Günümüz nesilleri çok şanslı. Neden derseniz? Neşriyat ve yayınların bolluğu, çeşitliliği ve her sahada kaleme alınan eserlerin mevcudiyeti; zamanımız nesil ve kuşakları için sevindirici bir husus.
Her daldaki yerli yayın, yani kendi insanımızın kaleme aldığı her alandaki edebiyat / yazın, tarih, fen ve teknik üzerine yapılan çalışmalar, ortaya konan eserler göğsümüzü kabartıyor.
Yine her konuda tercüme edilip, dil ve lisanımıza aktarılan eser ve yapıtların büyük yekün tutması da işin cabası.
Hele kitap ve dergilerin baskılarındaki nefaset işin bir başka yönü. Bundan kırk elli sene evvel, yabancı dergilerin kaliteli kağıtlara basılmış nefis halleri, hep dikkatimi çekmiş; Türk naşir ve yayıncıların da, bu şekilde baskı yapacak günleri, adeta iple çekmişimdir. Çok şükür, bugün Türkiye’de çok güzel, mükemmel dizayn ve tertip edilmiş enfes eserlerimiz göz kamaştırmakta. Kitapçılığımızla iftihar etmekten kendimizi alamamaktayız.
Fakat, beni düşündüren husus: Bir kısım gençlerimiz; büyük bir iştiyak ve istekle, ilgi duydukları konularda, özellikle din ve ilahiyat mevzularında okumakta, adeta birbiriyle yarış halindeler. Elbette okumaya bu denli meyilleri takdire şayan.
Lakin, okumalarda önceliği, o konudaki tercüme eserlere vermelerini doğru bulmuyorum. Şüphesiz, dinsel konularda diğer ülke alim ve bilginlerinin de eserleri okunmalı ve zaten okunuyor. Üstelik, bu husus gayet güzel bir şekilde gerçekleştiriliyor.
Belirtmek istediğim nokta: Bu eserlerden önce, o konuda yazılmış kendi alimlerimizin eserlerine, okuma önceliği vermemiz gerekir diye düşünüyorum. Önce, kendi eserlerimizi mütalaa edelim. Sonra, acaba aynı konuda onlar nasıl bir mütalaa ve yorumda bulunmuşlar diye, onları da okumaktan geri kalmayalım. Lakin önceliği kendi içimizden çıkan alimlerimize vermemizi daha uygun görüyorum.
Zira bunun böyle yapılmayışı, mes’elelere bakış ve düşüncelerde; ihtilaf ve derin ayrılıkların ortaya çıkmasına vesile ve sebep oluyor. Ayrıca, bazı önemli ve hayati mes’elelerde keşmekeşliğe ve karışıklığa yol açıyor. Hatta kardeşliği zedeliyor, ittihat ve birliğe zarar veriyor. Vicdan ve kalplerde manevi gedikler açıyor. Birlik ve beraberliğe gölge düşürüp, nerdeyse tehlikeli bir mahiyet arzediyor.
Oysa, öyle değerli klasik eserlerimiz var ki, dünya aydınları; bu eserlerin içimizde çıkmasına gıpta ederken, kendi gençlerimizin milletin öz bağrından fışkırmış; mesela Mevlana gibi zatların eserlerinin kapağını bile açmaya lüzum hissetmemesi, çok hazin ve üzücüdür.
Yine içimizden yetişmiş, kesbi bir alim olan M. Hamdi Yazır gibi, klasik tefsirde aşılamamış devasa bir tefsir ortaya koymuş, ilmii seviyesinden dolayı iftihar ettiğimiz ve etmemiz lazım gelen çok muhterem allame bir zat; dev eseriyle karşımızda dururken; bunu hiç hesaba katmadan, diğer İslam alimlerin tercüme eserlerine -ama sırf onlara- kıymet vererek; kendi alimini kaale almamayı, ben şahsen büyük bir eksiklik olarak görüyor ve bu durumdan dolayı çok müteessir oluyor, çok üzülüyorum.
Yanlış anlaşılmasın. Türkiye dışındaki muhterem zatların da, eserlerini okuyalım. Ama bu; önceliği kendi alimlerimize vermekten bizleri alıkoymamalı.
Evet, önce kendi tarihçilerimizden tarihimizi, kendi edebiyatçılarımızdan edebiyat ve yazın hayatımızı, kendi ilahiyatçılarımızdan İslamiyeti öğrenip; daha sonra, diğer İslam alimlerin eserlerine de yönelmeli, Batı edebiyatçıların edebi / yazınsal yapıtlarını da incelemeli,
yabancı tarihçilerin kitaplarına da bakmalı.
Belirttiğim gibi, önce kendi yurdumuzu tanımalı, önce kendi tarih ve geçmişimizi bilmeli, önce kendi edebiyatımızı okumalıyız. Ve tabii, dinimizi önce kendi alimlerimizin yazdıklarından öğrenmeliyiz.
Böyle yapmalı ki, Türkiye dışındaki gelişmeleri kendimizle kıyas edebilelim. Eksiğimiz gediğimiz varsa giderelim. Alınacak bir husus çıkarsa, hemen alalım. Velhasıl düstur ve prensibimiz: “Huz ma safa, da’ ma keder.” Olmalı. Yani: “Her şeyin iyisini al, acı ve keder vereni bırak.”
Türk aydınların; ister sağcı olsun ister solcu, ister inanan olsun ister inanmayan; her iki kanadın ortak bir yanlış tutum ve davranışları var! Ki o da şudur:
Her iki cenah da, her hususta ağırlığı -ne hikmetse- dış ülke yazar ve eserlerine vermekte. Onların yazıp çizdikleri ve söylediklerini; tutulacak yol olarak görmekte. Doğruları, dışarıda ve dışarıdakilerde aramakta. Sadece onlardan esinlenerek, Türkiye’de yol-yordam göstermeye kalkmaktadırlar.
Nasıl mı? Şöyle: İnananlar, İslam alemindeki şahsiyetlere tam manasıyla bağlanmakta. Yazdıkları eserleri baş tacı etmekte. Onlara olduğundan fazla değer vermekte. Kendi yerli alimlerin eserlerinden üstün tutmakta. Bırakın günün eserlerini, yerli klasik / ölmez eserleri bile okumaya layık görmemekte. Hatta kimileri onlara karşı dudak bükmektedir.
Oysa, biz diyoruz ki, elbette İslam Alemi’ndeki eserlerden Türkçe’ye çevrilen değerli eserler okunsun ve okunmalı. Ama bunu yaparken, kendi eserlerimizi bir kenara iterek, onları nisyana mahkum etmemeliyiz.
Keza / bunun gibi, inançtan uzak veya en azından inanç karşısında ihmalkar davrananlar; Batılı yazarların eserlerine düşkün oldukları, Batılı eserlere tutkun oldukları kadar; kendi insanınca yazılmış eski ve yeni eserlere, hatta değeri hiç azalmayan, aksine gittikçe kıymetlenen tarihi, klasik / kalıcı eserlere karşı bigane kalmakta, adeta sırtlarını çevirmektedirler.
Oysa, elbette Batılı yazarların eserlerini okuyacaklar ve okumalıdırlar. Ama bu; kendi öz yazarlarını ve onların eserlerini ihmal etmek bahasına olmamalı.
Müzminleşti yanlış bir eğilim: İlle de ya Doğu ya Batı!
Kendimiz olacağımız vaktin, hala gelmedi mi saatı?