Hiçbir konuda dünü unutmamak gerekir. Bundan on iki yıl önce Bosna’da 8 bin masum insanın Srebrenitsa’da Sırplar tarafından hunharca katledilişini unutmadık. Sözde bu bölge BM tarafından güvenlik bölgesi ilân edilmiş ve Hollanda Barış Gücü askerlerine teslim edilmişti. Bu suçsuz insanlar “Anavatanınıza yönünüzü çevirin (Türkiye’ye)” komutu sonrasında şehit edilmişlerdi. Daha sonra ödüllendirilen görevli Hollandalı generalin emekli olduktan sonra verdiği beyanat dikkat çekicidir: “… Viyana kapılarına dayanan Müslümanların devamı olanları koruyacak değildik.” İşte sömürgeci Hollandalının, Avrupalının gerçek yüzü budur. İnsan hakları konusunda utanmadan ortada dolaşan, ahkâm kesen Lagendik acaba bu insan hakları ayıbının farkında mı?
İstanbul’da ABD Konsolosluğu’na yapıldığı iddia edilen saldırının aydınlatılmasını diliyoruz. Saldırı bir karmaşa döneminde Türkiye’yi sıkıştırma için uygulanan siyasi baskının bir parçası olmasın? Her şey El-Kaide’ye bağlanıyor; Ergenekon’a bağlandığı gibi… Aslında, iddianameye, mahkeme safhasına gerek kaldı mı? Daha başta suç ve suçlular bazı yandaş, çanak yalayıcısı yayın kuruluşlarınca ilân edilmedi mi? Demek ki; hukuk devletinde yargısız infaz ve buna göz yumma, gazetelere haber servisi yapma kural halinde getirilmiş… Demokrasinin hazmedemeyeceği, hoş göremeyeceği birçok olay ve çarpıklıklar ortada… Demokrat olduklarını iddia edenler veya bu sıfatı kendilerine uygun görenler bundan hiç rahatsız değiller. Ama, bunları görebilecek demokrat aydınlar aranıyor.
Son yıllarda aklıselim sahibi herkesi üzen olaylarla karşılaşıyoruz. Ankara-Washington hattında yörünge değişikliği göze batıyor. Ankara maalesef son yıllarda Ankara olmaktan çıkarılmış… Yıllar önce havlu atmış bir boksör görünümünde… İyi belediyeci olmak, kaliteli devlet adamı olmaya yetmiyor. Devlet adamlığı önce devleti devlet yapan ilke ve esaslara bağlılık ve onlara sadakatten geçiyor. Kimse kimseden statükocu olmasını beklemiyor; ama gelişme ve değişmecilik de teslimiyetçilik ve tasfiyecilik değildir… Milli davalardan vazgeçerek çözümcülük asla değil…
Bu düşündürücü gidişat bazılarını ümitlendirmiş olmalı ki; sözde dostlarımıza “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” isimli kitaplar yazdırıyor. Bazı uydu, Uzakdoğu demokrasilerini bize örnek gösterebiliyorlar. Ilımlı İslâm’la uysallaştırılmış, etnik temelli yeni bir Cumhuriyet…
Biz hep aydınlarımızdaki yabancılaşmayı, Batıcı ve pozitivist, inkârcı eğitim sistemimizin bir parçası olarak gördük. Bugün ise; küreselleştirilmiş, millilikten uzaklaştırılmış, vatansızlaştırılmaya, milletsizleştirilmeye ve kimliksizleştirilmeye alıştırıcı bir eğitim süreci gündemde… Üstelik milletlerarası kuruluşların fonlarının desteği ve baskısı ile… Bazıları Cumhuriyetle ve devletle kavgalı olduklarından bu gerçeği göremiyorlar.
Bu endişe verici gidişattan uzaklaşmak, bir çeşit Ergenekon’dan çıkış, tabii ki mümkün. Belki de bundan dolayı Ergenekon yıpratılmaya çalışılıyor.
Ciddi, istikrarlı ve mutabakatları gelişmiş toplumlarda devletin kuruluş temelleri, var oluş gerçekleri tartışmaya açılamıyor. Devlet politikasını yönetenler zaten gereğini yapıyorlar. Başkalarına da gerek kalmıyor. Birçok bilim adamı bu ülkelerde bizim endişelerimizi taşımıyor. Ülkeyi yönetenler de devletten ve hukuk devletinden yana oluyorlar. Ülke çıkarları karşısında garip ve komik bir tarafsızlığı oynamıyorlar. Bizde ise; bunun tersi geçerli. Demokrasi adına devletle ve onun kurumlarıyla savaşılıyor. Anti devletçi olmak sadece Türkiye’de demokratlık zannediliyor. Bazı aydınlar, “Günlük siyaset dışına çıkılmalı, bilim yapılmalı” diye serzenişte bulunuyorlar. İyi ve doğru da hangi ülkede ve hangi şartlar altında yaşıyoruz? Kaldı ki; ülke gerçeklerinden kopuk, çözüm getirmeye yaramayan bir bilim gerçek bilim sayılabilir mi? Bilim hayatı siyasi ve iktisadi istikrar ve temek mutabakatlar arar. Bunlar yoksa bilim adamının verimi düşebilir. Bilim adamı eğer milli endişeye de sahipse, ilim yapabilmek için, gerekli uygun ortamın yaratılması için mücadele etmek zorunda kalır.