“Türkler, tarih sahnesinde görüleli beri, kendilerini hükümlerine uymakla mes’ul kabul ettikleri bir TÖRE’ye sahiptirler. Töre’nin tatbiki ise hakanın vazifesidir. Bilindiği üzere Türkler’de hakan olabilmek için TANRI’DAN KUT ALMAK gerekir. Kut almak; ancak bilge, alp, erdemli, dürüst ve en mühimi adil kişilerin harcıdır. Aksi takdirde kut kazanmak muhaldir. Kazanılan kut’un devamlılığı bu faziletleri yaşamakla mümkündür. Yani Tanrı’nın istediği yolda yüründüğü takdirde Tanrı kut’unu geri almaz. Denilebilir ki, hakan Tanrı’nın istediklerini yerine getirmeye memurdur. Hal böyle olunca, Töre’yi tatbik etmekle mükellef hakanın Tanrı’nın iradesine uyduğu söylenebilir. Töre’nin dört ana prensibi vardır. Bu prensiplerden birisi, BÜTÜN İNSANLIĞA EŞİT MUAMELE etmektir.
“Kendisini cihan halkına eşit muamele etmekle mükellef sayan bir devlet anlayışıyla karşı karşıyayız. Türk Devlet Anlayışı’nda, devletin vazifeleri içinde halkın giydirilmesi, doyurulması ve çoğaltılması en mühim şartlardandır.
“Türk’ün bütün cihan halkına rahmet nazarıyla onları sulh ve sükuna kavuşturmak gayesiyle baktığı malumdur. Hal böyle olunca inandıkları Tanrı’da kendilerindeki bu hususiyetleri görmemeleri mümkün değildir. Aksi halde Tanrı’ya göre üstün duruma geçmek gibi tuhaflıkları kabullenmek gerekir. Tanrı’nın, yarattıklarına verdiği meziyetleri taşımadığı, noksan ve aciz olduğu düşünülemez. ” (GÖK TANRI’nın Sıfatlarına Esmaü’l – Hüsna Açısından Bakış, Sait Başer, İstanbul – 1991 s. 33 – 34)
Fakat ne yazık ki, işte böyle bir milletin isminden rahatsız olanlar var!
Kendisini tüm insanlığın hayrına ve hizmetine adamış ve halen de adayan bir milletin adından gocunanlar var!
İçinden “Ben gelmedim davi için, ben geldim sevi için.” diyen ozanlar çıkarmış bir milletin varlığından huzursuz olanlar var!
İşte böyle insaniyet – perver bir millet ırkçı olabilir mi ve ona bu gözle bakılabilir mi? Fakat maalesef öyle sananlar ve böyle düşünenler var!
Türk Milleti’nin tarihte asla ırkçı olmadığının delili; böyle diyenlerin, bugünlere, öyle sandıkları milletin müsamaha ve hoşgörüsü sayesinde gelmeleri; bu çeşit sözleri rahatça sarf etmeleri ve bu şekilde devam ettikleri halde mevcudiyetlerine katlanılır olunmasıdır. Bu durum, bunun en büyük ispat ve kanıtıdır.
(Nitekim) İtalyan edebiyatçılarından Edmondo de Amicis’in ‘İstanbul / Constantinople’ adıyla Fransızca’ya çevrilen eserinin 1883 Paris baskısının 424 – 425. sayfalarında…eski Türk üstünlük şuurunun bir tür ‘İlahi hak’ niteliği kazanmış olduğundan bile bahsedilir:
“Hakimiyet ve hükümranlık alışkanlıklarından kuvvet alan,…savaş için yaratılmış fatih bir milletten oluşlarının Allah tarafından bile desteklenip durduğuna öteden beri inanan…Türkler, …Allah’ın takdirinin her şeyde görülüp hissedilen kesin belirleyiciliğine…iman eden bu insanlara göre, Avrupa’nın fethi bir İlahi iradenin sonucu ve gerçekleşmesi şeklinde olmuştur. Bu dünya hakimiyetini onlara bir ayrıcalık olarak veren Cenab-ı Hak’tır. Bunca düşman kuvvetlerine karşı o hakimiyeti hala muhafaza edebilmeleri, onlara göre kendi ‘İlahi hak’larının kesin bir delili ve aynı zamanda iman ettikleri dinin hak din olduğunu da gösteren parlak bir ispatıdır.” (Türkler, İsmail Hami Danişmend, İstanbul – 2007, s. 205 – 206)
(Yine) atalarımızın yiğitlik ve cesaretleri, zeka ve ileri görüşlülükleri, teşkilatçılık yetenekleri gibi dünyaya ün salmış manevi üstünlüklerine karşılık, maddi güzellikleri de bütün Doğu milletlerinin tarih ve edebiyat kaynaklarında birçok yankılar bırakmıştır. Batı Estetiğince Eski Yunan tipi ne ise, Doğu estetiğince de eski Türk tipi odur. Onun için Avrupa’da her şeyden evvel “kuvvet” timsali olan eski Türk, Asya’da her şeyden önce “güzellik” sembolüdür. Mesela, bundan dokuz yüzyıl önceki muhteşem Türk tipini çok yakından incelemiş olan meşhur Arap şairi Ebu – İshak il-Gazzi, Türk ırkının yiğitlik ve cesaret ile fevkalade güzellik gibi Doğu’da ve Batı’da mesel ve misal haline gelen en göze çarpan niteliklerini şu zarif kıtasında ne güzel karşılaştırmıştır (İbn-ül-Esir, “El-Kamil fi’t-tarih”, c. 10, s. 254):
“Türk askerinden bir bölük yiğit hücuma kalkınca,
Onların müthiş naraları yanında,
Yıldırımın ne gürültüsü duyulur, ne de adı akla gelir!
Bu millet, öyle bir millettir ki eğer güler yüzle karşılanırsa,
Güzellik ve güleçlikte meleklere eş gibidir,
Üzerine hücum edilecek olursa da, ifrit kesilir!” (a. g. e. s. 16 – 17)
Evet, dost – düşman şunu iyi bilsin ki, Türklerin dostluğu; aranacak bir dostluk; Türklerin düşmanlığı ise, kaçınılması gereken bir düşmanlıktır. Çünkü:
Dostuna açar, her yerde cennet-asa bir kucak.
Düşmanı, bulamaz dünyada, kaçacak bir bucak.