“Kürt açılımının” arkasında ABD’nin olduğunu söylemiştik. Cumhurbaşkanı Gül’ün tabiriyle ortaya çıkan “tarihi fırsat“, ABD’nin Irak’tan çekilme sonrasında kurmak istediği düzeni sağlamak için, PKK’nın tasfiye edilmesi veya en azından orta vadeli bir suskunluğa itilmesinin gerekmekte olmasından kaynaklanıyor.
PKK terörünün sona erdirilmesi mademki Türkiye, Suriye, İran, Irak ve ABD ile Avrupa devletlerinin işine geliyor, sıkışan, destek kaybeden ve pazarlık gücünü kaybeden tarafın terör örgütü ve yandaşları olması gerekmez mi?
Türkiye’de estirilen havaya bakılırsa, Türkiye terör karşısında yıllardır sürdürdüğü mücadeleden sonuç alamamış, çaresiz kalmış bir devletmiş gibi gösteriliyor. Türk Devleti terörün doğma sebebi, kusurlu olan tek tarafmış.. Çare, Devletin bu hatalarından özür dileyerek, PKK’nın doğrudan ve DTP vasıtasıyla dile getirdiği taleplerini karşılaması imiş gibi anlatılıyor.
“Çözüm, barış, demokrasi, çocuklarımız ölmesin” sloganlarının arkasında estirilen bu psikolojik harp tekniğiyle devlet, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar avantajlı başlayacağı terörü tasfiye sürecinde ezik, tavizci politikalara sürüklenmek isteniyor.
***************************
Hükümet, var olduğunu kabul ettiği “Kürt Sorunu“na, “Kürt Açılımı” ile “çözüm” bulmaya çalışıyor. PKK/DTP çizgisi yıllardır bir “Kürt Sorunu” olduğunu kabul ettirmeye çalışıyordu, bunu başardı. “Kürt Sorunu” olduğunu kabul etmek, devletin Kürt asıllı yurttaşlarına karşı, sırf Kürt olmalarından dolayı ayrımcı politikalar izlediğini kabul etmek demekti.
Bölgenin coğrafi, sosyal yapısı, feodal kültürü vd sebeplerle yaşadığı sosyo-ekonomik geri kalmışlık içinde devletin kusurları olmamıştır diyemeyiz. Kastamonu’da, Burdur’da, Yozgat’ta, İstanbul’un varoşlarında sefaleti yaşayan diğer Türk vatandaşlarına karşı yaptığı kusurdan çok da farklı değil. Elbette Devlet hem bu kusurları yapmamalı ve hem de bölgedeki gençlere dağa çıkmayı cazip kılan olumsuzlukları giderebilmeliydi. Ancak devletin bu kusurları olmasa bile PKK terörü olurdu. Çünkü PKK terörü, dış devletlerce desteklenen, bir Türkiye’yi bölme veya zayıflatma projesidir.
Hükümet, problemin adının “Kürt sorunu” olduğunu kabul ederek gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemiş oldu. Şimdi diğer düğmeler ilk düğmeye göre iliklenmeye çalışılıyor. “Çözüm” için de “Kürt açılımı” yapmaya çalışmak, tek milletli üniter yapıyı reddeden, iki uluslu federatif bir devlet yapısına kapı açmak anlamına gelmesi kaçınılmazdı. Nitekim PKK/DTP yandaşları ayrı bir Kürt devletinin altyapısını oluşturmak için ara kademe olarak düşündükleri “federasyon” yapısına geçiş taleplerini seslendirmeye başladılar.
Çözüm, Atatürk’ün ortaya koyduğu Cumhuriyetimizin temellerini oluşturan yapıda olmalıydı. Bütün vatandaşlarının eşit olduğu, dil, din, ırk farkına göre ayrıcalığın olmadığı, devletin her kademesinde bu farklılıklara göre değil, demokratik bir sistemin gereği olarak görev alma imkânını veren bir devlet yapısı. Bütün TC vatandaşları gibi, Kürtlerin de Cumhurbaşkanı, bakanlar, generaller, holding patronları, yüksek hâkimler, savcılar çıkarabildiği bir yapı.
Bölgesel ve etnik yapıya göre “çözüm” üretmek, Türk- Kürt kardeşliğini bozmak ve ayrı bir devlet kurmak hedefi ile yola çıkan PKK’nın hedeflerine hizmet edecektir.
PKK Kürt halkının kültürel haklarını elde etmek için kurulmadı. Kopenhag Kriterleri içinde dahi bulunmayan hakları talep eden PKK ve yandaşları, bu haklar verilse bile Türkiye toprakları üzerinde “Kuzey Kürdistan” kurma projesinden vazgeçmeyecektir. Anadilde (Kürtçe) öğretim hakkı, Kopenhag Kriterleri’nde olmayan bir hak talebidir. Sonucu siyasidir, yani K. Kürdistan devletini kurmaya yöneliktir.
******************
Bölgesel tedbir alınması anayasamızın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. Maddesine de aykırıdır: (Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.) Hükümet açılım yapmak istiyorsa bölgesel değil, milli tedbir ve açılımlar gerekir.
*************************
İçişleri Bakanının açıklamasına göre hükümet, kısa, orta ve uzun vadeli açılımlar için çalışmalar yapmaktadır. Muhtemelen kısa vade olarak seçime kadar olan 2 yıllık süre kastedilmektedir. Orta vade olarak genellikle 5 yıllık bir süre kabul edilebilir. Uzun vade ise muhtemelen 7-10 yıllık bir süre kastedilmektedir. Şu ana kadar olan açıklamalardan kısa vadede de, orta ve uzun vadede de ne tür açılımlar yapılacağı belli değildir.
Hükümetin seçim öncesi kısa vadede yapabileceği açılımları tahmin etmeye çalışalım. Öncelikle “Kürt Açılımı”nın tarafı olan DTP’nin oy oranı yüzde 6 dan ibaret olduğunu hatırlayalım. Geride kalan yüzde 94 oyu teşkil eden vatandaşlarımızın DTP taleplerinin yerine getirilmesinden hoşnut kalmayacağını, AKP’nin bilmemesi mümkün değil.
Bu iki yıl içinde hazmı en kolay veya mahzurları kısa vadede görülemeyecek hususların hayata geçirilmesi söz konusu olabilir. Özel TV’lerde Kürtçe yayın başlaması, bölgesel yönetimlere ve federasyon yapısına hazırlıkta önemli rol oynayabilecek “Bölgesel Kalkınma Ajansı“nın bölgede aktif hale getirilmesi suretiyle ekonomik ve idari özerkliğin sağlanması, ilkokullarda Kürtçe eğitime başlanması gibi.
PKK’nın, kısa vadedeki bu kazanımlarla yetinip silahları bırakması beklenemez. Bilakis orta ve uzun vadede beklentilerini maksimum seviyede alabilmek için terörü azaltmadan devam ettirecektir. Çünkü “terörle bir yere varılmaz” söylemine rağmen, terörle netice almaya başladığını görecek ve daha fazla tesirini artırma gayretinde olacaktır. Yani anaların gözyaşı dinmeyecek, gençlerimiz ölmeye devam edecektir.
Orta ve uzun vadede olabilecekleri tahmin etmek bile bana acı veriyor.
Yunanistan Etniki Eterya denilen bir derneğin faaliyetleri sonucu, bizden kopartılan topraklarda kuruldu. Osmanlı Devletinden demokrasi, azınlık hakları, etnik grup hakları adı altında yürütülen faaliyetler sonucu ne kadar devlet çıkartıldığını kaç kişi hatırlıyor?
Ülkemizin birlik ve beraberliğine dinamit döşemesi muhtemel her türlü kararı alırken, “yoğurdu üfleyerek yeme” ilkesini unutmamamız gerekiyor. Çünkü bu milletin sütten ağzı defalarca yandı.