http://www.filmhafizasi.com/sinema-odalari/kisa-tesadufler/dimensions-dialogue-1983/
Dimensions of Dialogue (1983)
Sinemada sürrealizm deyince akla gelen ilk isimlerden olan Çek yönetmen Jan Swankmajer imzalı, Berlin Film Festivali’nden en iyi kısa film ödüllü, orijinal adıyla Moznosti Dialogu, iletişim boyutlarını gerçek üstü bir düzlemde tanımlıyor. Üç farklı iletişim türünün anlatıldığı stop – motion tekniğiyle çekilen filmde Jan Swankmajer çeşitli aletler ve mevye – sebzelerden yaptığı kafalarla, kendine has kilden insanlarıyla imgeleri yorumlamayı kişilerin kendi fantezi dünyasına bıraksa da, tarih boyunca olduğu gibi bırakın toplumları sadece iki insanın gerçek iletişiminin bile ne kadar zor, hatta imkânsız olduğunu gözler önüne seriyor.
Özgün adı Dimensions of Dialogue Diyalog boyutları (Çek: Možnosti dialogu) Jan Svankmajer yönettiği, 1982 Çekoslovak animasyon kısa film. Bu 14 dakika uzunluğunda ve stop motion ile oluşturulur.
Birinci bölümde Giuseppe Arcimboldo tablolarından fırlamış agricultural, endüstriyel ve entelektüel 3 yaratık bir birlerini çiğneyip tükürerek homosapiensleri meydana getiriyor. Aradaki kültürel çekişme, alış veriş bittikten ve “global insan” yaratıldıktan sonra geriye hiçbir çatışma kalmıyor ve homosapiensler kendilerini kopyalamaya başlıyorlar.
Filmin il başlangıcını teşkil eden her fragmanda nesnelerin birbirine girerek sonunda bir kaos şeklini alması, her insanın algısı ile ilgili olduğunu düşündürür. Mesela, kimi nesneyi (Kalem) bir ölçü (mezüre) olarak algılarken, bir diğer aynı veya bir başka nesneyi (msl. kitabı) bir bıçak ölçüsü olarak algılamakta ve bu algıya göre eşyayı şekillendirmeye çalışmaktadır. Filmin ilk bölümünün ikinci yarısında, ilk kaosun devamı olarak ortaya çıkan metal ve diğer nesnelerin kompozesindeki insan figürü (büst/metal insanlar) yine bir şey düşünmekte ve yine bir algı çabası peşinde karşısındakini kendi düşüncesine göre şekillendirme/veya oluşturmaya çalışmaktadır.
İkinci bölüm, kadın erkek ilişkilerinde tarafların çıkarlarına uygun olmayan, beklenmeyen ve istenmeyen bir durumun bireylerdeki bencilliği nasıl ortaya çıkardığı ve bir birlerini nasıl tükettiklerini anlatıyor. Başlangıçta beden dili de dâhil karşı cinsler arası diyalog kurulmaktadır. Fakat beden dilinin sonucunda ortaya çıkan yahut sözel dilin sonundaki ürün tartışma, kavga ve biri birini yok edişe gitmektedir.
Üçüncü bölümde ise karşılıklı çıkarların uyum içinde gittikten bir süre sonra çatışmaya başlayacağı ve birbirini tamamlayan nesnelerin aynı zamanda bir birini yok da edebileceğini anlatan bir endüstriyalizm yahut kapitalizm eleştirisi gibi görülmektedir. Heykel çamuruyla daha da somutlaşan fragmanla, durum biraz daha netleşmekte; iki kişi (iki heykel çamur büst) de bir şeyler kurgulamakta ve bu kurguya uygun olarak karşısındakine algılama/biçim verme çabası harcamaktadır.
Sonuç olarak, her kimse düşüncenin eseri olan bir “algı” ve bir “kurgu” olarak karşısındakini kendisi gibi/veya benzerini yaratma peşindedir. Ancak, (ne konuştuklarını veya konuşup konuşmadıklarından emin değiliz) seslere dökülmüş bir “dil”den ziyade ortak anlamlı bir dilden mahrum oldukları için ortak bir “kurguda” mutabakat sağlama hususundan mahrum görünüyorlar. Ve tabii olarak her kişi nihai olarak ne karşısındakini kendine, ne de kendini karşısındakini benzetemediğinden ezeli yalnızlığı ve anlaşmazlığı ile baş başa kalacaktır. Buradaki anlaşamamanın sebebi, salt bir konuşma olsa bile (konuştuklarını varsaydığımız takdirde) kelimelere yüklenen anlamın her kişi için farklı kurgu ve algılar içerdiğidir. Dialogta bu bölümde her şey yolunda giderken birden robotlaşmaşmış insanlar taklit ile iletişimi kurabileceklerini sanmaktadırlar. Fakat sonuç felaket olmakta ve insanlar bir birini yok etmektedirler.
Filmle ilgili ikinci dereceden kayda değer husus ise, zayıf bir değerlendirme olmakla birlikte, filimin başlangıcındaki olağanüstü kaostan tedrici olarak ikinci aşamada metal büst/insana, üçüncü aşamada ise, daha yumuşak ve şekil verilebilir çamura geçiş, insanın zaman içinde geçirmekte olduğu tekamülü işaret etmiş olabilir? İnsanlık belki dördüncü veya takib eden ileri safhalarda daha da kemale erişerek, ortak bir mutabakat zemini bulabilecektir.
Mevzuya bir “dünya görüşü” açısından (Doğucu) baktığımız takdirde ise, filmin batılı bir sanayi toplumunda hazırlandığı dikkate alındığında, metalik yahut benzeri nesneleri bir yana koysak bile, Hristiyan inancının temel doktrinini teşkil eden Tanrı ile ezeli kavganın taraflarından biri olan Batılı insanın veya toplumunun, bu kavgayı kendi dünyasında da devam ettirip, ebedi barıştan mahrum olduğunu göstermektedir. Zira, Hristiyan öğretisine göre insan bu dünyaya günahkâr, yani suçlu alarak gelmiştir. Doğu dinlerinin şekillendirdiği dinlerde malumumuz olduğu üzere bu tür bir suçluluk duygusu olmadığı gibi, eşyayı veya insanı (yaratılanların hepsi) değiştirme veya kendine benzetme söz konusu değildir. Her şey olduğu/yaratıldığı gibi kabul edilir. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, (Batılı) Kartezyen düşünce ile tefekkür dünyası (Doğu) arasındaki keskin çelişkiyi de göstermektedir.