Her 28 Haziran‘da temsili kuvvetlerin dolma tüfeklerle attığı gösteri kurşunlarıyla ve protokolün demir atıp durduğu görüntü nutuklarıyla kurtulmaz.
28 Haziran diye bir ilköğretim okulu var. Gitmesek de, görmesek de bizim okulumuzdur diyen bir çocuk türküsünün bestesine vakıf olmakla da kurtulmaz.
1 – Öncelikle kimi, kimden kurtardık? Biz İzmit‘i aleni düşman Yunan‘dan, kuklatör İngiliz‘den, yan çalma Rum ve Ermeni çetelerinden, yerli malı hain işbirlikçilerden ve siyasi ikballerini zalim işgalcilerin emellerine yaslamış mevcut politik oligarşiden kurtardık. Çoktan seçmeli 8 şık içinde tek harekette Milli Mücadele’yi işaretlemek o zamanlar her babayiğidin harcı değildi.
2 – Yedi yabancıyla güzel güzel geçinmek varken niye kurtardık? Silahla geleni ‘kırmızı‘ trafik lambası karşılıyor da sermaye ile gelene tüm yolları ‘yeşil‘ ışık yapmıyor muyuz? Madem palikaryayı toprağımızdan atacaktık o zaman Finansbank‘ı Yunan Kilisesine niçin sattık? Madem satacaktık adamlara 90 yıl önce niye bir kamyon dayak attık?
3 – İzmit’i kurtarmak yerine kendi kendimizi kurtarmaya çalışsak daha iyi olmaz mıydı? Her vatandaş kendinden başka kuş tanımıyorsa memleket yanıp bitmiş ne gam yeter ki benim mercimek tarlama girilmesin diyenler korosu madem hep iktidar, öyleyse bu diğergamlık neyin nesi? Vatan, vatan dediğiniz toprak parçası kredi kartına kaç taksit?
Gözünü sevdiğimin İzmit’i sen ne anaç bir kentmişsin. Anadolu‘daki herhangi bir şehre gidin; kendinizi tanıtmanız 4 sene sürer, kendinizi kabul ettirmeniz 14 sene. Hele hele o şehrin siyasal ve ekonomik geleceğine yön verme pozisyonuna geçebilmek için 40 sene 40 ayrı fırından ekmek yemeniz kayd u şarttır. Ama bir Malatyalı 10 – 15 sene içinde bu ilde Bakan dahi olabilir.
Kocaeli‘ye yeni gelen bir Tokatlı en çok 6 ay içinde Hemşeri Derneği yardımıyla intibakını tamamlar, 6 yıl içinde de trend olarak Tokat‘taki tüm terekesinin üzerine çıkar. Elbette böyle bir şehre şapka çıkarılır. Ama bir türlü sözcükler İzmitliliğe, Kocaeliliğe çıkmaz.
Ben deyim Osmaniye sen anla Van. Bayburt‘um sana söylüyorum, Afyon‘um sen anla. Ula Zeki, İstanbul ne ki Erzurum yayla. Sen bu yaylalari yaylayamazsun gülum, sönüktür kent kimliği anlayamazsun.
Kendi ilini bırakıp da gelenin hırsı kalanın en az 3 katıdır. O yüzden yeni hemşerilerimiz hep kazanan partiye, hep şampiyon takıma ve hep ensesi kalınlara kurbiyet hissederler. Beklentilere kavuşulur, dağ dağ arzulara kavuşulmaz. Bir bitimsiz harmandır hayaller, iflah olmaz.
Ah keşke şu anlamsız rekabet yerini ortak paydada kent sevdalıların kültür ortaklığına bıraksaydı? Ah keşke demokratik geleneğimizi içten içe kemiren mikro milliyetçilik yerini mahalleden ülkeye değer ve değer yargısı üretmeye bıraksaydı. Keşke bizi bize bıraksalardı ve keşke biz bizi bıraksaydık.
Cehennemde Türklerin kuyusunun başında zebani yokmuş. Zaten her kafa çıkaranı yekdiğeri ayağından tutup aşağı çekiyormuş. Dolayısıyla zebani istiyoruz ey halkım. Görenlerin, duyanların..