Geçmiş Kurban Bayramınızı kutluyorum. İlk defa kurbanlık bulmada zorlandığımız, ithal kurbanlıklara sığındığımız bir Bayram geçirdik.
Kosova’nın Prizren şehrinde yapılan “Atatürk’ü Anma Haftası”ndan döndükten sonra, bizi daha önce davet etmiş olan Nazilli Türk Ocağımızın misafiri olduk. Ege’nin incisi olan bu ilçemizde “Küreselleşme ve Kimlik” konulu bir sohbet yaptık. Hizmet için koşturan başta Ocak başkanı Ahmet Çekim olmak üzere, Ali Yavaş, Ziya Aksüt ve Şükrü Elmalı Beyleri tebrik ediyor; ilgisini esirgemeyen, Nazilli’ye güzel hizmetler veren Belediye Başkanı Haluk Alıcık’a da teşekkür ediyoruz.
Milli endişe sahibi ve sorumluluk anlayışı içinde çalışan, Türkiye’nin nereye götürüldüğünü sorgulayan her kuruluşumuzu ülkenin teminatı olarak görüyoruz. Birçok derneğimiz ve vakfımızın sesi bile çıkmıyor. Ülkemizin getirildiği bu üzücü noktada ve yol ayrımında bazı şeyleri fark etmiyorlar, faaliyetlerin ancak tozpembe bir ortamda yapılabileceğini düşünüyorlar, kolaya kaçıyorlar ve vatandaşlık görevlerini yerine getirmiyorlar. Bir kısmı da, mahalli veya ülke çapındaki siyasi baskının altındalar. Baskı, sindirme ve şantaj anlayışının demokratikleşme diye yutturulduğu günümüzde, üstüne düşeni yapamayan bir çok kuruluş ve ünvanlı şahıs var. Bazıları havadan sudan konularla uğraşıp asıl konuşulması gerekenlerden kaçıyorlar. Dergilerinde yazdıklarını uygulayamayanlar da var.
Günümüzde herkes imtihandan geçiyor. Teferruatın, şahsi hesapların bir tarafa atılıp dayanışma ve gönül birliğinin pekiştirilmesi gerekiyor.
Bu arada küreselleşme, daha doğrusu küreselleştirmenin değişik yüzleriyle tanışıyor, ülkemizin çok değişik alanlarda nasıl kuşatıldığını hissediyoruz. Küresel güç olan ABD’nin çıkarlarına uygun bir dünya düzeninin kurulmakta olduğunu, dostluğun ve sözde müttefikliğin çok değiştiğini yeni yeni anlayanlarımız var.
İnanç dünyamız ve dini hayatımız bile şekillendirilmeye uğraşılıyor. İslâm’ın diğer dinlerden sanki takviyeye ihtiyacı varmış gibi üç dinli, üç peygamberli bir Müslüman yaratılmak isteniyor. Neredeyse bu Müslüman hem camiye, hem kiliseye, hem de havraya ibadet için gidebilecek. Devşirme ve dönüştürme faaliyetleri İslâm’ın birlik ve bütünlük (tevhid) anlayışını hedef alıyor. Her cemaate ve guruba göre farklı İslam anlayışı inanç özgürlüğü şeklinde takdim ediliyor. Tefrika, sosyal dokumuzdaki etnik taassuba benzer şekilde ayağa kaldırılıyor.
Farklılaştırarak, bölerek sözde bütünleşme, ama aslında karmaşa hedefleniyor. “Sen benden değilsin; ben de senden değilim” zorlaması, bazılarına göre ülkeyi hiç de bölmüyor. Bu onlara göre demokratikleşme… Oysa, ufalanarak çözülme demokrasiyle uyuşmuyor.
Yeni Osmanlıcılık diye ortaya çıkanlar aslında Osmanlı’nın da gerisindeler… Osmanlı’da eğitim-öğretim dilinin Türkçe olduğunu bilmiyorlar mı? Kaldı ki, Osmanlı’nın karmaşık yapısından çok farklıyız. Ortaya çıkan ihtilaf karşısında II.Abdülhamit’in İşkodra’da hutbenin Türkçe okunması gerektiği şeklindeki talimatını bile hesaba katmıyorlar. Kürtçe hutbe ve benzerlerine hoşgörüyle bakıp destekleyenler, Diyanet İşleri Başkanını değiştirenler acaba neyin peşindedirler?
TRT’nin bizzat yaptırdığı araştırmalara göre, Güneydoğu’da vatandaşın Türkçe ile zannedildiği gibi sorunu var mı? Bu işgüzarlık neden? Türkiye değişmiyor; değiştiriliyor ve dönüştürülüyor. Değişme, organik ve iç dinamiklerle ortaya çıkan, toplumların adeta nefes alışlarıdır. Artı veya eksi yönde olabilir. Dönüştürme veya değiştirme ise; mekanik, tepeden, zorlayıcı ve daha çok dış dinamiklerin etkisiyle bir yönlendirmedir. Bu da, yasa ve anayasa değiştirmeleri ile ülkemizde somutlaşıyor. Türkiye, kendi kendisi ile yabancılaştırılıyor.
İstanbul Barosu seçimlerinde daha önce aşırı sol adaylara oy verenlerden bir kısmının artık Kürt değil; ama Kürtçü aday arayışına çıkmaları, ideolojiden etnikliğe dönüştürme sürecine bir örnektir. Bu süreç, maalesef ülkeyi yönetenlerce de desteklenmektedir. Yeni başkan Doç. Dr. Ümit Kabasakal ve eski başkan Muammer Aydın’a verilen oylar da bu dönüştürmeye karşı milli tepki örneği olarak kabul edilebilir. Gerçekleri ve değişmeyi fark edemeyenlerin, sağ veya sol ittifak içinde oyları birleştirme çabaları da dikkatten kaçmamıştır.
Bazıları, bizi yanlış anlasa dahi yıllardır bir gerçeği haykırıyoruz. İkibinli yıllarda değişmenin iyi yakalanması gerektiğini söylüyoruz. Hangi sağ, hangi sol soruları cevap arıyor. Sağın milliyetsiz kesimi, Türkiye’ye karşı kurulan ihanet ittifakının artık bir parçası olmuştur.
Oysa bu gerçek, seçmen davranışına yansımıyor. Herhalde, demokrasinin basını görevini tam yapamıyor. Seçmen davranışı hala klasik sağ-sol, lâik-antilâik ve geçmişin klasik DP-CHP çatışmacı ayırımına kilitlenmiş. Bundan dolayı sandık, demokrasiye hizmet etmekten uzaklaşıyor. Asıl düşündürücü nokta budur.