Yabancılara aşırı değer veren onların çoğu kere telkin ve tekliflerini bile adeta emir kabul eden kötü bir geleneğimiz var. Geleneklerimize bağlıyız; ama bu ve benzeri gelenekleri de kabullenemiyoruz. Tanzimat dönemi ile alevlenen Batı önündeki bu eziklik halâ sürüyor.
Bazen bazı yabancılara ve yabancı kuruluşlara o kadar değer atfederiz ki onları bile şaşırtırız. Yabancıların yargımıza müdahale örnekleri son beş altı yıldır o kadar çok arttı ki; bunlar bu makaleyi bütünü ile doldurabilir. Dışarıyla iş birliği yapanlar veya dışarının ekmeğine yağ sürenler ile ilgili bir dava oldu mu adliye koridorları yabancı müfettişler ile dolar. Kendilerinin pek ciddiye almadıkları demokrasi ve insan hakları hikayeleri dillerde dolaşır. Bunun bir çirkin örneğini Elif Şafak davasında yaşadık. Hrant Dink ile davada da benzeri olaylar olmuştu. Ertesi gün davası bulunan Elif Şafak’a bir gün önce Sayın Başbakan doğum tebriğinde bulunmuş ve davanın hayırlı bir sonuca ulaşmasını temenni etmişti. Bazı davalar var ki, hakimler o davalardan çekilmektedir. Henüz başlamamış davalar bazı siyasetçi ve basın organlarınca çoktan bitirilmiş ve hüküm verilmiş olmaktadır. Gizli kalması gereken dosya bilgileri yandaş basına sızdırılmakta; ardından da belge verilenler gazetecilik ödülü almaktadırlar.
Yargısız infaz yapanlarca sanki yargı süreci bir teferruat gibi zannedilmektedir. Yargının siyasallaştırılmasını gerçekleştiren pişkin siyasetçi tipi, Yargıtay Başkanı bir beyanat verdiği zaman “yargı yargıya karışmamalı, yargı mensupları siyasetçi değil” uyarısı yapmaktadır. Yargıtay Başkanı Sayın Gerçeker‘in askere sivil yargı yolunu açılması ile ilgili beyanatı doğru ve bunun bir anayasa ihlali olduğu da bir gerçektir. Kararı Anayasa mahkemesi verecek diye herkes susacak mı? Ama önemli olan değişikliğin Anayasa’ya aykırı olması değildir; nasıl olsa elimizdeki çoğulcu değil; çoğunlukçu demokrasi silahı kullanılabilir, bir gece ansızın o maddeler de değiştirilebilir. Aslında Sayın Yargıtay Başkan’ının suçu Türk olmaktır. Eğer bir yabancı olsa idi; kendisine bu çıkış bile yapılamazdı. Yapılsa bile ertesi gün tekzip edilirdi.
Son günlerde bir rapor ortada dolaşıyor. Brüksel’deki bir ABD kuruluşunun “Uluslar arası Kriz Grubu Raporu”. ABD işgal altında tuttuğu Irak topraklarından er geç çekilecektir. ABD çekildikten sonra Müslüman katili ABD’nin işbirlikçileri olan Kürtler ne olacaktır? ABD çıkarları ve Irak’ın Kuzey’indeki yeni tip bir İsrail örneği nasıl korunacak ve yaşatılacaktır? Petrol işi ne olacaktır? Sorun kısaca budur. ABD, Kürtlere sahip ve koruma aramaktadır. Türkiye’deki demokrasiyi beğenmeyenler, şimdi bunu methederek Musul Vilayeti’nin dün olduğu gibi bugün de Türkiye’ye bağlanarak, Yeni Osmanlıcılık okşamaları yapılmaktadır. Dün Osmanlı’nın canını okuyanlar, ona küfredenler; Türkiye’nin milli devlet ve üniter yapısı hedef alınınca; birden Osmanlıcı oluverdiler. Kısaca ABD Irak’ın Kuzey’inde bize güvenlikçi rolü vermek istiyor. ABD’nin bu bölgeden tamamen çekileceğini beklemek de hayaldir.
Önemli olan hem Orta Doğu siyasi coğrafyasını daha da ufalamak, hem Türkiye ile pazarlığı güçlendirici bir kozu önümüze koymak, hem de Türkiye’yi federal bir yapıya zorlamaktır. Aslında bu oluşum küreselleşme ve onun akrabası olan post-modern ve çok kültürlülük politikalarına da uygundur. Bunlar olmaz ise; küreselleşme başarılı olamaz. Bundan dolayı küreselleşme ortada maskeli olarak dolaştırılmaktadır. Küreselleşme vahşi kapitalizme bir alternatif değil; ona Dünyayı uyutacak yeni bir elbise giydirmektir. Emperyal güce bağlı çokuluslu şirketlerin ideolojisidir küreselleştirme.. Küreselleşmenin ideolojisi de çok kültürlülük tezleridir. En iyi bütünleşme çözülmedir. Artık klasik ideolojik çatışmaların yerini, etnik ve mezhep çatıştırmaları almıştır. Bu çatıştırmalar yolu ile milli devletler zayıflatılmalı, milli direnç noktaları yok edilmelidir. Milli sınırlar ve milli devletler küreselleşme ve uluslararası sermayenin yayılmasının önündeki engellerdir. Modernleşmeye tepki gibi gösterilen gelenekleri reddeden post-modern yaklaşım da küresel güce servis yapan bir araçtır. Bu anlayış; farklılaştırmayı, yöreselliği, parçayı, marjinal grupları güçlendirerek milli devletlerin karşısına dikmektedir. Modernleştirme ile hedef gerçekleşmediğine göre; post-modernleştirme büyüsü gerekmektedir.