Hamidiye Su, Atatürk Bulvar, Başkan Belediye

282

Geçen yazılarımdan birinde, “Ulus devlet sözünü sevmiyorum, Türkçe değil.” demiş ve “Millet devleti” diye devam etmiştim. Okuyucularımın bu karara birkaç yorumu oldu. Fakat hepsi de millet mi Türkçe, ulus mu Türkçe üzerineydi.

Sevgili dostlar, bir kelimeyi Türkler kullanıyorsa, konuşma dilimizde ve hele yazı dilimizde o kelime varsa, o kelime Türkçedir. Bu benim anlayışım. Galiba biz hâriç bütün dünyanın anlayışı da bu. Kelimelerin ırkları, yani etimolojisi beni ancak hoşluğundan ötürü ilgilendiriyor. Bir kavramın Türkçesi varsa ve “maruf” ise, yani bilinense, yaygınsa, gayet tabii onu kullanırım. Fakat yoksa, DNA’sı yabancı da olsa, yine maruf olmak kaydıyla o kelimeyi kullanırım. Oturmamış, yaygınlaşmamış uydurmacaları ise hiç kullanmam. Niçin mi? Çünkü okuyucularım yazdığımı anlasın istiyorum. 

Artık kulağımıza batmıyor

Bakınız, galiba bunu daha önce de yazdım: İngilizce bugün dünyanın en zengin ve en çok kullanılan dillerinden biri. Günümüzün Lingua Franca’sı. Bir zamanların Fransızcası gibi, bir zamanların Latincesi gibi ve bizim kültür çevremizde bir zamanların Arapçası gibi. İngilizcedeki yabancı kökenli kelimelerin yüzdesi nedir dersiniz? Sevdiğim, ilgiyle okuduğum bir dil bilimci, McWhorter, Babilin Gücü kitabında olmalı, bu sorunun cevabını aramış ve cevaplamak için bakın ne yapmış: İngilizcenin en büyük sözlüğü Oxford Sözlüğü. Son baktığımda dört kocaman ciltti. Sözlük, kelimelerin etimolojisini de veriyor. McWhorter, bu ciltlerde etimolojik bakımdan da İngilizce olan kelimeleri saymış. (Saymış dediğime bakmayın, sözlüğün bilgisayar ortamındaki kopyasından saydırıvermiştir.) Sonuç: Oxford sözlüğündeki “öz İngilizce” kelimelerin oranı %1’in altında. Yazıyla: Yüzde bir’in altında! Fakat bu yüzde bir, günlük konuşmadaki kullanımın yüzde yetmişini buluyormuş. McWhorter’in Şahane Piç Dilimiz (Our Magnificent Bastard Tongue)  başlıklı başka bir de kitabı var. 

Biz ise dili tartışırken nedense hep kelimelerin ırkını tartışıyoruz. Fakat dilimizin yapısını bozan, vahim hataları görmezden geliyoruz. İrkilmek gerekirken artık yanlışı duymuyoruz bile. Türkçe şuur altımızı kaybetmişiz.

Erkek kazma kadın kürek

Benim “ulus devlet”ten hoşlanmamamın sebebi, Türkçede isim tamlamasının böyle yapılmayacağı. “Millet devleti” Türkçenin yapısına uygundur. Gerçi “ulus devleti” de uygundur ama ben birinciyi tercih ediyorum. 

Okuyucu yorumları üzerine bunları yazayım dedim ama araya başka konular girdi. Vazgeçmek üzereydim. Üstelik daha önce de bunları yazmıştım. Fakat birden ortaya Hamidiye Su çıkmaz mı? Allah rızası için hiç mi kulaklarınızı tırmalamıyor. Artık İngilizce gramere alıştık da batmıyor mu? Yok Abdülhamit Han’ın ismi imiş, yok değilmiş. Sultan Abdülhamit bizi sopayla kovalardı. Çünkü o henüz yabancı gramerleri tabii karşılayacak ölçüde dejenere olmamıştı. 

Hamidiye Su. Belki “Su Hamidiye” desek daha da Fransızca mı, İngilizce mi, Arapça mı olur? Kanal İstanbul gibi. 

Normal şartlarda “Hamidiye Su”yu duyunca ciddî rahatsızlık hissetmeniz lazım. Demek hissedilmiyor. Sokak isimlerindeki tamlama ekinin de yok olmasının artık batmaması gibi. Kedi Seven Sokak. Eskiden Kadı Köyü, Galata Sarayı denirdi. Onlara alıştık. Hatta “erkek ayakkabı”, “kadın pantolon” gibi eşyaya cinsiyet izafe eden tamlamalara da? Anlaşılmıyorsam: Erkek ayakkabısı olur. Kadın pantolonu… Yoksa ayakkabı ve pantolonun cinsiyeti yoktur. Onları giyenlerin cinsiyeti vardı. Ayakkabı ve pantolon eşyadır, tıpkı kazma ve kürek gibi. “Erkek kazma”, “kadın kürek” olur mu?

Bu yazıyı okuyuş yapıyorsunuz

Nedense henüz cadde isimlerin bu tahribat bulaşmadı. Henüz Atatürk Bulvar, Ordu Cadde denmiyor ama yakındır. Bulvar Atatürk’e, Cadde Ordu’ya ne dersiniz? Su Hamidiye’nin yanına yakışır. 

Kötü, yanlış Türkçelere bakıyorum. Çoğunun falsosu eklerde. Gerek tamlamalarda, gerekse fiil çekimlerinde insanımızın eklerle problemi var. Sanki kelime köklerini yan yana sıralayıp sonra bunların karşısına geçip düşünüyorlar: Şimdi bunlardan nasıl cümle yapayım? Ve kafalarında Türkçe’nin yapısı değil, İngilizceninki var. İngilizcede, bütün Hint-Avrupa dillerinde kelimeler ek alarak değil, ön kelimeciklerle, yardımcı fiillerle cümle olur. Türkçe bu bakımdan onlardan ayrılır ve daha yoğundur. “Gidiyorum.” der ve işi bitiririz. “I am going.” gibi üç kelime bir de yardımcı fiil (am- olmak fiili) kullanmayız. Şimdi bakıyorum, vapurlarımız ve trenlerimiz kalkmıyor. “Kalkış yapıyor.” Masaya oturmuyorlar, “oturmuş oluyor”lar. Belki de “oturuş yapıyor”lar. Görüşmüyorlar, “görüşme gerçekleştiriyor”lar. 

Ve Su Hamidiye; Hamidiye Su! 

Pek yakında bunları “Hamidiyesel Su”, “Ordusal Cadde” falan yaparız. 

Benim James McWhorter’in bir uzmanlık dalı da sömürge dilleri. Kreoller ve pidginler. Fakat bu iki yol dışında kolonileşen dillerle ilgili tespitleri de var. Yabancı ve güçlü kültürlerin etkisine giren dillerin gramerleri basitleşiyormuş. Bizim eklerimizi, çekimlerimizi kaybetmemiz gibi. 

FacebookTwitterWhatsAppMessenger