Eğitim, Baraj ve Meslek Seçme Hürriyeti

109

Yüksek Öğretim Kurumu, Üniversitelere giriş sınavında 10 yılı aşkın bir zamandır, bir çok itiraza rağmen, daha önce yine kendisi tarafından uygulamaya konmuş olan katsayı uygulamasını, nihayet yürürlükten kaldırdı. Üniversiteye giriş sistemi, bu katsayı uygulamasından dolayı, belirtilen süre boyunca, İmam-Hatip Meslek lisesi mezunlarına ve buna bağlı olarak laiklik tartışmalarına kilitlendi. Katsayı sisteminin getirilmesi de götürülmesi gibi, laiklikle ilgili tartışmaları beraberinde getirdi. Kısaca belirtmek gerekirse, üniversiteye giriş sınavlarında katsayı uygulamasının ateşli savunucuları, laikliği korumak için böyle davrandıklarını ifade ediyorlar. Katsayı uygulamasına karşı olanlar ise, laiklik karşıtı olarak damgalanıyorlar.

Eğitim alma hakkının, eğitimde fırsat eşitliğinin ve pedagojik bir konunun, laiklikle ilişkilendirilmesi ve bu amaçla meslek lisesi öğrencilerine üniversite sınavlarında katsayı barajının konması, kendi başına garip bir tartışmadır. Tartışmanın bu alana kayması; ilmi, pedagojik, teknik ve fırsat eşitliği gibi bir hakkın ideolojik olarak şematize edilmesi ve kalıplaştırılması demektir. Konu bu bakımdan ilginç bir biçimde karartılmış bulunmaktadır. Bilimsel bir konunun laiklik idolü maskesi altında demegojiye boğdurulmuş olması, üzerinde durulması gereken önemli bir tartışmadır. Ben bu makalede bunun üstünde durmayacağım. Çünkü konunun özü laiklikle alakalı değildir. Laiklik ilginç bir yanılsamadan dolayı bu tartışmaya kapak olmuştur, manşet olmuştur.

Bundan dolayı, üniversite sınavlarındaki katsayı uygulamasını eğitimde yönlendirme ilkesi çerçevesinde değerlendireceğim. Eğitimde yönlendirme, özü itibarıyla, öğretimin piyasa ekonomisi, üretim süreçlerindeki yenilikler, iş ve meslek piyasalarına göre şekillenmesi ve biçimlenmesi anlamına gelmektedir. Yani erken yaşlardan itibaren bireylerin iş piyasalarının ihtiyaçlarına göre yetiştirilmesi demektir. Yönlendirme, bu özelliği ile eğitim sisteminin ve politikalarının liberal ve kapitalist zihniyetin amaçları doğrultusunda araçsal bir değere dönüşmesi anlamına gelmektedir. Mesleki yönlendirmenin arkasında yatan esas zihniyet  budur.

Öte taraftan kişilerin büyüme ve yetişme çağlarında, sadece bir meslek adamı olma ilkesine bağlı olarak yetiştirilmesi, insan doğasına/fıtratına, cemiyetin aidiyet bilincine ve temel vatandaşlık değerlerine ne kadar uygundur?  Konuya bu şekilde bakıldığında, çok daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmaktayız. Kısaca şunu belirtelim, insanların iş piyasalarının bir aktörü, bir elemanı ve parçası olarak yönlendirilip yetiştirilmesi, davranışçı liberal eğitimcilerin modernist dönemin başından bu yana uygulamaya koydukları bir süreçtir. Sadece Türkiye’de değil, modern değerlere göre yapılanan bütün ülkelerde eğitim, iş çevrelerinin isteği doğrultusunda, sadece iş ve meslek becerisi edinimi gibi, dar bir alana kapatılmış bulunmaktadır. Veliler de çocukları kişilik ve karekter sahibi olsun, manevi ve ailevi bir olgunluk edinsin, insani ve ahlaki bir değer edinsin, diye değil; iş güç ve meslek sahibi olsun diye okula göndermektedirler. Söylem ve kurgu böyle işlemektedir. Ancak fiili duruma, reel alana yani sonuçlara baktığımızda bu kurguya bağlı olarak eğitim gören mezunlar, eğitimde edindikleri mesleki becerilerle ilgili işlerde ve alanlarda çalışmıyorlar. Çok daha farklı alanlarda çalışabiliyorlar.

Bu durum, toplum mühendisliğinin eğitimdeki uzantılarının iddialarının, gerçeği ifade etmediğini göstermektedir. Bundan dolayı modern eğitim kurumlarının yetiştirdikleri elemanlar, yetişme amaçları ile bağlantılı işlerde ve mesleklerde çoğu kere çalışmıyorlar. Başka mesleklerde ve işlerde çalışıyorlar, maişetlerini temin ediyorlar. Yönlendirmenin erken yaşlarda yapıldığı bütün eğitim sistemlerinde benzer örnekler çok fazladır.  Çünkü iş ve meslek piyasaları sanıldığı gibi standarlara bağlı olarak şekillenmiyor. Bu piyasalar her zaman yeniden yapılanıyor, yenileniyor. Erken yaşlarda belli bir mesleğe bağlı olarak yetiştirilen ve yönlendirilen bir eleman, eğitimini tamamladığı zaman edindiği mesleki bilgi ve yetenek birikiminin, iş piyasalarında artık geçerli olmadığını görmektedir. İş ve meslek piyasalarının istikrarsızlığı konunun bir yönünü oluşturmaktadır.

Konunun asıl önemli yanı böyle bir yönlendirme, insan fıtratına ve tabiatına ne kadar uygun düşer? Biraz da bunun üstünde duralım.

İslam kültüründe, insanların islam fıtratına göre doğdukları inancı vardır. Bu inanca bağlı olarak müslümanlar ilmihal kitapları yazmışlardır. Çocuklarını bu değerlere göre yetiştirmeyi temel ilke edinmişlerdir. Günümüzde ilmihal kitaplarından sadece dini ibadetlerle ilgili bilgiler ve yeterlilikler anlaşılmaktadır. Ancak hatırlatmakta yarar var. Bilindiği gibi, “ilmihal” kelime anlamı bakımından, “davranış ilmi” anlamına gelmektedir. İslam tarihinde en önemli ilmihal türü eser verenlerin başında malum olduğu üzere, İmam-ı Gazzali gelmektedir. Gazzali eğitim ve öğretim, yani talim/terbiye ve tedrisat konusunda;  bilgiden, mesleki yönlendirmeden ve mantıksal bilgi yığınlarından ziyade, karakter, yani mizaj ve şahsiyet eğitimi üstünde durmaktadır. Kişilerin öğrenme ve bilgi edinme becerilerinin geliştirilmesi, yaşamdaki duruşlarını islam ahlakı çerçevesinde muhafaza etmesi için de riyazet, tefekkür ve talim üstünde durmaktadır.  Yunus Emre’nin: “İlim, ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ Sen kendin bilmezsen/ Ya nice okumaktır?” şeklindeki özdeyişi de, bunu ifade etmektir. Yani eğitim, kişinin kendini keşf etmesi, öğrenmesi ve bu yeterliliği edinmesiyle başlamalıdır. Bu bakımdan kişilerin kendilerini keşf etmeden, öğrenmeden ilim öğrenmesi, faydasız ilim olarak mütalaa edilmiştir. Aynı durumu, İlkçağ filozoflarından Sokrat ve Eflatun, inşa ettikleri felsefi tarzlarının temel rüknü ve usulü olarak ortaya koymuşlardır. Bundan dolayı Eflatun’un okulunun kapısında “kendini bil” özdeyişi yazılı bulunmaktaydı.

Konuya bu çerçevede bakıldığında, liberal kapitalist değerlere göre, erken yaşlarda başlatılan bir mesleki yönlendirme hiç de beklenen sağlıklı sonuçları vermediği gibi, vermeyecektir de. Ancak her nedense, erken yaşlarda yapılacak olan mesleki yönlendirme eğitimi, Türkiye’de muhafazakar ve liberal gruplarca savunulmaya devam etmektedir. Liberal gruplar kendi felsefelerine mütenasip bir görüşle davranıyorlar. Ancak muhafazakar ve dindar kesimlerin erken yaşlarda mesleki yönlendirmenin yapılmasını  savunmalarına anlam vermek zordur. Bu insanların kendi değerleri ile çelişmesinin tipik bir örneğini oluşturmaktadır.

Şimdi de konunun mevcut katsayı tartışması ile olan ilgisini kurmaya çalışalım. Üniversite giriş sınavlarındaki katsayı barajı, erken yaşlarda yapılan yönlendirmeye, insanları ömür boyu mahküm etme anlamına gelmektedir.  Çünkü meslek lisesine giden her öğrenci, zaman içinde başka bir alanda eğitim almaya kalkıştığında katsayı barajı ile doğrudan doğruya engellenmektedir.

Öte taraftan üniversite giriş sınavları, mesleki bilgi ve yeterlilikleri hiçbir zaman ölçmedi. Yeni düzenlemede de mesleki bilgi ve beceriler yine ölçülmeyecek. Ancak ortaöğretimin ilk ve ikinci yılından itibaren öğrenciler meslek liselerine, sayısal, dilsel ve sözel yeteneklere göre yönlendirilmektedirler. Meslek liselerine göre yapılan yönlendirmenin yukarıda belirtildiği gibi bir mantığı vardır. Ancak  meslek lisesi dışındaki liselerde, öğrencilerin sayısal ve sözel bilgi becerilerine göre yönlendirilmiş olmasının arkasında, hangi zeka kuramının olduğunu, tesbit etmek çok zordur. Sanırım bir teamül olarak devam etmektedir. Pratik uygulamaya baktığımızda, fen ve matematik derslerindeki konuları öğrenemeyenlerin tümü, bir şekilde sözel alana kaydırılmaktadır. Üniversite sınavlarındaki sonuçlara baktığımızda sayısal bölüm mezunlarının, sözel testlerde de sözel bölüm mezunlarından daha başarılı olduğu anlaşılmaktadır. O zaman şunu söylemek mümkündür: Sözel ve sayısal ayırımı gerçekçi bir ayırım değildir. Bu durum sözel testlerin, sözel yetenekleri tam olarak ölçmediğini de göstermektedir. Bu ayırımın pedegojik yönü hakkında anlaşılan ayrıntılı incelemelerin yapılması gerekiyor. Şimdilik ortaöğretimdeki yönlendirmenin “sayısal” ve “sözel” mantık çerçevesine oturtulmuş olmasının ciddi sorunları beraberinde çağrıştırdığını belirtelim.

Belirtildiği gibi, üniversiteye giriş sınavları, gerek tek aşamalı olsun, gerekse çift aşamalı olsun, fark etmiyor. Her ikiside sadece matematik, fen, sosyal ve türkçe derslerinden edinilen bilgi seviyesini, bilgi kullanma becerisini ve genel yeteneği ölçüyor. Fen ve matematik derslerinin içeriklerine göre hazırlanan testlerde bilgi ve zeka kabiliyeti ölçümleri yapılıyor. Çünkü, ilginç zeka oyunları ile ilgili becerileri ölçen çok sayıda soru öğrencilere sorulmaktadır. Şunu söyleyebiliriz, bu sınavlar öğrencilerin edindikleri bilgileri genel zeka yetenekleri çerçevesinde kullanabilme kapasitelerini ölçmektedir. Dolayısıyla sınavlarda katsayı uygulaması, sınavın içeriği ile zaten bağdaşmıyor. Çünkü sonuçta sınavlar genel yeteneği ölçmekte, kurgusal olarak zeka kabiliyetini ölçmektedir. Sınavda yüksek puan alan birisinin her türlü yüksek öğretim kurumunda okuyabileceği bu bağlamda ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Kat sayı uygulaması ile, meslek okulu mezunu öğrencilerinin başarılarının, okudukları okuldan dolayı gölgelenmesi, bu bakımdan pedagojik değildir. Kat sayı barajının varlığı, aynı zamanda liberal kapitalist çevrelerin erken yönlendirme ile ilgili beklentilerine göre, sistemde sürekli baraj oluşturma anlamına gelmektedir. İnsanlar erken yaşlarda yönlendirildikleri gibi kalsın, başka arayışlara girmesin denmek istenmektedir. Kat sayı barajının kaldırılmış olması, meslek seçme özgürlüğünün önünü kısmen de olsa açmış bulunmaktadır.