Daha önce pek çok kez farklı açılardan vurguladığımız bir gerçek var: Dinin insan hayatındaki önemli konumu, onun üzerinden yapılan yanlışların tamiri mümkün olmayan bir hal almasına yol açmaktadır.
Zira bilindiği gibi din olgusu insanın sonsuzluk anlayışına bir yön verir ve sonlu ve sonsuz hayatı kazanmaya yönelik davranışlar sergilenmesini bekler. İnanan ve özellikle dindar insanlar da bu tür davranışları yerine getirme, dini açıdan yanlış yapmama hususunda hassas olmaktadır. Dolayısıyla dine uygun davranma ve davranmama endişesi, dini hassasiyetler taşıyan insanlar için hayat anlayışlarının merkezi konumundadır.
Bahsettiğimiz noktaya binaen neyin dinen doğru neyin yanlış olduğu meselesi ve bu soruların cevaplarının doğru verilmesi insanlar ve hatta toplumun bütünlüğü için azami önem taşımaktadır. Zira dinin ortaya koyduğu prensipler ona bağlanan pek çok farklı insanın üzerinde mutabakat sağladığı bir zemin oluşturmakta, sahip olduğu kavramlar hayatı ve kendilerini anlamlandırmalarında temel unsur işlevi görmektedir. Yani din temel kaynağına uygun anlaşıldığı takdirde birleştirici bir unsur olarak toplum hayatında yer almaktadır.
Fakat dinin temel kaynağında yer alan ve inanan insanlar için ortak bir geçerliliği söz konusu olan temel prensipler kaynağa göre değil kaynak dışı unsurlara göre belirlenmeye çalışılır, doğru ve yanlış davranışlar bu şekilde tanımlanırsa bütünleşmeden söz etmek mümkün olmamaktadır. Çünkü ortak paydalar başka unsurların (özellikle şahsi menfaatlerin ve buna bağlı yorumların) doğrultusunda azalmaya başlamaktadır.
İşte tam da bu noktada günümüz Türkiye’si ciddi bir sorun yaşamaktadır: Dinin ve dine uygun olanın tarifi dinin kaynağından ziyade siyaset tarafından yapılmaya başlanmıştır.
Bu sorun öyle tehlikelidir ki, elinizde farklı düşüncelerinize rağmen bir araya gelebileceğiniz ortak prensip ve değerleri çıkarabileceğiniz, anlayabileceğiniz ve paylaşabileceğiniz objektif yani şahsi görüşlerin tahakkümünden bağımsız bir kaynağınız varken onu kullanılamaz hale getirir. Çünkü önyargılarınız onu doğru düzgün anlamanıza mani olmaya başlar.
Diğer taraftan artık bir takım menfaatlere yönelik olarak geliştirilmiş siyasi fikirlere ve hareketlere bağlı olup olmamanıza dayanarak sınıflandırılmaya başlarsınız. Sırf bu kategorilere uymadığınız için inanç sistemi açısından farklılık taşımadığınız insanlarla paylaşacak ortak noktalarınız gittikçe azalır. Kimi zaman dini kimliğiniz bile sorgulanır. Yani bir aile içinde şiddetli bir biçimde bölünme ve kutuplaşma başlar.
Üstelik bahsi geçen kutuplaşma da öyle tehlikeli bir boyutlara varır ki, “biz ve onlar” anlayışı ile, tamamen totaliter yani herkesi bir kefeye koyan, farklılıkları değerlendiremeyen sert bir bölünmeye doğru toplumsal yapıyı zedeler.
Artık bu noktadan sonra tarih boyu toplumu bir arada tutan, işlenip hazmedilen ve ortak ürün verilen birleştirici değerlerden bahsetme imkanı da azalır.
Halbuki siyasi görüşler dini tarif etme hakkına sahip değildir. Din kaynağından öğrenilir ve kimin nasıl nitelendirileceği inanç sahipleri tarafından kaynağından alınan bilgilere göre belirlenir.
Aynı inanç grubu içinde olup siyasi olarak ülkenize hangi sistemin daha faydalı olacağı hususunda farklı düşünebilirsiniz. Bu hakkın göz ardı edilmesi insanın temel özgürlüklerinden biri olan düşünce özgürlüğünün elinden alınması demek olur ki bu dinen de hak ihlali ve temel bir yanlışlıktır. Zira dinimiz aklı kullanmayı ve düşünmeyi insanın en temel vazifelerinden biri saymakta, uymayanları uyarmaktadır: “Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, murdarlığı, akıllarını kullanmayanlara verir.” (Yunus, 100)
Düşünemeyen bir toplumun var olma şansı da yoktur. Çünkü o başkalarının “fikrine” göre sürüklenecektir.
Dolayısıyla özellikle siyasilerimizin ve bilim adamlarımızın halkı aydınlatma ve yönlendirme “vazifeleri” esnasında ülkemizin içine sürüklendiği bu tehlikeyi göz ardı etmemeleri, bertaraf edilmesine yönelik tedbirleri ilmi ve fikri yönden süratle almaları gerekmektedir. Toplumsal dokumuzun parçalanmasının bu ülkeyi seven ve burada yaşayan kimseye faydası olmayacağını anlamak için ise şüphesiz dahi olmaya gerek yok…