Bir yumruğunu havaya kaldırıp bir sloganın arkasında durabilmek sıkı iştir.
AKP, 2002 yılında kendini iktidara taşıyan “kimsesizlerin, kimsesi olacağız” sloganı ile geldi.
İlk duyulduğunda her kesime cazip gelen bu slogan, gücün farkına varılması ile birlikte terk edildi. Duramadılar sıkılmış yumruklarla söyledikleri bu sloganın arkasında.
Oysa sloganlaştırabilecek kadar hazmedilmiş bir dünya görüşüne sahip olmak, sıkı marifettir.
Marifet ehli olmadıklarını çok kısa bir sürede gösterdiler.
Tabiatta insandan gayri tüm varlıklar, varlığını sürdürme güdüsüyle davranıp, “güç kullanmak ve güçten sakınmak” tan ibaret bir akıl ile davranırlar. Sadece insan, gücün yerine hakkı koyabilen, hakkın ve hakikatin uğruna güce maruz kalmayı seçebilen bir varlıktır. Zaten bu yüzden eşref-i mahlukattır.
Bu arkadaşlarımız ne yaptılar?
Her güç arttırdıklarında zafer naraları atarak zaferlerini kutladılar. Bu zafer kutlamalarına davet edilmeyi bekleyenler de, o sofrada, kendilerinin ziyafet olarak sunulacağının hala farkında değiller. ***
“Tarihin Sonu” nu ilan edenler, “her şeyin zıddı ile kaim olduğu” fikrinde birleşmişlerdi.. Her zaman bir “öteki” lazımdı.
“Öteki” hazırdı.
Kim mi onlar?
Ezilen, çile çeken, insanca yaşamak için emeğinin karşılığını bekleyenler olmalı, değil mi?
Ama değil maalesef.
Devletin kaynaklarını paylaşma sırasının kendilerine geldiği konusunda fikir birliği içinde olanlar bunlar.
Yani “devletin malı deniz, yemeyen domuz” diye kükreyip, ardından domuzlukta geri kalmayanlar.
Güçlerinin farkına vardıkları anda, hayli değişti bu güruh. Uçuk yeşil tonlardaki elbiselerini, kahve toprak tonlarındaki gömleklerini çıkarıp “jewish grey” tonlarda marka elbiseler, beyaz gömlekler giymeye başladılar.
Yüzlerini karanlık gösterdiğini düşündüğü sakallarını tıraş etmiş olsalar da, çok kısa kesilmiş bıyıkları ile ribanın iğrençliğini, cihadın, şahadetin faziletini anlatırken işittiğimiz “bir narayı andıran sesleri” bir hayli yumuşamış, sükuna ermiş göründüler bu kez riba yerine faiz derken.
“Demokrasiye karşı kurulan tuzaklar” dan dem vururken kullandıkları ses, her ne kadar eski zamanlarını hatırlatıyor ise de, yine de iyiliği, yardımseverliği, dürüst ticareti ve ticaretten kazandıklarını öven sesleri pek bir ılıman oldu.
Dünyadaki kötülüklerden, azgınlıklardan şikayetçiydiler,.
Oysa şimdi Gazze’de “şu katliamlar da ne kötü be birader” demeden edemiyor ama söz konusu Irak’ta Amerikan askerleri tarafından ırzına geçilen Müslüman kadınlar olunca, “bu dünyada çekilen çilelerin ahirette bir mükâfatı vardır nasıl olsa” deyip kendilerini ayakta tutan ABD’nin günahlarını öbür kıyamete bırakabiliyorlar..
***
Nasrettin Hoca’ya sormuşlar;:
– ” Kıyamet ne zaman kopacak?”
– “Siz hangi kıyameti soruyorsunuz” demiş Hoca,
– “Kıyametin çeşidi türü mü var Hoca?” demişler.
– “Var ya” demiş. Hoca “var elbette”.
– “Karım ölünce küçük kıyamet, ben ölünce büyük kıyamet kopacak”
***
Küçük mü büyük mü bilmem ama bir kıyametin kapıda olduğu kesin.
“Biri yer öteki bakar, kıyamet ondan kopar” derler ya…
Kıyamet kopunca yiyenin de yiyemeyenin de aynı kıyamda olacağını hatırlatmak istedim sadece.
***
Başları o kadar dönmüş ki bu arkadaşlarımızın, güç sarhoşluğu içerisinde kendilerini artık Türkiye’nin değil, dünyanın merkezi görmeye başlamışlar. Ve de hayli iddialılar. Aksi bir fikir söyleseniz, asla ve kat-a kabul görmezsiniz. Aksine başınız çeşitli türde belaya girer.
Baksanıza Sağlık Bakanları, Meclis kürsüsünde konuşan eski bir Sağlık Bakanı’na karşı ceketini sıyırıp meydan okuyabiliyor.
Hoca’ya sormuşlar, “Dünyanın merkezi neresidir?” diye. Hoca kendi etrafında bir daire çizip “İşte burası” demiş; “İnanmazsanız ölçün.”
Evet, bu nükte bir “kendi merkezcilik” e yapılan bir taşlamadır, bir atıftır.. Ama siz bu taşlamayı, yukarıda anlattığım kıyamet fıkrası ile birlikte bir kez daha düşünün isterseniz.
***
İnsan, güce değil, hakka inanan bir varlık olarak izzetli bir varlıktır… O’nun şanı gerçekten yücedir.
Ve insan ister umduğuna nail olmak, ister korktuğundan emin olmak için olsun, bir solucanın aklına tenezzül edipte hakkı inkâr ettiğinde, hakikati görmezden geldiğinde ne kadar da zalim olur.
Zaten tüm mesele de iki kelimede saklı; “hak ve vicdan…”.
Ama sahip olduğunuz güce aldanıp da bunlardan münezzeh bir varlık olursanız, “eşref-i mahlukat” olmazsınız.
Olsanız olsanız, Hakkı değil, çıkarlarınızı gözetmeyi bilen bir canlı türü olursunuz.
Bunun da sosyolojideki adı “homo economicus!” dur.