Aşkı ilk insandan bu yana herkes yaşadı, anlatmaya çalıştı. Kimisi o sadece yaşanır, anlatılamaz dedi, kimisi yaşanırsa biter dedi. Yaşananlar bitti, yaşayanlar gitti. Kalan tek gerçek, aşkın kendisi.
Sinan Paşa Tazarruname’de aşkı şöyle anlatıyor: “Aşk, bin incidir, her denizde bulunmaz. Aşk bir nurdur, her gözde görünmez. Aşk bir huzurdur, her gönülde bulunmaz. Aşk bir zevktir, onun da başka dili var. Aşk bir coşkunluktur, onun da deryaları var. Aşktır, bülbülleri dile getiren. Aşktır, çalgıcılara ahenk veren. Aşktır, gönülleri, gül yüzlüleri ortaya çıkaran. Aşktır, alemi lale, yasemin; insanı gümüş tenli eden. Aşktır, kaşları keman ettiren…”
Sinan Paşa aşkın her mekanda bulunmayacağını, daha doğrusu mekansız olduğunu söylüyor. Onun mekanı ne gönüldür ne eşya; ya da hem gönüldür hem eşya. En doğrusu, gönlün eşya üzerinde titrediği noktada ve anda. Gönül, öyle bakar ki, eşyada başkasının göremediğini görür, işitemediğini işitir, hissedemediğini duyar ve koklar; orada aşk başlar. Bir nurdur, bir huzurdur, onun başlangıcı Sinan Paşa’ya göre. Aşk, sürekli yaşanan bir zevk verir. Kullandığı dil, lisan değil; histir. Denizlerdeki coşkun dalgalar, beden deryasındaki coşkunluğun küçük bir numunesi olabilir ancak.
Tazarruname yazarına göre, aşk, beden vasıtasını harekete geçiren güçtür. Bülbülleri o konuşturur, inletir; ahenkli ahenkli. Aşktan aldığı ilhamla terennüm eder bülbüller sabahlara kadar. Adı güldür o aşkın bülbül için; ama her aşığın maşuku gül değildir. Her aşık, farklı bir gül koklar. Belki bütün aşıklar gerçek gülü arar. Aşk, bütün çirkinlikleri gizleyen zifiri karanlıktır. Aşkla, bütün kaşlar kemandır, bütün tenler gümüştür. Aşkla, bütün çiçekler laledir, yasemindir. Varlıktaki çirkinlik aşkla yok olur, yerini sözü edilen varlığın en ideal olanı alır.
Bir mekan tahsis etmek, bir enerji gözüyle bakmak da yanlıştır aşka. Somutlaştırmak, aşkı anlaşılır kılmak için gerekse bile yeterli değildir. Bunun ötesinde bir şeydir o. Aşk, varlıkta hiçliktir, zerrede deryayı görmektir. Bir görüştür, bir algılayıştır o. İdrakin yetmezliğini itiraftır ki, o, kelimelerle ifade edilmez, cümlelere sığdırılamaz. Bulunduğunda yok olan, bitmeyen bir arayıştır aşk. Sürekli olmasındadır onun diğer duygulara göre ayrıcalığı. Onun güzelliği, acı ile zevkin, ıstırap ile lezzetin harmanlanması ile oluşur. Her yakalayışta elinden kaçırdığın özlem isimli güvercindir aşk.
Bedenin dışındaki bir bedende yok olmayı gerektirir aşk. Tanımsız eylemdir. Her kötülüğü hoş gördüğü için aşk, bütün kötü duygulardan azat eder insanı. Ona gerçek hürriyeti tattırır. Özgürlüğe köle yapmak için dünyevi kölelikten kurtarır aşk bizi. Aşığın, verdiğinde gözü kalmaz, o, alamadığına hayıflanmaz. Eşyada mana, bedende inziva; aşkın diğer tanımıdır. Aşk, Alem-i Berzah’ta ruh, dünyada güruh, ahrette fenafillah demektir.
Gerçek aşk, insan olduğunu hissetmekse bu, kaçımızda var?