daha kolay girebilmektedir.
Âmir Ateş
1942 yılında İzmit’in Kandıra ilçesinde dünyaya geldi. Eğitimini dinî yönde geliştirdikten sonra 14 yaşında İstanbul’a gelmesinin ardından 1959 yılında Üsküdar Musiki Cemiyeti’yle tanışarak başta Hacı Hâfız Hasan Akkuş, Kemâl Batanay, Sabahattin Volkan, Halil Can, Saadettin Kaynak gibi isimlerin eğitiminden geçerek Türk Sanat Müziği yönündeki eğitimine başlamıştır.
Mânevî babası olarak tanımladığı ve vefatına kadar Üsküdar Musiki Cemiyeti başkanlığını sürdüren Emin Ongan hocanın da desteğiyle başladığı müzik çalışmalarına şu an 2000’i aşmış sayıdaki Türk Sanat Müziği ve Türk Tasavvuf Müziği alanındaki besteleriyle devam etmektedir.
Hocası Bestekâr Emin Ongan ve Bestekâr Yesari Âsım Arsoy ile baba-oğul ve can dostu, ses sanatkârı ve bestekâr Yıldırım Gürses ile kardeşlik derecesine varan dostluklarını ailece de pekiştirerek her üç ismin de ömrünün son anlarına kadar yanlarında olarak devam ettirmiştir. Vefatlarının ardından hayatında doldurulamayacak boşluklar oluşmuştur.
Prof. Dr. Alâaddin Yavaşça, Avni Anıl, Selahattin İçli ve Erol Sayan, Bilge Özgen ve Ali Şenozan ile süren dostlukları da gerek şahsî gerek sanat hayatında etkilerini göstermiştir.
1980’li ve 1990’lı yıllarda pek çok televizyon kanalı için kendi adını taşıyan korosuyla beraber televizyon programları düzenlemiş olmasının yanı sıra, her yıl İstanbul ve ilçeleri başka olmak üzere, Kocaeli, Afyon, Eskişehir, Balıkesir, Denizli, Adana, Osmaniye, Trabzon, Manisa, Bursa gibi şehirlerde, ülkenin pek çok farklı bölgesindeki Musiki Cemiyetleri tarafından adına saygı konserleri düzenlenmektedir.
Emin Ongan Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde devam ettirdiği beste ve etüt hocalığının yanı sıra, Cemiyetin yönetim kurulu başkanlığını da sürdürmektedir. Anadolu Yakası Telefon Baş Müdürlüğü, Türkiye Denizcilik İşletmeleri, İstanbul Ehli Kur’ân ve Mevlidhânlar-Derneği Tasavvuf koroları gibi birçok topluluktan başka Diyanet İşleri Başkanlığı seminer ve kurslarında da hocalık yapmıştır. Kartal Musiki Cemiyeti’nin Kurucu Üyeleri arasında yer aldığı gibi Cemiyet’in Yönetim Kurulu üyeliğini sürdürmekte, TRT Repertuar Kurulu Denetleme Heyeti’nde de çalışmalarına devam etmektedir.

Emin Ongan Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde; Cemiyete üye olmasından birkaç yıl sonra yönetim kurulu üyesi olmuştur. Emin Ongan Hoca’nın 02.02.1985 tarihinde vefatının ardından göreve gelen Bestekar Şeref Çakar’ın da 2008 yılının son gününde vefat etmesi üzerine, Yönetim Kurulu Kararıyla 10 Ocak 2009 tarihinde Emin Ongan Üsküdar Musiki Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanlığı’na getirilmiştir.

Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim, Seni Ben Unutmak İstemedim Ki, Masal Yağmuru, Eylül Akşamları, Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın, Maziyi Kadehlerden İçip, Canım İstanbul, Hidiv Kasrı gibi besteleri, en çok tanınan eserlerinden bazılarıdır.

Yayınladığı son eserleri arasında 5 albümden oluşan kendi adını taşıyan ilahi korosuyla beraber hazırladığı seri; Eylül Akşamları,Yıllarca isimli Türk müziği albümü; Melihat Gülses, Doğan Dikmen, Sezen Cin ve Furkan Biçer’in yorumlarıyla zenginleştirilen ‘Hoş Geldin Ramazan’ isimli albüm ön planda yer almaktadır. 2008 yılı ramazan ayında ‘Welcome Ramadan’ adı ile Avrupa’da da yayınlanan albümünün ardından; Necip Fazıl Karadağ’ın seslendirdiği tasavvuf eserleri büyük ilgi görmüştür.

Üsküdar Musiki Cemiyeti ve Emin Ongan
Üsküdar Musiki Cemiyeti, 1918 yılında Birinci Ordu Baş Müfettişi Miralay Hacı Reşit Beyin oğlu Ata Bey tarafından Anadolu Musiki Cemiyeti adı altında kuruldu. 1919 yılında ise Darülfeyz-i Musiki Cemiyeti adını aldı. 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile birlikte adı Üsküdar Musiki Cemiyeti olarak değiştirilmiş ve varlığını 1934 yılına kadar sürdürmüştür. Türlü imkânsızlıklar sebebiyle çalışmalarını topluluğu oluşturan üyelerin evlerinde devam ettirmiş, nihayet 1939 yılında Yeni Üsküdar Musiki Cemiyeti adını alarak hükmî şahsiyetine kavuşturulmuştur.

Merhum Üstad Emin Ongan, 1927 yılında Cemiyete dâhil oldu. Musiki çalışmaları Emin Ongan’ın Başkanlığı ve Hocalığında devam etti. Faaliyetlerini kiralık binalarda devam ettiren Cemiyet, 1967 yılında, günümüzde kullanılmakta olan binanın temelini atmaya muvaffak oldu. Bir müddet sonra tamamlanarak; dershaneleri, konser salonu ve yönetim odalarıyla mükemmelliğine kavuştu.

Cemiyetin adı; 19 Ekim1987 tarihinde yapılan Genel Kurul toplantısında ana tüzüğe sadık kalınmak şartı ile Emin Ongan Üsküdar Musiki Cemiyeti olarak değiştirildi.

Kuruluşundan bu güne kadar Musiki Cemiyeti’nin yükselmesine yardımcı olan isimlerin birkaçı şöylece zikredilebilir: Kadıköylü udi Sami Bey, Mızıkalı Celal Bey, Selimiyeli Bestenigâr Hoca Ziya Bey, Prens Ali Rıfat Bey ( Çağatay ), Hafız Arap Cemal Bey ve Hocaların Hocası Emin Ongan. Bunların dışında isimleri saygıyla anılacak, Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş olan yüzlerce mümtaz şahsiyet bulunmaktadır.

Emin Ongan:
Türk müziği bestekârı Emin Ongan, 14 Eylül 1906 tarihinde Edirne’de doğdu. 02 Şubat 1985: tarihinde, 79 yaşında İstanbul’da vefat etti.

Edirne Sultânisi’nde son sınıfa kadar okudu. Bir ara ilkokul öğretmenliği yaptı. İlk müzik ve keman derslerini ağabeyinden aldı. 1920’lerin başında ailesi İstanbul’a yerleşti. 1927 yılında; Necati Tokyay, Selâhaddin Pınar ve Şükrü Tunar ile birlikte Üsküdar Musikî Cemiyeti’ni kurdu. Buradan, sonradan her biri çok ünlü olan pek çok sanatçının yetişmesine önderlik etti. Bir yandan da İstanbul Radyosu’nda ve Belediye Konservatuarı Türk Musikîsi İcra Heyeti’nde keman çaldı, radyoda fasıllar yönetti. Eserlerinden bâzıları: Sen benim gönlümde açan son gülsün (Nihavent), Bu gün yine gönlümün bahçesinde gezindim (Nihavent), Gittin de bıraktın beni gurbet ellerde ( Kürdili Hicazkâr), Hasretle yanan kalbime yetmez gibi derdim ( (Suzinak), Gönlümün bir hâli var ki, gam değil, kasvet değil (Uşşak).

Üsküdar Musiki Cemiyetinde Yetişen Sanatkârlardan Bazıları:
Ahmet Özhan, Aka Gündüz Kutbay, Ali Erköse, Ali Rıfat Çağatay, Âmir Ateş, Ârif Sami Toker, Avni Anıl, Burhanettin Ökte, Cahit Peksayar, Cinuçen Tanrıkorur, Hayri Pekşen, Hüsnü Anıl, İnci Çayırlı, Müzeyyen Senar, Niyazi Sayın, Recep Birgit, Sadi Hoşses, Sadun Aksüt, Selahattin Pınar, Şekip Ayhan Özışık, Şükran Ay, Şükrü Tunar, Tarkan, Yıldırım Bekçi Ve Zeki Arif Ataergin.

Önceki İçerikBir Tek Devlet Bahçeli
Sonraki İçerikOrhun Müzesindeyiz
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.