“Amerikalı gençlerin savaş erleri olarak yetiştirilmesinden vazgeçilmeyecek; aynı zamanda onların barış elçileri olmaları da sağlanacaktır.”
J.F.Kennedy
Yukarıdaki cümleden de anlaşılacağı üzere, Amerikan Başkanları devlet politikalarını bu kadar açık beyan ederler.
Savaş zamanlarında silah satarlar, barış zamanlarında yiyecek ve giysi.
Onlar için tek bir “izm” vardır: Emperyalizm.
Emperyalizm bir yaşam biçimi, emperyalizm vasıtasıyla ele geçirilen kaynaklar ise haktır.
Emperyalist dünyanın ise tek bir felsefesi vardır:
“Süründürünceye kadar sömür, ama öldürme!”
Buna bağlı olarak şu tercihi yapmaya zorlarlar sizi:
“Ya benim yanımdasındır, ya da düşmanımsın!”
Emperyalist anlayışın en somut örneği olan ABD, kendileriyle aynı safta yer almanız için her yolu dener. Siz de övünürsünüz. Öyle ya, koca! Amerika sizinle ilgilenmektedir. Bazen sizin istediklerinizi yaparak, onlara hakim olduğunuz izlenimini bile vermekten kaçınmaz. Bazense başınıza öyle bir dert sarar ki mecburen onlara ihtiyaç duyarsınız. Amaçları sizin yerüstü, yeraltı, maddi, manevi vs. kaynaklarınızı hangi yolla olursa olsun sömürmek olan bu zihniyet, (emperyalist politikaları savunan tüm devletleri temsil eden zihniyettir bu) varlığının devamına aslında size borçludur.
Bu önermeyi doğrulayacak örneklerden biri de “Barış Gönüllüleri” Projesidir.
İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla, Türkiye her ne kadar savaşa girmediyse de, İngiltere ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerini arttırmış, aslında politik anlamda bu iki devletin etkisi altına girmiştir. Bu gelişmelere müteakip çok partili hayatın daha başındayken, 27 Aralık 1949 yılında yapılan bir anlaşmayla ülkemizde “Amerikan Eğitim Komisyonu” kuruldu.
Bu anlaşmayla adı geçen komisyon, “Türkiye’de Türk parası ile Türk hükümetinin himayesinde, her türlü Türk denetiminin dışında, Türk eğitimi hakkında araştırma yapması, bilgi toplaması, gerekli Amerikan memurlarının uzman ve araştırmacı olarak okul, üniversite ve bakanlıklara yerleştirmesi ve benzeri faaliyetlerini” dilediği gibi yaptı.
Denetleme mekanizmasından uzak bu çalışmalar, gelecek olan “Barış Gönüllüleri” için oldukça uygun bir ortam yaratmıştı.
Orijinal adı “Peace Corps” olan, bizim anlayacağımız şekilde “Barış Gönüllüleri” isimli programı ABD Başkanı J. F. Kennedy CIA desteğiyle 1 Mart 1961’de hayata geçirmiştir. Bu program sayesinde ayrıntılarını ilerleyen satırlarda aktaracağım “barış gönüllüsü” ordusu ülkemize gelmiş, (ülkemiz dışında onlarca ülkeye de gitmişlerdir) ülkemizden ise birçok lise öğrencisi AFS (American Field Service) bursu ile ABD’ye eğitime gitmişlerdir.
Ülkemizde “ABD Barış Gönüllüleri Adlı Amerikan Teşekkülünden Faydalanma Hususunda Türkiye Cumhuriyeti ile ABD Arasında Yapılan Anlaşmaya Ait Teati Olunan Mektupların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna dair Kanun” ile yasal zeminde hayat bulan “Barış Gönüllüleri” programıyla, resmi kayıtlarda 1962-70 arasında 1200-1500 civarında gönüllü ülkemize gelmiştir. Gelenlerin yaklaşık 400 tanesi Ankara’da görev yapmıştır. Gönüllülerin merkezi ise Ankara Cinnah Caddesinde bulunan Amerikan Kültür Derneği olmuştur.
O günkü gerek resmi gerekse gayriresmi yazışma ve diyaloglarda bu gönüllülerin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerine gönderilmeyecekleri belirtilse de, gelen gönüllülerin bir kısmı bu bölgelere gitmiş, diğerleri ise fırsat buldukça bu bölgelerimizi ziyaret etmişlerdir.
Ziyaretleri sonucu gittikleri bölgelerin demografik özelliklerini kendilerine özgü raporlama teknikleriyle CIA merkezine ulaştırmışlar, ülkemizin siyasi, ekonomik, sosyal politikalarını etüd etmişler, sosyolojik, dinsel ve etnik özelliklerimizi ileriki zamanlarda kendi politikaları için gerekli çalışmaları yapabilmek adına ayrıntılı incelemişlerdir.
Bu organizasyonda yer alıp “Barış Gönüllüsü” olmakta o kadar kolay değildir. Gerekli teknik beceri, psikolojik yapı, yasal mevzuat ve tıbbi yeterliliğe sahip olmanın yanı sıra Amerikan Devlet Politikalarına gönülden bağlılık şarttır.
İnsanın aklına gelen ilk soru şu:
“Savaşın olmadığı bir yerde “Barış Gönüllüleri”nin ne işi var?”
Ortada savaş yok ama Onlar barış için gönüllüler!
Duruma geniş açıdan baktığımızda, 1950 yıllarla beraber yoğun bir şekilde ABD’nin Sosyalist Blokla ilişkilerinin ülkemiz üzerindeki politikalarının belirleyicisi olduğunu görürüz. Sovyet Bloğunu kendisi için tehdit olarak kabul eden ABD, öncelikle Yunanistan ve Türkiye’yi kendilerinin tehdit coğrafyasındaki karakolları olarak belirleyip, gerek NATO çerçevesinde gerekse ABD olarak askeri ve mali yardımlarda bulunmuş, aynı zamanda adı geçen ülkelerin topraklarında üs sahibi olarak Sovyet tehditini kontrol altında tutabilmeyi amaçlamıştı.
Aynı tarihlerde olası Sovyet politikalarına yakınlaşma hareketlerine şiddetle karşı çıkmış, ülkemizin kendi içinde sorunlarla boğuşmasına sebebiyet verecek etnik, dinsel ve sosyal olayların baş göstermesinin hazırlayıcısı olmuştur. Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılan “Barış Gönüllüleri” aracılığıyla (Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Sağcı-Solcu) gibi ayrımların yaratılmasında veya sorun haline getirilmesinde çaba sarfetmiş, bugünkü sonuçlarına baktığımızda başarılı olmuştur.
Bir örnek vermek gerekirse; 1960’lı yılların ikinci yarısında Malatya’da çalışmaya! Başlayan “Barış Gönüllüleri”, öncelikle Alevi ve Sünnilerin iç içe yaşadığı ve yoğunlukta olduğu ilçelerde çalışmışlardı. “Barış Gönüllüleri”nin çalışmalarından kuşku duyan Akçadağ’ın köylerinden bir grup ortak bildiriyle seslerini duyurmaya çalışmışlar ancak tutuklanarak cezaevine konulmuşlardı. Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde 1969/158 numaralı dosyayla yargılanan bu kişiler daha sonra beraat etseler de, yapılan muamelelerin ve örtülü baskının devam eden günlerde “Barış Gönüllüleri”ne gösterilmesi muhtemel tepkileri tırpanladığı aşikardır.
Ne acıdır ki, bugün bizler yurtdışında özellikle de ABD sınırları içinde okuyan çocuklarımızla ilgili, hangi şartlarda ve nasıl bir eğitim aldıklarını bilmeden, bizlere doğru kabul ettirilen yurtdışı eğitim kavramından dolayı gurur duyar hale geldik. 1950’li yılların başında TED Ankara Koleji olarak isim alan okulumuzun yabancı dili eğitim dili olarak kabul etmesiyle üst düzeye çıkan yabancı dilde eğitime veya yurtdışında eğitime hayranlığımız sonucu eğitimimizin farklılaşması/Amerikanlaştırılması normal kabul edilmeye başlanmış, bu yaklaşım bugün toplumumuzun büyük bir çoğunluluğunun eğitim tercihlerinin olmazsa olmaz bir parçası olmuştur.
İlk zamanlarında gayet doğal görünen bu öğrenci değişim programları ve benzeri faaliyetler, gün geçtikçe ülkemize yasal yollarla dış istihbarat elemanlarının gelmesine imkan tanımıştır.
İlginç bir tesadüfü de burada sizlerle paylaşmakta fayda görüyorum. CIA’in Orta Asya ve Türkiye masalarında görev yapmış istasyon şefi Ruzi Nazar 1959 – 69 yılları arasında Ankara ABD elçiliğinde görev almıştır. Yine ilginç bir tesadüftür ki 1960-80 arasında ülkemiz sınırlarında bulunmuş bir çok Amerikalı’nın ülkelerine döndüklerinde irtibatını kesmedikleri kurum ve kuruluşlar ABD İstihbaratıyla direk veya dolaylı alakası olan kurum ve kuruluşlar olmuştur.
Görünen amacıyla, ülkemizi yakından tanımak ve ülkelerini tanıtmak olan bu gönüllülerin esas amaçları, kalkınmamış, kalkınmakta olan veya ABD dış politikası gereği ABD’nin işine yarayacak ülkelerde Amerikan dünya görüşünün yayılmasını, doğru kabul edilip desteklenmesini sağlamaktı.
Sadece ülkemize değil, dünyanın dört bir yanına dağılan “Barış Gönüllüleri”, gittikleri her yere de Amerikan değerlerini taşıyordu. Amerikan Kongresine 669 sayılı “Barış Gönüllüleri”nin sayısının arttırılmasına dair yasayı sunan Sam Gejdenson “Hiçbir Amerikan Programı Amerikan değerlerini bu kadar güzel şekilde temsil etmemiştir.” Derken olayın onlar için ne kadar ciddi, bizim için ise ne kadar vahim boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyordu.
Oktay Akbaş “Amerikan Gönüllü Kuruluşları: Barış Gönüllülerinin Dünyada ve Türkiye’deki Çalışmaları” isimli akademik çalışmasında şöyle diyor:
Kabul edilen Barış Gönüllüleri Yasası’nda üç amaç bulunmaktadır (Goldberg 1998)
- 1- Hizmet edilen diğer insanlara ve dünyaya güçlü Amerika anlayışını kazandırmak. Diğer milletlerin Amerikalıları daha iyi tanımalarını ve onlara dost olmalarını sağlamak.
- 2- Amerikan milletinin öteki ülkelerin insanlarını daha iyi anlamalarını sağlamak.
- 3- İlgili ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmeleri için yetişkin insan gücüne olan ihtiyaçlarını gidermeye çalışmak.
İlk bakışta gayet masumane ve iyi niyetli bir amaç birliği gibi gözüken bu maddelerin pratikteki sonuçlarına göz atmakta fayda var:
- 1- Barış Gönüllüleri gittikleri ülkelere öncelikle Amerikan yaşam tarzını götürürler.
- 2- Barış Gönüllüleri gittikleri ülkelere daha sonra Amerikan ürünlerini götürürler.
- 3- Barış Gönüllüleri gittikleri ülkelerin sosyal, siyasi, ekonomik gelişmelerini eş zamanlı olarak merkezlerine bildirirler.
- 4- Barış Gönüllüleri gittikleri ülkelere dini inançlarını götürürler.
- 5- Barış Gönüllüleri gittikleri ülkelere Amerikan siyaset felsefesini götürürler.
Bu maddeleri arttırmak mümkündür. Ancak bu beş madde bile nasıl bir emperyalist ablukaya alındığımızı ve hatta bunu anlamayacak derecede uyutulduğumuzun göstergesidir.
Bu maddelere karşı sormamız gereken sorularda şunlardır:
Bu program “Gönüllüler”i;
- 1- Az gelişmiş veya gelişmemiş ülkelere şimdiye kadar nasıl ve ne kadar fayda sağlamışlardır?
- 2- Eğitim formasyonu olmayanlar hangi izinler çerçevesinde eğitim verebilmişlerdir?
- 3- Hangi ülkelerin yetişkin insan gücüne ne oranda katkı sağlamışlardır?
- 4- Barış gönüllülerinin arasında ne kadar siyah vardır. (1999 rakamlarıyla sadece%2. Unutmadan bir de OBAMA!)
- 5- Ülkemizde hangi yazarlar, akademisyenler ve siyasetçiler ilişki içinde olmuşlardır?
- 6- Aslında Misyoner Ordusu mudur?
- 7- Böylesi ulvi! bir göreve ABD şimdiye kadar kaç kişiyi göndermiş, kaç para aktarmıştır? Geri dönüşü ne olmuştur?
- 8- Kimi eleştirileri de dikkate alarak modern çağın “Haçlı Ordusu” mudur?
- 9- Günümüzde hala farklı ad altında faaliyet göstermekte midirler?
Açıktır ki, Amerikan yaşam tarzını diğer toplumlara aktarırken kullanacakları en önemli araç dildir. Bu yüzden gittikleri ya da gidecekleri ülkelerde İngilizcenin talep görmesini, mümkünse eğitim dili olarak kullanılmasını, eğer kullanılmıyorsa bunun için çalışmalar yapmaya çaba sarfederler.
Geçmişte Türkiye’de “Barış Gönüllüsü” olarak görev yapan kişiler www.arkadaslar.info isimli sitede halen irtibat halinde olup, ülkemize seyahatlerine, ülkemizden insanlarla ilişki kurmaya devam etmektedirler.
İstatistiklerden de anlaşılacağı üzere, “Barış Gönüllüleri” faaliyet alanlarının %40’ını eğitim alanı kapsamaktadır.
Eğitimden sonraki ikinci faaliyet alanının %16 olması eğitime verdikleri önemin ispatı niteliğindedir.
Eğitim konusundaki bu çabayı dünyanın en büyük gönüllü İngilizce öğreten grubu olarak taçlandırmışlardır!
Bir barış gönüllüsü olan Jonathan Pool (Akt. Özbalkan,1970) İngilizce’ye verilen önem, şu şekilde anlatmaktadır:
“En etkili sömürge araçlarından birisi dildir. Çünkü İngilizce bilen Amerikan radyo ve basınını takip ederek propagandaya açık hale gelir. Dil ile İngiliz Amerikan siyasetini benimseme ve mallarını satın alma başlar. Beyin göçünü sağlar. Bir insanın konuştuğu dil, o insanın düşünce ve davranışlarını etkiler. Bir yabancı dili öğrenip kullanan kişi yavaş yavaş o milletler gibi düşünmeye başlar.”
Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal’ın 03-12-1998 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yeralan şu cümleleri ise hayli düşündürücü:
“Şimdi sorumuz şudur: PKK ve ayrılıkçı Kürt hareketlerinin kiliselerle ne ilişkisi var? İlkin şunu belirteyim: Kiliseler 1965’ten bu yana Ortadoğu’daki Kürtçülük hareketleriyle ve 1983’ten sonra da PKK ile çok yakından ilgilenmekteydiler. Güneydoğu Anadolu’daki ilk gizli ve örgütlü etnik ve dinsel ayrımcılığı esas alan istihbarat faaliyetlerini 1962’de Barış Gönüllüleri adıyla bölgeye gönderilen, çoğunluğu Katolik ve Anglikan kiliselerine kayıtlı Amerikalı uzmanlar başlatmışlardı. Bunlar üç yıl süreyle bu bölgede yoğun misyonerlik faaliyetlerinde bulundular, birçok vatandaşımıza din değiştirme telkinleri yaptılar, inanılmaz vaatlerde bulundular ve etnik ve dinsel ayrımcılığı körükleyecek bölgesel inanç farklılıklarını “bilgi” haline dönüştürerek ABD’deki çeşitli istihbarat birimlerine aktardılar. Bu gönüllülerin hazırladıkları raporların bir kısmı da doğrudan doğruya kiliselere gitti.”
Amerikan Başkanı J.F.Kennedy, “Barış Gönüllüsü” adı altındaki Amerikancı eğiticilere, “Türkiye Müslüman bir ülkedir. Günde beş vakit Mekke’ye dönerler Allah derler, Muhammed derler… Sizler öyle çalışacaksınız ki Türkiye’de 7’den 70’e herkesi günde bir kere Amerika diyecek hale getirteceksiniz…” (Kalpaklı Mucize – Ali KAYA) der.
Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu internet sitesinde “Barış Gönüllüleri” ile ilgili şu cümlelere yer verilmektedir:
Barış Gönüllüleri
27 Ağustos 1962 tarihinde Sağlık Bakanlığı ile Barış Gönüllüleri arasında kabul edilen protokol ile Barış Gönüllülerin Türkiye’ye gelmeleri ve çocuk bakım programlarında çalışmaları kabul edilmiştir. 1963 yılı Kasım ayı sonunda gelen gönüllülerden bir kısmı Sosyal Hizmetler Akademisinde, bir kısmı Çocuk Esirgeme Kurumunda çalışmaya başlamıştır.
1963 yılında 8, 1964 yılında 24, 1966 yılında 18 ve 1969 yılında 13 kişilik grup olmak üzere toplam 77 barış gönüllüsünün çocuk bakımı programında çalıştığı belirtilmektedir. (Gizli Belgelerle Barış Gönüllüleri) Gönüllüler bu çalışmalar sırasında Çocuk Esirgeme Kurumu yuvalarında çalışmıştır. Çalışmalar, oyunları yönetmek, küçük çocuklarla ilgilenmek, eğitim seminerleri düzenlemek, broşür, pankart hazırlanması, oyun araçları yapma, çocuk bakımında çalışacak gönüllüler bulma, özürlü çocuklarla ilgilenme gibi çalışmalarda bulunmuştur. 1969-1970 döneminde Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı kuruluşlardan Adapazarı Çocuk Yuvası, Ankara Keçiören Çocuk Yuvası, Balıkesir Çocuk Yuvası, İzmir Basmane Çocuk Yuvası, Mersin Çocuk Yuvası ve Bandırma Çocuk Yuvasında toplam 9 barış gönüllüsünün çalıştığı belirtilmektedir.
Kurumun 1964-1965 yıllarını kapsayan Çalışma Raporunda, “Amerikan Barış Gönüllülerinin Yuvalarımızda Çalışmaları” başlığı adı altına ; ” Geçen yıl, müteveffa Amerikan Cumhurbaşkanı Kennedy programı gereğince memleketimize gelen barış gönüllülerinden 18-20 si Kurumumuza verilmiştir. Bunlara göreve başlamadan önce Genel Merkezde müdürlerinin de katıldığı bir toplantıda Genel Başkan bir görüşme yaparak, kurumumuzun çalışma şartları ve şekilleri üzerinde kendilerine geniş bilgi verilmiştir. Bunlar esasen Amerika’da kısa veya uzun devreli bir kurs görmüşlerdir. Kendileri yuvalarımıza taksim edilmişler ve göreve de başlattırılmışlardır.
Üç dört aylık bir çalışmadan sonra barış gönüllülerini, kendi müdürleri Ankara’da toplamış ve çalışma sonuçlarıyla görüşlerini sormuşlardır. Genel Başkan ve Yönetim Kurulumuzun hazır bulunduğu ve birkaç gün süren bu toplantıda karşılıklı fikirler söylenmiş ve daha iyi sonuçlar alınması ve bunların çalışmalarının daha verimli olması için prensipler tespit olunmuştur” şeklinde çalışmalar özetlenmiştir.
1966-1967 yıllarını kapsayan çalışma raporunda; “Her yıl Amerikan barış gönüllülerinden belirli bir miktarı yuvalarımızda çalışmakta ve sürelerini bitirenler teşkilatları tarafından değiştirilmektedir. Bunların çocuklarımıza yararlı olmalarını temin maksadıyla gerekli kontrollerimizi yapmaktayız. Mesailerinde görülen kusurlar, müdürleriyle yapılan görüşmelerde düzeltilmekte olup kendilerinden raporlar da alınmaktadır. Bütün Türkiye’de çalışan bu kabil gönüllülerin, İstanbul’da yaptıkları toplantıya davet üzerine, Genel Başkan ve Genel Sekreterimiz katılmışlardır. Aynı toplantıda SSYB ve Milli Eğitim Bakanlığı temsilcileri de hazır bulunmuşlardır.
Barış gönüllülerinin kurumumuzdaki çalışmaları ve kendilerinden istenilen hususlar hakkında Genel Başkan, tasvip gören bir konuşma yapmıştır.” şeklinde barış gönüllülerinin çalışmaları aktarılmıştır.
1970 yılında yapılan 25. Genel Kurulda İstanbul delegesi Necati Ustaoğlu barış gönüllülerinin kurumda çalıştırılmamaları konusunda bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmada barış gönüllülerinin Türk örf adetlerine ters düşen davranışlarda bulunduğu belirtilerek kuruluşlarda çalıştırılmaması istenilmiştir. Bunun karşılığında Genel Başkan konunun devlet makamlarınca incelendiğini, bu konuda şimdilik açıklamada bulunamayacağını belirtmiştir.
13-14 Mayıs 1972 tarihinde yapılan 16 Genel Kongre Tutanağında Barış Gönüllüleri ile ilgili ayrıntılı bilgilere girilmeden “Barış Gönüllüleri Kurum bünyesinden tasfiye edilmiştir” denilerek çalışmanın sona erdirildiği belirtilmiştir.
Bu cümleler devlet eliyle, durumun tehdidinin farkına varılmadan (varıldığı anda da yaklaşık 10 yıl geçmiştir.), ne kadar tehlikeli boyutlara ulaştığının delilidir.
27-12-2002 tarihli gazetelerde çok dikkat çekmeyen bir haber yayınlandı. Bu habere göre; Rusya iç istihbarat servisi FSB’nin Başkanı Nikolay Patruşev’in casuslukla suçladığı Amerikan “Barış Gönüllüleri” grubunun Rusya’dan çıkmasını istedi.
ABD’nin Moskova Büyükelçiliği tarafından yapılan aynı tarihli açıklamaya göre, Rus tarafı büyükelçiliğe, barış gönüllüleri ile ilgili anlaşmayı feshettiği bildiriminde bulundu. Rusya’nın 30 bölgesinde 200 kadar Amerikalı gönüllünün katıldığı program, kültürel çalışmalar yoluyla iki ülke halkları arasında yakınlaşma sağlanması amacını taşıyordu.
Patruşev, 2002 yılında 30 gönüllünün, Rusya’nın çeşitli bölgelerinde yerel yöneticiler, ekonomik ve toplumsal durum ile ilgili bilgiler topladıkları ve casusluk yaptıkları gerekçesiyle ülkeden çıkarıldıklarını belirtti.
Gittikleri her ülkede afişe oldukları tarihe kadar fazlasıyla bilgi ve belge toplayan bu gönüllüler toplumların içine sızan sosyal virüsler gibiler. Zamanında ve doğru tedbirleri almadığınız zaman virüs yapı toplumu değiştirmeye ve dönüştürmeye başlayıp, ilk halini reddeder hale gelmektedir.
Gazeteci yazar Uğur Yıldırım 2005 Mayıs ayı Jeopolitik dergisindeki yazısında bakın nelere dikkat çekiyor:
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk Protestan Amerikan misyoner okulu 28 Temmuz 1824 tarihinde, Beyrut’ta Hıristiyan Arap, Tannus el Haddad’ın başöğretmenliği ve yedi öğrenciyle öğrenime başladı. Sadece bir yıl sonra, okuldaki öğrenci sayısı 90’a çıktı. Okulun ardından ilk Amerikan konsolosluğu da Beyrut’ta faaliyete geçti.
Osmanlı’nın parçalanmasında misyoner okulları büyük rol oynadı. Dinini değiştiren aynı zamanda, bağlı oldukları toprağı da reddediyor, sadakatle bağlı olduğu devleti ve parçası olduğu milleti de değişiyordu. Örneğin, Batı’nın casus okullarında “beyni yıkanarak katolikliği seçen Ermeniler, sadrazamın huzurunda bile ‘biz millet-i Ermeniyana tabî olamayız’ diyorlardı.”
Bulgar, Rum, Ermeni, Arap ve Arnavut milliyetçilerin kurdukları çetelerin lider kadrosunun çoğu bu okullarda yetişti. Örneğin Bulgaristan’ın “kurtarılması” davasını başlatan Robert Kolej’in kurucusu, misyoner Cyrus Hamlin. 1863 yılında ABD dışında denizaşırı bir ülkede açılan ilk Amerikan koleji, İstanbul’da açılan Robert Kolej’dir.
Birbirinden ayrılamayacak düzeyde iç içe geçmiş olan, misyonerlik faaliyetleri ve “Barış Gönüllüleri” faaliyetlerinin ne kadar geriye gitmiş olduğu dikkat çekici. (Tarihsel süreçte 1096-1270 Haçlı Seferlerini de iyi anlamak gerekmektedir.)
Son olarak;
3 Ocak 1921’de Atatürk İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği yazıda Şöyle diyordu:
“Hiçbir hükümet kendi tebaasından olan on binlerce çocuğu kendi memleketi dahilinde bir yabancı heyeti tarafından her türlü teftişten azade olarak büyütüp onlara istediği gibi telkinlerde bulunulmasına müsaade edemez. Buna müsaade etmek çocukları yaşayacakları muhite düşman veya hiç olmazsa yabancı olarak yetiştirmek ve dolayısıyla onunla çarpışmaya mahkum eylemektir.
Bu ise gerek o çocukların gerek içerisinde yaşayacakları halkın felaketini hazırlamaktır. Bunu engellemek ise hükümetin vazifesidir. Bundan dolayıdır ki Amerikalılar tarafından numune çiftliği ve bir benzeri müesseseler husule getirilip buralarda kendi tebaamızdan olan binlerce çocuğun Türk Hükümeti ve milletine karşı dostane olmayan ve sadıkhane olmayan hissiyatla donanmış olarak yetişmelerine müsaade edemeyiz.” Atatürk diğer bir konuşmasında, “Çocuklarımıza her şeyden evvel Türkiye’ye düşman bütün uluslarla mücadele etmek öğretilmelidir.” der.