Türkiye ısrarla istikrarsızlaştırılıyor ve mümkün olduğu kadar kamplaştırılmaya çalışılıyor. İki süper gücün çatıştığı soğuk harp döneminde işimiz oldukça kolaydı. Ama bugün böyle değil. Bir dönem Sovyetlerin ihraç ettiği, en azından sahiplendiği, bazen de Batılı ülkelerin pazarlık gücünü arttırmak için desteklediği komünist hareketler yer değiştirdi. Şimdi hedef İslam ve önü açılmış milli devletler… Böyle olunca Türkiye de bundan nasibini alıyor. İstikrarsızlaştırma ve kamplaştırma ve kamplaştırarak çatıştırma ülke aleyhine olduğuna göre; bu durum, aslında iktidarın da, muhalefetin de, dışarının emrine girmemiş herkesin aleyhinedir. Nedense bazılarına göre istikrar ve gelişme Sevr şartlarına göre Türkiye’yi uydurmaktır. Bu artık paranoya falan değil… Yeter ki iktidar bu oyuna gelmesin. Siyasi rakipleri alt edebilmek için dış destek aranmamalıdır. Siyasi meşruiyeti ve iktidarı sürdürmeyi dış destekte aradığınızı belli ederseniz; bunun faturasını da size ödetirler. Türkiye’de demokrasiyi ve milli devletin kuruluş felsefesini tartışılır hale getirdik. Bu, bu ülkeyi bize emanet bırakanlara ihanettir. Demokrasiyi tartışırken; Cumhuriyetsiz, milli devletsiz ve milli kimliksiz, çokkültürlü, federal bir anlayıştan hareket ediyoruz. İktidarın bu yöne yüzünü çevirmesi tehlikeli bir gidiştir. Bazı çevrelerden ve bazı kurumlardan hesaplaşma veya rövanş alma içgüdüsü, bizi onarılmaz yanlışlara itmemelidir. Yarın bugünleri de aramayalım.
Devlet Bakanı M. Şimşek, New York’ta Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nda yaptığı bir konuşmada, Türkiye’de “savaş”tan, çokdinli ve çokkültürlü mozaik olduğumuzdan bahsediyor. ABD’de küreselleşmeye karşı çıkanları ABD’ye şikayet ediyor. Türkiye’de savaş ve güçler kavgası küreselleşmeyi anlamayan fark etmeyen milliyetçilerle küreselciler arasında olduğunu söylüyor. Aslında çok doğru bir teşhis… Keşke, küreselleşme adil, anlamlı ve rekabetçi yürütülebilse… Küresel ekonomik ve siyasal istilalara yol açmasa… Çizilen pembe tablolar ve romantik tanımlar küreselleşmenin işleyişine uymuyor. Aslında kimse Türkiye’nin dışarıya kapanmasından yana değil… Demek ki teslimiyetçilerin önündeki en büyük engel milliyetçilermiş. Bundan dolayı milliyetçiler mukayese dahi edilmeyecek örneklerle isimlendirilmeye çalışılıyor: Laik, Baascı ulusalcılar… Öyle görünüyor ki; siyasal iktidara biat etmeyenler ister milliyetçi, ister ulusalcı kim olursa olsun çete tanımına sokulmaya çalışılıyor. Bu çeteye sözde isim veren kişinin bir dönem STV de program yapan ılımlı bir Müslüman, bugün ise Kanada’da hahamlığı tercih eden bir kişi oluşu enteresan. Demek ki tezgah ve diyalog böyle hazırlanmış. Bir İtalyan Gazetesinin Müslüman bir yetkilisinin Katolik olması karşısında Papalığın açıklaması de enteresan: Dün karşımızda idi; bugün yanımızda…
Türkiye’nin iç meseleleri yabancı ülke siyasetçilerinin ve AB yetkililerinin malzemesi oldu. Dün Hrant Dink, Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi davalara açıkça burunlarını sokanlar, bugün parti kapatma konusuyla meşguller. Küstahça, alçakça ve saygısızca yapılan müdahaleler yargı üzerindeki baskılar, milli bağımsızlıkla örtüşebiliyor mu? Ancak “görevimizi yapıyoruz” diyen Sayın Adalet Bakanı bunlara cevap veremiyor. Bunlara cevap Yargıtay Başsavcısından mı, Hukuk Fakültesi Dekanlarından mı, yoksa Genel Kurmay Başkanından mı gelmeli?
Hakim ve Savcılar Kanunu değişmediği ve teminat sağlanmadığı sürece; yargı siyasi baskı altında kalabilir. Basın ve yürütme yargıyı yönlendirebilir. Somut örnekleri yaşadık ve yaşıyoruz. Hukuk devleti, parti devleti değildir. Tenkit ettiğimiz CHP’nin tek parti dönemindeki otoriter ve totaliter tutumuna özenilmemelidir. Yargı, fikir ve düşünce hürriyeti rahat bırakılmalıdır. Bastırma, sindirme ve tepkiyi yok etme hangi ciddi demokraside var? İçeri alınanların şahısları değil; göz altına alındıkları önemlidir. Hukuk objektiftir. Basın, kişilere göre tavır alabiliyorsa; bu eski ezber ve hukuk devleti anlayışının kavranmamasındandır. Malûm operasyon dolayısıyla içeri alma yeni değildir.
Türkiye’deki gelişmeleri basitleştirerek CHP-AKP çatışmasını dünün CHP-DP kamplaşmasının devamı gibi görmek en büyük yanlıştır. Türkiye’deki mücadele, Devlet Bakanı M. Şimşek’in New York’ta söylediği gibidir.
Dış yönlendirme ve tahriklerden uzak duralım. Toplumu gerici ve çatışmacı üsluplardan uzaklaşalım. Sorunlarımızı içerde hukuk devleti içinde çözelim. % 46 rey aldıktan sonra, dış desteklerden medet ummayalım. Demokrasiyi elbirliği ile tahrip edip demokratız diye ortaya çıkmayalım.
Ne olduğu bir türlü ortaya konamamış hayali bir Ergenekon masallarıyla, çete iddialarıyla uğraştık durduk. En önemli fikir tartışmamız türban ve laik-antilaik maçı üzerine oldu. Oysa, Kıbrıs’tan Türk askerinin çıkarılması, birleştirilmiş Kıbrıs tezgahı, Cumhuriyetsiz ve Milli Kimliksiz Anayasa taslakları, Vakıflar Yasası, Petrol Yasası, Hayali AB üyeliği yerine, bize yer gösterilen Akdeniz Birliği, TCK 301. Maddeye yapılan saldırılar, devletin ve halkın borçlandırılması, ekonomik kriz, garip özelleştirmeler, yabancılara toprak satışları, Patrikhanenin meydan okuması, Avrupa’da vatandaşlarımıza yapılan ırkçı ve Hıristiyan köktendinci saldırılar, Ermeni iddiaları, Türkiye-ABD ilişkileri, Irak’ın geleceği, Afganistan’a ilave asker gönderilmesi gibi konular asıl gündem konuları olmalıydı.