İKİNCİ BÖLÜM
Oğuz Çetinoğlu: Röportajın birinci bölümünde problemler ortaya konuldu. Çözüm tekliflerini konuşabilir miyiz Hocam?
Dr. Sezgin: Fiîlî durum ve tarîkatla siyâsî partiler arasındaki gayri resmî ilişkiler ve etkileşim sebebiyle tarîkatlara ilişkin yasağın uygulanamadığı ve uygulanamaz durumda olduğunda şüphe yoktur.
Çözüm, türdeşlerin tamamını içine alan, âdil, objektif ve kamu düzenine zarar vermeyecek, aksine güçlendirecek biçimde olmalıdır.
Türdeşleri içinden sâdece birinin cımbızla çekilip alınarak, sâdece buna hak, özgürlük veya serbestlik verilmesi, anayasanın 10. Maddesinde ifâdesini bulan, ‘hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz’ kuralına aykırı olacaktır. Kaldı ki, aynı maddeye göre, ‘Devlet organları ve idâre makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek mecbûriyetindedir’.
Çözüm düşünülürken bu hüküm göz önünde bulundurulmalıdır.
İlmî olarak, 1925 yılında tarîkatların yasaklanması ne kadar lüzumlu ve doğru idiyse, şimdi aynı gerekçelerle bunları devletin gözetim ve denetimine alarak, siyâset dışı bir alanda serbest hâle getirmek o kadar zaruri ve gerekli hâle gelmiştir.
Mevcut durumda sosyal, kültürel, sosyo-kültürel hayat ile dinî hayat ve laikliği illegal tarîkatların ve tarîkatçıların baskısından, başka türlü kurtarma imkânı da kalmamış görünmektedir.
Tarîkat kaynaklı zaman zaman medyada görülen ve millet vicdanını rahatsız eden görüntülerden ayrı olarak, çıkması muhtemel sosyal çatışmalar, bölünme tehditleri kamu düzeni ve sosyal barışı ciddî şekilde tehdit edecek potansiyel bir yapı ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Burada bahsedeceğimiz hukuki tedbirler aynı zamanda sosyolojik zarurî bir sonuç olarak değerlendirilmektedir.
Tarîkatların tehdidi altında olduğunda şüphe bulunmayan laikliğin, gerçekten uygulanabilir hâle getirilmesi de, tarîkatların siyâset dışı alana çekilmesiyle mümkün olacaktır.
Başlangıcından itibaren İslâm (Müslümanlık)ın devleti ele geçirme gibi bir amacının olmadığı topluma yeteri kadar anlatılmamış ve laiklik kelimesinin yabancı kökenli oluşu sebebiyle halk tarafından yeteri kadar anlaşılmamış olması zihin karışıklığına sebep olmuştur.
Çetinoğlu: Azerbaycan’da görev yaptınız orada durum nasıldı?
Dr. Sezgin: Din açısından devlet kavramı Azerbaycan Türkçesinde üç gurupta tasnif edilmektedir:
1-Dinî Devlet: Din kuralları ile yönetilen devlet, Vatikan devleti örneği.
2-Dünyevî Devlet: Dünyevî kurallarla (sosyal, kültürel veya ihtiyaçlara göre dünyevî kurallarla yönetilen) devlet Türkiye ve Azerbaycan örneği.
3-Ateist Devlet. Eski Sovyetler Birliği.
Bu tanımlamada yanlış ve zihin karışıklığına ihtimal bırakılmamıştır.
Eskiden tarîkatların yasak olduğu ülke olarak Sovyetler Birliği, Suudi Arabistan ve Türkiye sayılırdı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra eski Sovyet bölgesinde bu yasağın uygulandığı ülke kalmadığı gibi, ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra da Suudi Arabistan’da da yasak kalkmış görünmektedir. Türkiye tarîkat yasağı bulunan tek ülke durumunda kalmıştır.
Bütün dinlerde farklı mezhep ve tarîkatlar vardır ve devletlerin gözetim, denetim ve/ya koruması altında faaliyetlerine devam etmektedirler.
Şu anda ise, hemen hemen her mahallede birbirinden farklı birkaç tarîkat ve bu tarîkatlara bağlı vatandaşlarımızın bulunduğu bilinmektedir. Ancak bunlar, resmen tarîkat olarak görünmediği, çoğunlukla dernek, vakıf, hatta şirket görümü altında ve çoğunlukla da sivil toplum örgütü görünümü ile faaliyet yapmakta ve itibar görmektedir. Yani hukuken kapalı, fiilen açık bir hayat…
Çetinoğlu: Diyânet İşleri Başkanlığı neler yapmalıdır?
Dr. Sezgin: ‘Diyânet İşleri Başkanlığı neler yapmalıdır’dan önceki soru, ‘niçin Diyânet İşleri Başkanlığı?’ sorusudur.
Devlet bir takım strüktürlerin toplamından ibâret bir organizasyondur. Bu organizasyonda yetki ve sorumluluklar strüktürleri arasında belli sınırlarla ayrılmıştır.
Bu noktadan bakıldığında dinle ilgili konularda devletimizin temel (ana) organı Diyânet İşleri Başkanlığı’dır.
Alevîlik konusu da öncelikle dinle ilgili bir konudur. Bu sebeple de sorunun ana merkezi Diyânet İşleri Başkanlığı’dır.
Ülkemiz laikliği kabul etmiş ve hazmetmiş bir ülkedir. Anayasanın 136. Maddesine göre de Diyânet İşleri Başkanlığı’nın bulunduğu alan aynı zamanda siyâset dışı alandır.
Bu iki özellik sebebiyle Alevîlik konusu doğrudan Diyânet İşleri başkanlığı ile ilgili olmalıdır.
Çetinoğlu: Sizce Türkiye’de Diyânet İşleri Başkanlığı siyâset dışı mı?
Dr. Sezgin: Îtiraf etmeliyiz ki, başında Bakan veya başbakan bulunan din kurumu gerçek anlamda siyâset dışı bir kurum değildir; bunun olması da mümkün görülmemektedir.
Çetinoğlu: Bu noktada tıkanıp kalmadık herhalde…
Dr. Sezgin: Bizim 1998 yılından itibaren yazdığımız yazılarda bu konuda önerdiğimiz YÜKSEK DİN KURUMU formülü dışında da başka öneri bulunmamaktadır.
Çetinoğlu: Teklifinizi / tavsiyenizi lütfeder misiniz?
Dr. Sezgin: Bize göre Yüksek Din Kurumu ‘Yeni Anayasa’da yer almalı ve Diyânet hiçbir siyâsî merciye bağlı olmaksızın bu kuruma bağlanmalıdır.
Çetinoğlu: Yüksek Din Kurumu nasıl teşkil edilecek?
Dr. Sezgin: Doktora yapmış ve kırk yaşını tamamlamış on iki kişiden oluşabilir. Türkiye’nin din politikalarını tespit, dinle ilgili milletlerarası ilişkileri düzenleme, Diyânet İşleri Başkanlığı hizmetlerini denetleme, Bakan veya başbakan yardımcısının yaptığı diğer işleri yerine getirme ve Başkalık makamının boşalması durumunda, hükümete üç başkan adayı önerme gibi işleri yapmalıdır.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Anayasa meselesi?
Dr. Sezgin: Bu konu, yeni anayasada da şu şekilde yer alabilir: ‘Genel idâre içinde, kamu tüzelkişiliğine sâhip Yüksek Din Kurumuna bağlı Diyânet İşleri Başkanlığı, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir’.
Diyânet İşleri Başkanlığı’nın ilk ve öncelikle yapacağı kendi personeli arasındaki görüş farklarını gidermeye yönelik faaliyetler olmalıdır. Bunun yapılacağı yer, 633 sayılı kanunda son yapılan değişiklikle yetkileri sınırlandırılmış olmasına rağmen, Din İşleri Yüksek Kurulu’dur.
Din İşleri Yüksek Kurulu kendi içinde yapacağı ilmî toplantılarla, kendi içinde bir görüş birliği sağladıktan sonra, kurum içi çalışmalarla bu faaliyet devam etmelidir.
Kurum içi çalışmalar devam ederken, Diyânet İşleri Başkanlığı anılan kuruldaki çalışmalara devletin güvenlik ve istihbarat kurumlarının ilgili ve yetkilileriyle birlikte yapacağı toplantıların hazırlıklarını da yapmalıdır.
Bu ilgili kurumlarla birlikte yapılacak toplantılar sonuçlanıncaya kadar çalışmalar basına kapalı olmalıdır.
Basınla paylaşılması, halkın yaygın bilgilendirilmesi ilgili kurumlarla yapılacak toplantılarda tespit edilecek usul ve esaslar çerçevesinde yapılmalıdır.
Bu basına kapalı çalışmalarda hangi kanunlarda nasıl değişiklikler yapılması gerektiği, geçiş döneminde uygulanacak esaslar ve asıl çözüm uygulamalarının hayata geçirileceği dönemler en ince noktalarına kadar planlanmalı, boşluk bırakılmamalıdır.
Yapılacak şey, tarîkatları Diyânet’in tâbi olduğu siyâset dışı alana çekerek, devletin gözetim ve denetimi altında serbest yaygın dinî eğitim kurumu olarak kabul etmektir.
Bu husus gerçekleştirilirken, getirilen serbestliğe rağmen izinsiz tarîkatçılık yapanlara ilişkin ceza caydıracak kadar artırılmalıdır.
Tekke, Dergâh (Cem Evi), Zaviye ve câmi ve mescitler, 3 Mart 1924 târih ve 429 sayılı kanunda olduğu gibi Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından yönetilmeli; Çelebi, Dedebaba ve Şeyhlerin atama, nakil ve/ya görevden alınmaları Diyânet işleri Başkanlığınca yapılmalıdır.
Kapatılan mekânlardan kamuya ait binalar eski mâliklerine Tekke, Zâviye, Dergâh olarak iade edilmeli; meselâ müze olan Hacı Bektaş Veli Dergâhı yasak öncesi olduğu şekilde mütevellisi (Çelebi) eliyle, hizmetleri de Dedebaba tarafından yönetilmelidir.
Bunu yapmak için 677 sayılı kanunda gerçekleştirilecek değişiklikle birlikte Diyânet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğüne bir Tarîkatlar Dairesi Başkanlığı eklenmelidir.
Ayrıca, tarîkatlarla ilgili 677 sayılı kanunda yapılacak değişikliklerle siyâset yasağının kalkması hemen devreye girmekle beraber, serbestliğin nasıl uygulanacağı, bu konuda tüzük ve/ya diğer yönetmeliklerin hazırlanması, tarîkatlarla ilgili taleplerin, şeyh olmak isteyenlerin mevcut bilgi ve belgelerinin derlenmesi, gerektiğinde bunlara verilecek eğitimlerin muhtevâsı, şekli, metodu gibi hususların tespiti ve benzeri işler için üç yıldan fazla olmamak üzere bir geçiş dönemine ihtiyaç olacaktır.
(Gerektiğinde bu süre Bakanlar Kurulu veya idâre tarafından bir yıl süreyle uzatılabilmelidir, bu uzatma iki defadan fazla da yapılmamalıdır).
Her tarîkatın farklı kollarının birinci adamları veya vekillerinin katılacağı bir ‘Şeyhler Kurulu’ yönetmelik ve benzeri idârî hazırlıkların taslaklarını incelemeli, uygulamaya yönelik hükümlerde idâreye yardımcı olmalıdır.
Böyle bir yapı hem Diyânet’e güç katacak, hem alınacak kararların uygulanmasında ciddî kolaylıklar sağlayacaktır.
Çetinoğlu. Sistemin sağlayacağı faydalar hakkında neler söylemek istersiniz?
Dr. Sezgin: Katılımcı bir anlayışla oluşturulacak bir heyet tarîkatlar arası çatışmaları asgariye indireceği gibi, demokrasi ve öz yönetim açısından böyle bir kurul yararlı olacaktır.
Bu çözüm, millî devlete, Cumhuriyete ve Atatürkçü düşünceye de, ekonomiye de, kalkınmaya da, ülkenin dünya devleti olmasına da güç katacak, çevre ülkelerindeki aleyhte faaliyetleri sona erdireceği gibi, onları bize bağlı hale de getirecektir.
677 sayılı kanunda yapılacak bu değişiklikte, falcılık, büyücülük, gaibden haber vermenin yasaklığı korunmalı, yasağa rağmen bu işleri yapacak olanları caydıracak biçimde cezalar artırılmalıdır.
Siyâsî faaliyette bulundukları yapılacak soruşturma ile tespit edilen Şeyh, Baba, Dede, Halifebaba, Çelebi, Dedebaba, vs.nin icâzetlerinin iptal edileceği ve yerlerine yenilerinin atanacağı kanunda yer almalıdır.
Dergâhlar, sâhiplerine iade edilmeden yapılacak her iş yanlış olacaktır. Bu husus unutulmamalı.
Çetinoğlu: Zaman ayırdınız, okuyucularımızı ve ilgilileri bilgilendirdiniz. Çok teşekkür ederim.
*stürüktür: Yapı
(DEVAM EDECEK)