Karşımızdakini dinleme alışkanlığımız pek iyi değildir. Bazen anlatılan konuyu biliriz sonuna kadar dinlemek istemeyiz. Bazen de anlatılan konu hiç ilgimizi çekmez gene dinlemek istemeyiz. Ne var ki bize bir şey anlatmaya çalışan bize önem veren kişidir. Bizim de ona önem vermemiz onu dinlemekle olur. Kendimizi en iyi ifadenin yolu da karşımızdakini iyi anlamaktır.
Birinin sözlerini dikkatle dinlemek, ne söylemek istediğini kavramak, sıkıntısına tanı koymak veya mutluluğuna ortak olmak için gereklidir. Bu hem onu kazanmanın hem de yeni bir şey öğrenebilmenin en etkin yoludur.
Sabırlı olmakta çok önemlidir. Acıya, haksızlığa, yoksulluğa ve esarete katlanabilmek hiç kolay değildir. İnsanın kendi elinde olan veya olmayan olumsuz ve üzücü olaylara dayanabilmesi de çok zordur.
Kendi hırsımızı, tepkimizi, kızgınlığımızı, denetim altında tutabilmek, nefsimize hakim olmak başa çıkamadığımız zorluklar için Allah’ın takdirini beklemek azımsanmayacak bir olgunluktur. Kısaca sabırlı olmak önemli bir erdemdir.
Zen köken olarak Hindistan’daki Budist öğretisinin bir koludur. Hint Budizm’inin Çin’e oradan Japonya’ya uzanan tarikatlarından biridir ki Japonya’daki koluna Zen adı verilmiştir. Zen öğretisi Budist mezhepleri gibi aynı felsefeye bağlıdır. Bu koşullardaki yaklaşımların elbette biz Müslümanlar tarafından kabul görmesi olanaklı değildir. Ancak insanların yararına ve yücelmesine katkı sağlayacak bazı öyküleri vardır ki onları tekrarlamak faydalı ve ilgi çekici olabilir.
Bir zen hikayesine göre, iyi ve çok seçkin bir savaşçı olmak isteyen genç, bu işin hocasına gider ve arzusuna ulaşmak için ne kadar süre öğrencilik yapması gerekeceğini sorar. Hoca onu süzer ve yetkin bir uzman olabilmesi için 10 yıl eğitim alması gerektiğini söyler.
Genç adam, süreyi çok uzun bulur, hocam ben yaşamımdaki her şeyden vazgeçer, gece ve gündüz yalnız bu konuda çalışırsam, o zaman kaç yıl gerekir diye sorar. Hoca tereddütsüz cevap verir. O zaman 20 yıl gerekir der.
Bu yanıtıyla hoca öğrencisine başarılı bir silahşor olmanın ancak sabırla elde edilebileceğini anlatır. Becerinin, bilginin, dengeli ve özgüvenli olabilmenin sabır, sebat ve zamana ihtiyacı olduğunu vurgular.
Gene bir gün, çok bilgili ve her şeyi bildiğini zannettiği için bulunduğu ortamlarda hiç kimseye söz hakkı bırakmayan biri, zor durumda kalır. Zira artık toplantılara çağırılmamaktadır. Bütün çevresi onu dışlamış. Çok bildiğini sanıyor, hep anlatıyor ama hiç birimizi dinlemeye tahammül edemiyor, hepimize hocalık taslıyor diye ondan kaçar olmuşlar.
Adam zen hocasını ziyarete gelir. Oturur konuşurlar. Daha doğrusu hep kendisi konuşur, hiç duraksamadan anlatır. Bir ara sıkıntısından bahis ederek hocadan yardım ister. Ayrıca zen öğretisi hakkında da uzmanlaşmak istediğini söyler.
Zen hocası kendisine çay ikram etmek istediğini söyler. Japonlara özgü çay ikram ritüeli başlar. Hoca adamın önündeki fincana çay koymaya başlar, fincanın dolmasına rağmen çayı dökmeye devam eder. Çay taşar, yerlere dökülmeye başlayınca, ziyaretçi; hocam görmüyor musunuz fincan taşıyor, yerler kirleniyor der. O an hoca durur, işte sen de bu fincan gibisin, kendi görüşlerinle, varsayımlarınla, bilgilerinle ve değerlendirmelerinle kendini doldurmuşsun der. Bu durumda sana hiçbir şey öğretilemez. Önce kafanı hep sana ait ön kabullü ve bencilleştirdiğin, bilgilerinden boşalt, başkalarının görüşlerini, düşüncelerini de dinlemesini öğren.
Ancak ondan sonra arzuladığın uzmanlık bilgilerini öğrenebilirsin der.