Bugünlerde “sadaka” sözcüğünü sık duyuyorum. Kelimeyi ağzından düşürmeyenlerin kullandığı üslup, hoş değil. Hükümetin sosyal yardım anlayışıyla halka yaptığı yardımlar, bazı kesimler tarafından “sadaka” diye adlandırılıyor, yapılan yardımlar siyasi nedenlerle azımsanırken içeriği güzel bu kelime de haksız yere yıpratılıyor.
Hükümetin yaptığı yardımların zamanlama açısından yanlış, miktarının az olması veya bu yardımların siyasi mülahazalarla ranta dönüştürülmesi eleştirilebilinir. Demokrasilerde bunu söylemek, muhalefetin hakkı olabilir. Ancak, kültürümüzde, inancımızda sosyal dayanışmanın, iyilikseverliğin, Allah rızasını kazanmanın bir şekli olan “sadaka” yı küçümsemek, kimsenin hakkı olmasa gerek.
Sadaka, sözlüklerde “1. Allah yoluyla yapılan harcama, Allah rızası için fakirlere yapılan karşılıksız yardım ve her türlü iyilik; 2. Dilenciye verilen para.” diye açıklanıyor. Anlamı ve eylemi bu kadar güzel olan bu sözcüğün, ağızlarda pelesenk edilerek değersizleştirilmesi, hangi düşüncenin, hangi algılamanın ya da hangi siyasi görüşün sonucu olabilir? Bunu anlamakta zorlanıyorum.
Sadaka, ihtiyaç sahiplerine yapılan yardımdır. Sadaka, dindarlığın bir gereğidir, dinin emridir. Yoksullar, bütün dinlerin koruması altındadır. İslam da fakirleri korur. İslam’a göre, fakirlerin, zenginler üzerinde hakkı vardır. Bir mala sahip olan, sahip olduğu maldan, muhtaç kişiye ihtiyacı kadar vermek zorundadır. Muhtacın ihtiyacı, varlık sahibinin üzerinde emanettir. Zengin, emaneti yerine yani ihtiyaç sahibine vererek, üzerindeki yükü atmış olur. Böylece zengin, psikolojik olarak rahatlar; fakir, ihtiyacını giderir.
Sadaka, yalnız maddi bir veriş değildir. Yöneticinin adaletle hükmetmesi, köylünün eşeğine eşya yüklerken merhametle yaklaşması, kişinin güzel sözler söylemesi, yoldaki bir taşı iyilik adına kaldırması birer sadaka hükmündedir. Yolda kalmışa yol göstermek, bir kişiye tebessüm etmek veya selam vermek; birer sadaka türüdür. Haddini bilmeyen bir kişiye haddini bildirecek şekilde uyarıda bulunmak bile bir sadakadır. Çünkü ona siz, haddini bildirerek iyilik yapmış oluyorsunuz.
Bizim medeniyetimiz, bir paylaşım medeniyetidir, Batı medeniyeti ise bir üretim medeniyetidir. Batı algılamasına göre, kişi, ürettiği kadar değerlidir. Üretime katkısı olmayanlar, asalaktır; bir an önce yok edilmelidir. Hırsa, başarıya yönelik üretim, Batı felsefesinin, ahlakının temelini oluşturur. Biz, hayatın bir sınav olduğuna inanırız. Bu sınavda çalışarak kazanmak kadar, kazancın paylaşılması da bir zorunluluktur. Paylaşılmayan kazancın hesabı ağırdır. Helal olan kazanç, paylaşılmazsa haram hükmündedir. Vermenin adı, zekattır, sadakadır.
Bazı insanların sadakaya karşı çıkmasının nedeni, yetiştirildikleri Batı kültürü olabilir. Onlar da bir Batılı gibi düşünebilirler. Başardığın ve ürettiğin kadar değerlisin. İhtiyaç sahibiysen değerin yoktur. Kendisine sosyalist diyenler, karşı çıkmalarını, eşitlik ilkesiyle izah edebilirler. Onlara göre zengin-fakir ayrımı olmamalı, dolayısıyla veren ve alan sınıflaması yapılmamalı. Bu bir yerde yoksullukta eşitlenmek sonucunu doğurur. Sadaka sözcüğüne, eylemine tepki gösteren bir de iflah olmaz jakobenler var. Bunlar, İslami öğretiler doğrultusunda yapılan her işe, ortaya konun her düşünceye taktıkları at gözlükleri ile karşı çıkıyorlar. Bunlar, “istemezük”çüler. İki dünyanın kazınılması için yapılan her iş, bu tiplerin midelerini bulandırıyor. Osmanlıdan miras kalan “İttihat ve Terakkici” zihniyete sahip bu insanlara sadakanın güzelliğini anlatmak, atomu parçalamaktan zor görünüyor.
Yapılan güzelliklere karşı çıkanları tanımlamak için “İt ürür, kervan yürür.” atasözümüz ağır kaçabilir. Kim ne derse desin, sadaka kültürünü yaşatmak ve kurumsallaştırmak gerekir. Barışık bir toplumun ve sosyal devletin mayası, sadakadır. Sadaka, bir dilenci harçlığı olarak görülmemelidir. Sadaka; veren için arınma, alan için güvendir. Arınmış ve birbirine güvenen bireylerden oluşan bir toplum, şimdilik ütopya olsa da, ideal bir toplumdur.
Sadakayı, yaşam standardı yapanlara ne mutlu!