Halk oylamasının yaklaştığı şu günlerde bizi üzen önemli bir nokta; Türk Milletinin halk oylamasında neden “evet” veya neden “hayır” diyeceğinin şuurunda olmamasıdır. Eğer halk oylamasına fikren hazır değilsek; bunun sorumlusu halkımız da değildir. Basın yayın kuruluşlarının tek taraflı ve iktidar güdümündeki yayın anlayışıdır. Bundan dolayı halk oylamaları demokrasinin oldukça geliştiği, fikir ve düşünce hürriyetinin istenen seviyeye geldiği ülkelerde geçerli olabilir. Çoğu kere demokratikleşmeden bahsedenlerin gerçekte demokrat olmadığı bir yerde halk oylamaları istenen sonucu vermeyebilir.
Kavramlara çok değişik anlamlar yükleyerek tartışıyor ve konuşuyoruz. Bunların başında da demokrasi, hürriyetler, kardeşlik ve barış gibi kavramlar geliyor. Son yıllarda da ülkeyi çorbaya çeviren “açılım” konuşulur oldu. Bildiğimiz kadarıyla demokratikleşme, toplumu germek, daha fazla kamplaştırmak, çatışmaya zemin hazırlayıcı sürekli sorunlar üretmek değildir. Ancak, bizde uzlaşma ve hoşgörü yerine “dediğim dedik” anlayışı ülkeyi yeni buhranlara sürüklemektedir. Herkesi emir kulu gibi görmek, kurum ve kuruluşları çatıştırmak, kuvvetler ayrılığı prensibini dışlamak, demokratikleşme ile birlikte düşünülemez. Hukuk devleti de muhbir, gizli şahit, gizli ihbarcı saltanatı, telefon dinleme, komplo ve yargısız infazların yaygın olduğu bir yapı değildir.
***
İktisadın belirli yerleşmiş kuralları, kanunları ve kullanılacak âlet ve vasıtaları vardır. Yürütme gücünü elinde tutanlar, siyasi çizgilerine uygun olarak bu vasıtaları kullandırırlar ve şekillendirirler. Bununla beraber, uygulamada bugüne kadar süren bir gelenek de yerleşmiştir. Zamanla değişmesine hatta tanınmaz hale gelmesine, “serbest piyasa ekonomisi”ne karşı “sosyal piyasa ekonomisi” gibi aletleri öne sürmesine rağmen; Marksist iktisat modeli belli bir alan üzerinde oynar. Kapitalist-liberal sistem de yine zamanla çok değişme geçirmesine rağmen; kâr, özel teşebbüs, sermaye üçgeni üzerinde biçimlenir.
Uzun bir süre değişik kesimler kendilerine özgü bir iktisat politikasının olup olmadığını tartışmışlardır. Hatta Soğuk Harbin yoğun olduğu dönemlerde Marksizmin, onun sulandırılmış şekillerinin ve Sovyetler Birliği’nin iktisadi modelinin daha güçlü olduğu propagandası sık sık yapılmıştır. Tabii gerçekler ortaya çıktıkça iddialar çürümüştür. Ancak, tek patronlu Dünyada kapitalizmin vardığı küreselleştirme aşamasında, vahşi kapitalizm ile de tanışmış olduk.
Günümüzde küreselleştirmenin iyi işleyebilmesi bakımından zihinlere “emperyal demokrasi”, hiç de serbest olmayan “serbest piyasa ekonomisi”, “özelleştirme” ve “tek taraflı yorumlanan insan hakları” yerleştirilmeye çalışılmıştır. Demokratikleşme adı altında da ülkelerin sosyal yapıları farklılaştırılıp çeşitlendirilmeye çalışılmaktadır. Önemli olan dünyayı bir ağ gibi saran, belirli bir milliyeti de olan küresel sermayenin önündeki direnci kaldırabilmektir. Bu gelişme karşısında bilhassa egemenlik haklarına sahip çıkma ve iktisatta yükselen milliyetçilik hareketleri dikkati çekmiştir. Aslında beklenmemesine rağmen…
Liberalizm rüzgârlarının gelişmekte ve önü açılmış ülkeler üzerinde estirilmesi sebepsiz değildir. Hakim ekonomiler ve ülkeler hiç de liberal ve serbest piyasa ekonomisine geçit vermiyor. Almanya’dan Rusya’ya, Fransa’dan ABD’ne kadar her ülke zorlaşsa da kendi çıkarını korumaya çalışıyor; gerekirse özelleştirmelere bile karşı çıkıyor. Adam Smith’in de belirttiği gibi; “Dış ticaret ilişkisi içerisinde olduğumuz ülkeler ne kadar liberalleşirse, İngiltere’nin kârı o kadar artar” sözü hâlâ geçerlidir ve mukayeseli üstünlükler tezine uygundur. Merkel ve Putin yabancı sermayeye karşı çıkmamakla beraber; hangi sektörlere giremeyeceğini kesin tayin etmişlerdir.
Küresel krize karşı bankalar ve kuruluşlar Avrupa’da ve ABD’nde devlet desteği görmüş ve kurtarılmışlardır. Çin ve Hindistan milli çıkarlarını koruyarak büyüyorlar ve küreselleşmeyi lehlerine çeviriyorlar. Bunu yaparken daha çok kazanabilmek için, liberal tezleri de kullanıyorlar. Bazılarının zannettiği gibi, milliyetçilik dünya piyasalarına kapanmak, özel sektörü dışlamak, özelleştirmeye kesin karşı olmak, devletin ekonomideki ağırlığını gereğinden fazla arttırmak değildir. Milliyetçiler, iktisatta liberallerden farklı olarak müdahaleci ve korumacıdırlar. Ancak, asıl sorun; milliyetçilerin modadır diye liberalleşmeye özenmeleridir.