Peygambere Olan Sevginin Tezahürleri

144

Sadi Şirazi şöyle bir hikaye anlatır: Bir avuç toprak aldım. Gül kokuyordu. Sordum ona: Bu senin asli kokun değildir, sen bu kokuyu nereden aldın? Toprak dedi ki: Ben bir gül ağacının altının toprağıyımdım. Gülün kokusu bana sindi. İşte ben bunun için gül kokuyorum.


Kokusunu Kur’an’ın vahiy rahmetinden alan remzi gül olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (sav) yakından tanıma şerefine nail olup, o gülün altında toprak olduğu için gül kokan sahabelerinde Efendimize olan sevginin yansımalarına bakmamız gerekir. Bu bizim Peygamber sevgisinin mahiyetini anlamamız bakımından önem arzeder.


Peygamberin ayağına bir dikenin dahi batmasına razı olmayan sahabe:


Ehabişlerden Adel ve Kare kabileleri İslam’ı öğrenmek için öğretmen istediler. Hz. Peygamber bu iş için 10 kişi görevlendirdi. Mekke yakınlarında bu kişiler geceleyin baskına uğradılar yedisi şehit edildi, diğer üçü Mekke’ye götürülürken yolda birisi daha şehit edildi, ikisi de (Zeyd ve Hubeyb) Mekke’de halkın önünde İslam’dan dönmeye zorlandılar. Bekledikleri sonucu alamayınca ellerindeki mızraklarla, vahşice şehit edildiler.(Algül, Hüseyin, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed, s.88-89).  


Hubeyb b. Adiyy gözü dönmüş, kin ve intikamla köpürüp duran azılı kafirler tarafından idam sehpasına çıkarıldığında, şu soruya muhatap olmuştu:


-“Şu anda senin yerine Muhammed’in idam edilmesini arzu eder miydin?” Cevap kesindi ve tavizsizdi:


-“Hayır, vallahi, benim kurtuluşum pahasına dahi O’nun ayaklarına bir dikenin batmasına razı olamam”. Ve Hubeyb, idam sehpasında verdiği bu cesaret örneğinden sonra ellerini açar:


-“ Ya Rabbi! Buraya gelirken, Senin Habibine veda edemeden geldim, benim selamımı O’na ulaştır” der. Tam o esnada Allah Resulü ashabıyla oturmuş konuşurken, birden bire doğrulur ve :


-“Selam sana ey Hubeyb” der. Yanındakiler ne olduğunu sorunca göz yaşları içinde:


-“Müşrikler Hubeybi şehit ettiler. Son anında bana selam gönderdi ve ben de selamını aldım” buyururlar. (İbn-i Kesir, el-Bidaye, 4/76).


Peygamberi ailesinden ve akrabalarından üstün tutan hanım sahabe


Her inanan insanın gönlüne inşirah salan bir tablo Hz. Sümeyra, Uhud’da Allah Rasulü’nün şehit edildiğini duyunca, soluğu Uhud dağının eteklerinde alır…Orada kendisine,şehit olmuş “baban”, “kocan” ve “ çocukların” denilip naaşları gösterildiğinde, O bunlarla hiç ilgilenmez ve mütemadiyen her yerde Rasulüllah’ı arayarak şöyle mırıldanır:


-“Rasulullah’a ne oldu?”  Bir ara “işte Rasulüllah, şurada denilince, kendini O’nun önünde yere atar ve artık sen (hayatta) olduktan sonra bütün musibetler hafif gelir ya Resulüllah” der.


Peygamberi Tercih Eden Sahabe ( Zeyd b. Harise)


Evlendiği gün Peygamberimiz Efendimiz, babasından miras kalan sadık cariyesi Bereke’yi azat etti; aynı gün Hatice O’na 15 yaşındaki Zeyd’i hediye etti.


Zeyd, Hatice’nin yeğeni Hişamın oğlu Hakim tarafından Ukaz panayırından satın alınmıştı. Halası onu ziyarete geldiğinde, Hakim ona yeni satın aldığı kölelerinden birini seçmesini teklif etti. O da Zeyd’i seçti.


Zeyd’in babası Suriye Irak arasında yerleşik Kelb kabilesine mensubtu; annesi Tayy kabilesindendi. Yıllar önce bir gün annesi Zeyd’i ailesini ziyaret etmek için kendi kabilesine götürüyordu. Kaldıkları köye Beni Kayn kabilesinden bir grup adam saldırdı.Çocuğu kaçırıp köle diye sattılar, Babası Harise ümitsizlik içinde onu ararken, o da Kelb kabilesinden babasına haber gönderecek birisine rastlayamıyordu.


Muhammed’in kölesi olduktan sonra, bir gün kabilesinden bir grup insana Mekke’nin sokaklarında rast geldi. Muhammed’in kölesi olduktan aylar sonra, eğer daha önce onlara rast gelseydi duyguları farklı olurdu. Uzun zamandır böyle bir karşılaşmayı arzu ediyordu. Ancak bir çırpıda ailesine gidemezdi. Kelbli hacıların yanına gitti ve kendisi tanıttı ve şöyle dedi:


“Aileme şu mısraları okuyun. Çünkü uzun zamandır benim için üzüldüklerini biliyorum:


Kendim uzakta olsam da sözlerimi alın
Ve halkıma götürün, Ben şimdi Kutsal Ev’de
Allah’ın  kutsadığı(mübarek kıldığı) yerde yaşıyorum.
Artık şimdiye kadar çektiğiniz sıkıntıları bir kenara bırakın
Beni aratmak için develeri yormayın.
Çünkü ben, Allah’a şükür, bütün silsilesi soylu olan
Büyük ve iyi bir ailenin yanındayım.


Hacılar, bu haberi götürünce Zeydin babası Harise kardeşi Ka’b ile birlikte yola çıktı. Zeyd’i istediği fiyata kendine satmasını Muhammed’den istedi. Muhammed (sav) :


-“Bırakın kendi seçsin, eğer sizi seçerse hiçbir ücret istemeden onu size veririm eğer beni seçerse ben, beni seçen birinin üstünde karar verici değilim”. Daha sonra Zeyd’i yanlarına çağırdı ve bu iki adamı tanıyıp tanımadığını sordu. Zeyd:


-“Bu amcam, bu da babamdır” dedi. Peygamberimiz Efendimiz:


-“Beni tanıyorsun o halde benimle onlar arasında bir seçim yap”. Zeyd zaten seçimi yapmıştı, hemen şöyle dedi:


-“ Senin üstüne başka adam seçecek değilim. Sen bana annem ve babam gibisin”. Zeyd’in baba ve amcası:


-“Ey Zeyd! Köleliği özgürlüğe babana, amcana ve ailene tercih mi ediyorsun?” diye hayretle sordular. Zeyd onlara:


-“Evet öyle çünkü bu adamda öyle şeyler gördüöki, kimseyi ona tercih edemem” dedi.


( Martin Lings, s.70-71).


Hak Almanın Gözleri Yaşartan Hali


Hicretin 11. yılının Sefer ya da Rabiulevvel ayının sonlarıdır. Hüzünlü ve sakin bir rüzgar esmektedir. Hz. Peygamberin zihninde acı hatıralar canlanıyor. Cennet’ü-l Baki’ye gidiyor. Hizmetçisi Ebu Muveyhibe’ye şöyle diyor:


-“ Ey Ebu Muveyhibe, dünya hazinelerini ve ebedi hayat anahtarını daha sonra da Cenneti bana getirdiler, bunlardan birini seçmemi istediler. Ben Rabbime kavuşmayı ve Cenneti seçtim.”  Ebu Muveyhibe çok sıkılıp, ayrılığın yaklaştığını sezip, ağlayarak kesik kesik sesle şöyle dedi:


-“ Anam babam sana feda olsun, dünya serveti, ebedi hayat anahtarını, daha sonra da Cenneti seç!” Efendimiz (sav) dedi ki:


-“ Allah’a and olsun ki, hayır… Ey Ebu Muveyhibe, ben Rabbime kavuşmayı ve Cenneti seçtim.” Daha sonra Baki ehline istiğfar (rahmet) dileyip, geri döndü.


Başındaki ağrı şiddetlenmişti. Hz. Aişe’nin evine girdi. Bir müddet orada kaldıktan sonra, kalkıp eşlerinin evlerine gidip onların her biriyle ayrı ayrı konuştu. Meymune’nin evinde baş ağrısı tekrar arttı. Eşlerini çağırıp,  Aişe’nin evinde yatmak için onlardan izin istedi. Onlar da durumu fark edince izin verdiler. Peygamberimiz başını bir bezle sardığı, Abbas bin Abdulmuttalib ile Ali bin Ebu Talip onun kollarını tuttukları halde, ayaklarını sürükleyerek Ayşe’nin evine girdi. Ağrı daha da şiddetlenmişti. Ateşte yanarcasına vücudunda ateşi yükselmişti. Günler geçiyordu.


Bu günlerden birinde başı sargılı olarak evinden Mescid’deki minbere çıktı ve:


-“Allah kulunu dünya ile kendisine kavuşmak arasında muhayyer kıldı, kulu da ona kavuşmayı tercih etti” buyurdu ve sustu. Halk ondan gözlerini ayıramıyordu.


Burada “kul”dan kastedilenin Peygamberimizin kendisinin olduğunu anlayan Hz Ebu Bekir ;


-“ Anamız babamız sana feda olsun Ya Rasulüllah!” “ Biz canlarımızı ve mallarımızı sana feda ederiz “ diyerek yüksek sesle ağladı ve gözü yaşlı bakışlarını büyük dostunun yüzüne dikti. Peygamberimiz :


-“ Sakin ol Ebu Bekir” dedi ve devamında şunları söyledi:


-“Bu Mescid’e açılan kapılara bakın… Ebu Bekir’in evine açılan kapının dışındakilerin hepsini kapatın” dedi ve Hz Ebu Bekir sustu.


Mescidin havası heyecan ve gam doluydu. Üzüntü, hasret onlara öylesine yük olmuştu ki herkesi susturmuştu.


Günler geçmekteydi. Ateşi giderek yükselmekte idi. O artık halkla vedalaşması gerektiğini düşünüyordu. Bunun için Mescide girdi ve minbere çıkıp şunları söyledi:


-“ Ey insanlar! Ben kendisinden başka bir ilah olmayan Allah’ı sizin karşınızda takdis ediyorum. Sizlerden birisinin benim üzerimde hakkı varsa, işte ben hazırım. Eğer ben birinin sırtını kırbaçladıysam, işte sırtım. Gelsin kırbaçlasın. Bir kimseye küfür ettiysem, gelsin de hakkını alsın ki, ben zorbalık yapan biri değilim. Sizlerden en sevdiğim kimse; hakkı olup da benden alan, ya da bana helal edendir. Böylece Allah’a kavuştuğumda ruhum ferahlık içinde olur. Bir defaya mahsus çağrımın yeterli olmadığını, birkaç defa tekrarlamam gerektiğini görüyorum.”


Minberden indi , öğle namazını kıldı ve ısrarlı bir şekilde:


-“Ey insanlar! Kimin sırtına kırbaç vurmuşsam, işte sırtım. Gelsin kırbaçlasın. Bir kimseye küfür ettiysem, gelsin de hakkını alsın ki, ben zorbalık yapan biri değilim. Sizlerden en sevdiğim kimse; hakkı olup da benden alan, ya da bana helal edendir. Böylece Allah’a kavuştuğumda ruhum ferahlık içinde olur” dedi.


Hz. Muhammed (sav) cevap bekliyor, halk ise utanıyor. Hiçbir göz; böyle hayret verici çehreye bakabilme gücünde değildir. Başlar eğik omuzlar titriyor. Muhammed’in ileri sürdüğü sorunun cevabı çok ağır ve zordur.


Nihayet biri:


-“Ya Rasulüllah, üç dirhemim sendedir!” Birkaç kişi artık dayanamayıp ağlamaya başladı. Adamın parası ödendi. Peygamberimiz, halkın o adamın davranışından dolayı rahatsız olduğunu hissettiğinden şöyle dedi;


-“Ey insanlar! Kimsenin elinde ödünç mal varsa, onu ödemeli ve dünyadaki rüsvaylıktır diye düşünmemelidir.  Çünkü dünya rüsvaylığı ahiret rüsvaylığından daha kolaydır”. 


Orada bulunanlardan biri kalkıp gözlerini Peygamberimizin gözlerine dikerek heyecandan dolayı titrer vaziyette şöyle dedi:


-“Ya Rasülullah, sen bir defa falan savaşta benim sırtıma kırbaç vurdun!”  Mescid’dekiler sustu, kalpler üzüntüren neredeyse parçalacak ve kimse de ne olacağını düşünemiyordu.


Peygamber sakin bir yüzle terden ıslanmış gömleğini kaldırdı. Sırtı gözüküyordu. Hz Peygamber, adama;


-“Gel ve kısas et!” dedi. Adam harekete geçti. Halk üzüntüden başlarını dizlerine kapamıştı. Halk başını kaldırınca adamın çılgınlar gibi Peygamber’in çıplak sırt ve göğsünü kısas yerine öptüğünü gördü. Göz yaşları dalgaları her tarafı kapladı. Aşk ve şevk Mescid’in atmosferini değiştirdi.( Ali Şeriati, Muhammed Kimdir, 4. Baskı, Fecr, Ankara 1996, s. 347-352).


Hz. Peygamberi sevmek onun ahlakını sevmek, onun kendisiyle gönderildiği Kur’an’ı sevmek, O’nu peygamberlikle vazifelendiren Allah’ı sevmek, O’nun gibi hayatı anlamak ve yaşamaktır. Bizim insanları sevmemizi ve sevmememizi gerektiren nedenler vardır. Peygamberimizi sevmenin nedenlerinden en önemlisi yüce bir ahlaka sahib olmasıdır. O’nun yüksek ahlaki erdemlere sahip olması ve bunları davranışlarıyla ortaya koyması etrafındaki ashabını, daha sonraki nesilleri kendisine hayran bırakmıştır.  Bundan dolayı müminler canlarını ve mallarını, Peygamberin şahsında toplanan yüce ideallarin, insanlığın yararına gerçekleşmesi için seve seve sarf etmişlerdir.