“Dünya, Ruh diye tanımlanan varlıkların eğitim ve bu sırada başarılı olacakların seçileceği bir okul binası, insan denilen vücut da, bu okulda Ruh’un giymek zorunda olduğu birer üniforma, elbise, kullandığı bir araç demektir. Bu üniforma, Dünya’nın temel ana maddesi olan toprak ile aynı organik (doğal), inorganik (doğal olmayan) ve kimyasal maddelerden yapılmış ve Dünya malı olandır. Dolayısıyla da vücut, Ruh’un eğitiminin malzemesidir sadece.
“Eğitim okulu olan Dünya’nın öğrencisi olan Ruh’un mezun olabilmesi için ‘Nefs Dersleri’nden başarılı olması gerekmektedir. Yani olumlu nefslerini ‘Sıratan müstakiym’ diye tanımlandığı üzere ‘Orta düzeyde’ yaşaması, inkâr etme demek olan ‘Tefrit’ etmemesi ve aşırı kullanmaması, diğer bir ifade ile ‘İfrat’ aşamasında uygulamaması, olumsuz nefsleri ise, tamamen öldürmek üzere, güçlü bir iradeye ulaşması beklenmektedir.” (Prof. Dr. Gazi Özdemir)
x
“Lezzetin zevali (yokluğu) elem, elemin zevali (yokluğu) lezzet doğurur.”
x
Oturup düşünürken, hayâlen geçmişe dalıyorum. Görünmez, bilinmez, el değmez bir vasıta / araç ile hem mâziye / geçmişe geçiyor. Hem geleceğe kanat açıyorum. Ama nasıl bilemiyorum! Sadece istiyor, arzuluyor, görmek istiyorum o kadar. Birden önümdeki perdeler aralanıyor. Kalkıyor aradan. İsteğim yerine getiriliyor durmadan. Ben istiyor Yüce Allah yaratıyor. Sanki Ulu Allah -hâşâ- emrimde! “İste, arzu et, emrtet ya kulum!” diyor. Velhâsıl sözümü iki ettirmiyor. Tabii -zamanı gelince- hesap sormak üzere, yaratmakta gecikmiyor! Çünkü:
İstemek kuldan, yaratmak Allah’tan
İyi olsun kötü olsun yaratıyor Allah
Yazdığına karışılmadığı gibi talebenin
Dünya sınavında karışmıyor, Allah da kuluna
Yaptıklarını ise, Ceza Günü’nde koyacak önüne
Somutlaşmış ya Cennet veya Cehennem diye
x
Meşhur Selimiye Camii’ne “Taş yığınıdır!” diyebilir ve o gözle bakabilir miyiz?
Zerre ve atomlardan meydana gelen nebatâta / bitkilere, hayvanlara ve insanlara;
“Atom yığınlarından ibarettir!” diyebilir ve o gözle nazar edebilir miyiz?
Tabii ki, hayır.
Taşları; onları kullanan işçi, usta, ve mimarlarla irtibatlandırıp;
Mevcûdâtı ve mahlûkatı;
Zerre ve atomları kullanan Yüce Yaratıcı’ya vermek gerek.
x
“Doğrudan doğruya aradığımızı aradığımızdan sormalıyız.
Her şeyi gösteren Güneş’i, Güneş’ten sormak (gibi).
(Çünkü) her şeyi gösteren, kendini her şeyden ziyade gösterir…
Şems’in (Güneş’in) şuaatı (ışınları) ile onu görmek ve tanımak gibi.
Hâlıkımızın Esma-i Hüsnâ’sıyla ve Sıfât-ı Kudsiye’siyle O’nu,
Kabiliyetimizin nispetinde tanımaya çalışabiliriz.”
x
“Büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde,
Bir küçük tabib kadar hükmü geçmez.
Ve bilhassa, maddiyatta çok tevaggul eden / çok meşgul olan
Ve gittikçe maneviyattan tebaud eden / uzaklaşan
Ve nura karşı gabîleşen / anlayışsız olan ve kabalaşan
Ve aklı gözüne inen
En büyük bir feylesofun münkirane / inkâr edercesine ettiği sözü
Maneviyatta nazara alınmaz.”


