Çok sevdiğiniz insanların birkaç dakikalık zaman diliminde sonsuzluk âlemine göç edişine bilmem şahit oldunuz mu?
Sapasağlam olduğunu gördüğünüz ve biraz önce sohbet ettiğiniz sevdiğinizi, sizi şok edecek kadar kısa bir zaman diliminde kaybettiğinizde hissettiklerinizi, ben de hayatımda yaşayanlardanım. Böyle bir anı yaşayanların duygularını tam olarak anlatabilmesinin imkânsızlığını biliyorum.
Fakat en sevdiği insanları bu dünyada bırakıp gidenlerin ne hissettiklerini bu kadar dahi anlamanın mümkün olmadığını sanıyorum. Düşünün ki size ecel gelmiş, bu dünyaya bağlayan kablolara enerji sağlayan şalter inmektedir. Gideceğiniz yeri mi, bıraktıklarınızı mı düşünürsünüz? Bunu önceden tahmin edebilmek mümkün olamadığı gibi, gidenlerin ne hissettiklerini anlatması da söz konusu olamayacaktır.
Geride bırakılanlar, Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” şiirindeki mısralarıyla, “Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden/ Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden” tesellisi aramak zorundalar.
Bazı tarikatlarda, özellikle Nakşibendîlikte, tavsiye edilen ve hatta “tarikat yolunda zikirden önemlidir” diye tarif edilen bir tefekkür şekli var: “Ölüm rabıtası“. Bırakıp gidenlerin halini anlamak için, “Rabita-i Mevt” olarak da anılan bu tefekkürün faydası olabilir mi bilemiyorum.
“Ölüm Rabıtası” denilen tefekkürün esası, “ciddi bir yoğunlaşma haline girerek, öldüğünüzü ve o andan itibaren olacak şeyleri hayal etmenizdir. Öldüğünüzü, yakınlarınızın ağladığını, sonra cenaze işlerine başladıklarını, cesedinizin defnedilmeden önce yıkandığını, kefenlendiğini, sonra tabutla camiye götürüldüğünü, cenaze namazınızın kılındığını, sonra kazılmış kabir çukuruna götürüldüğünüzü, kabre yerleştirildiğinizi, sonra insanların üstünüze toprak attıklarını filan düşünürsünüz.”
Böyle bir tecrübeyi tam bir konsantrasyon haliyle yaşayabilmek çok çetin bir iş olsa gerektir.
Bir ara trafikte seyreden araçlarda ölümlü kaza olması halinde yaşanan sıkıntıları düşünerek, yasal düzenlemeyle araçlarda ceset torbası bulundurmayı zorunlu yapmak istenmişti. Araç sahiplerinden çok ciddi bir tepki gelince vazgeçildi. İnsanlar kendilerini içinde düşündükleri ceset torbalarını taşımak istememiş ve şiddetli tepki göstermişlerdi.
Demek ki insanlar ölümü kendilerine yakıştırmak istemiyorlar. Herkesten de Hazreti Mevlana olgunluğu ile ölümü şeb-i arus (düğün gecesi) olarak karşılamasını bekleyemeyiz. O halde “ölüm rabıtası” denen tefekkür şeklini tam anlamıyla yapabilecek insan sayısı muhtemelen son derece sınırlıdır.
Şimdi de bambaşka bir kültürün içinden gelen Stephen Covey’in, çok sevdiğim “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” adlı kitabından bir bölüm aktarmak istiyorum:
“Hayalinizde sevdiğiniz birinin cenazesine gittiğinizi canlandırın. Cenaze evine gidiyorsunuz. Binaya girerken çiçekleri fark ediyorsunuz. İlerledikçe dostlarınızın ve aile üyelerinin yüzlerini görüyorsunuz. Oradaki insanların yüreğinden taşan ve bir kaybın neden olduğu o paylaşılan hüznü, ölen kişiyi hayattayken tanımış olmanın sevincini hissediyorsunuz.”
Ve eklenen yakıcı soru: Yukarıda hayalinizde canlandırdığınız cenaze töreninde ölen siz olsaydınız? Kendi ölümünüzü hayal ettiniz mi hiç?
Biliyorum bu konu birçoklarımız için çok sevimsiz, hatta tahammül edilemez özellikte. “Ama biliyoruz ki elbet bir gün olacak. (‘Her canlı ölümü tadacaktır.’) Ya geride bıraktıklarınız? Devam edelim hayale. Hayal bu ya bir serbest kürsü oluşturuluyor ve hayatınızın en önemli kişilerinden bazıları bu kürsüye davet ediliyor. Ama yine hayal bu ya, konuşmacılar çok samimi ve dürüstçe duygularını ifade edecekler.”
“Törende dört kişi konuşacak. İlk konuşmacı aileniz ya da akrabalarınız arasından birisi. Çocuklar, erkek ve kız kardeşler, yeğenler, teyzeler, halalar, amcalar, dayılar, kuzenler, anneanne, babaanne ve dedeler.. Hepsi de ülkenin dört bir yanından sizin cenaze töreninize katılmaya gelmişler. İkinci konuşmacı kişiliğiniz hakkında bilgi verebilecek dostlarınızdan biri. Üçüncü konuşmacı iş yerinizden ya da sizin mesleğinizden biri. Dördüncüsü ise hizmet verdiğiniz toplumsal bir kurumdan”
“Şimdi iyice düşünün: Bu konuşmacıların her birinin sizinle ve hayatınızla ilgili neler söylemelerini isterdiniz? Sizi nasıl bir eş, anne ya da baba olarak yansıtmalarını arzu ederdiniz? Nasıl bir oğul ya da kız ya da kuzen? Nasıl bir dost? Nasıl bir iş arkadaşı? Sizde nasıl bir karakter görmüş olmalarını tercih ederdiniz? Ne tür katkılarınızı, ne tür başarılarınızı hatırlamalarını isterdiniz? Onların hayatlarında ne tür bir değişiklik yapmış olmayı arzu ederdiniz? “
Yazar bu soruyu aktardıktan sonra kendi “başarılı olmak” konusundaki fikrini beyan ediyor: “Hakkınızda neler söylenmesini istediğinizi dikkatlice düşünürseniz, kendi başarı tanımınızı bulursunuz.”
Görüldüğü gibi Stephen Covey ile “ölüm rabıtası“nı tavsiye eden tarikatlar dünyada yaşadığımız bir ömrün, kendimiz tarafından objektif değerlendirilebilmesi için, benzer ve etkili bir metot tavsiye ediyor. Ancak tarikatların ana hedefi dünyada işlenen günahları azaltmak, sevapları çoğaltmak suretiyle ahirette daha iyi bir konumda olmak iken, Covey sanki dünyevi bir başarıdan söz ediyormuş gibi.
Fakat biraz düşününce görülecektir ki, Covey’in bahsettiği tarzda bir dünyevi başarıyı yakalayan insan, esasen Allah’ın kutsal kitabında belirttiği kâmil insan vasıflarını taşımaktadır. Bu vasıfları taşıyan insanın Allah’a karşı kusurları varsa takdiri yalnızca O’na ait olduğuna göre, Covey’in tavsiyelerini de İslam tasavvufundan mahiyet itibariyle çok farklı saymayabiliriz diye düşünüyorum.
Bu “sevimsiz” konuyu yazmama sebep, geçirdiğim bir sağlık problemi. Kısa süren ama sevdiklerimi endişelendirip başımda toplayan bu olay esnasında, bir yandan yukarıda tavsiye edilen tefekkürü yapmam ve diğer yandan yakınlarımın bana olan sevgi derecesini (hem onların ve hem de benim) anlamamız için bir ilahi fırsat sundu.
Böyle bir tecrübenin heyecanını hazmedemeyeceğim ölçüde artırmamak için, yakın akrabalarım haricinde bilgi vermedim. Çok şükür kendimi iyi hissettiğim bir anda sizlerle paylaşıyorum.
Allah’tan hepimiz için sağlıklı, huzurlu bir ömür ve kâmil insan vasıfları nasip etmesini diliyorum.