11.6 C
Kocaeli
Çarşamba, Kasım 12, 2025
Ana SayfaDin ve Ahlâkİman, Küfür ve İnsan

İman, Küfür ve İnsan

     İmanlı olan, dünyada bile mânen Cennet’tedir. Çünkü imanın, binlerce güzellikleri var. Çünkü insan, ancak iman nûru ile Cennet’in en yüksek derecelerine ulaşır. Cennet’e lâyık bir kıymet alır. Küfür / imansızlık ile de Cehennem’in en aşağı tabakasına atılır. Çünkü iman insanı Yaratan’a bağlar. İman Allah’a mensubiyet ve bağlanıştır. İnsan, iman ile kendisinde görünen İlâhî sanat ve Rabbanî isimlerin nakışları bakımından bir kıymet alır. Küfür / inançsızlık, o nispeti / o bağı keser. O kesişten, insanda tecellî eden Rabbin sanatları gizlenir. Kıymeti yalnız madde itibariyle olur. Madde ise, hem fâni, hem zâil / zeval bulucu, hem geçicidir. Bu yüzden kıymeti hiç hükmündedir.

     İnsanların sanatları içinde, maddenin kıymeti ile sanatın değeri farklıdır. Bazen eşit, bazen maddenin yansıttığı sanat daha kıymetlidir. Beş liralık demir gibi bir madde, belki beş milyonluk bir sanat nakşını aksettirir. Nitekim antika bir sanata, milyonlarca kıymet biçildiği hâlde, maddesi beş para etmeyebilir. Böyle bir eser, kaba demirciler çarşısında, birkaç liralık bir demir pahasına alınabilir.

     İşte insan, Allah’ın böyle antika bir sanatıdır. En nazik ve nazenin bir kudret mucizesidir. Bütün İlahî isimlerin yansımasına aynalık eder. Ama unutulmasın ki, aynada görülen aynadan değildir. Ayna sadece İlâhî nakışların yansımasına sebep olandır. Allah insanı, bu işleviyle kâinata küçük bir misal suretinde yaratmıştır. Eğer iman nûru içine girse, üstündeki tüm mânâlı nakışlar o ışıkla okunur. Mü’min olan, şuur ile okur ve o intisapla okutur. Yani insan; Allah’ın sanatlı bir yapısı, en güzel mahlûku, rahmet ve keremine mazhar oluş gibi yapısıyla; Rabbin sanatlarını kendisinde zuhur ettiren, aksettiren ve yansıtan en güzel kıvamdaki eseridir.

     Yaratıcısına intisap / bağlanmaktan ibaret olan iman, insandaki bütün sanat eserlerini açığa çıkarır. Demek ki, insanın değeri, Rabbin sanatına, Hz. Allah’ın güzel isimlerine ayna olması bakımındandır. Bu yönüyle mahlûkat adına, Allah’a muhatap, Cennet’e lâyık Rabbanî bir misafirdir. Eğer, Allah’tan bağın kesilmesinden ibaret olan küfür, insanın içine girse, o zaman bütün o anlamlı İlâhî isimlerin nakışları karanlığa gömülür, okunmaz olur. Çünkü, Yaratan unutulsa, Yaratan’a yönelik manevî cihetler de anlaşılmaz. O mânâlı sanatların ve manevî yüksek nakışların çoğu gizlenir. Bâkî kalan ve göz ile görülen bir kısmı ise, basit ve aşağı sebeplere, tabiata ve tesadüfe verilip; nihayet mânen düşüşe sebep olur. Herbiri birer parlak elmas iken, birer sönük cam hükmünü alır.

     İman, nasıl ki bir nûrdur. İnsanı ışıklandırır. Üstünde yazılan bütün İlahî yazıları okutturur. Kâinatı da ışıklandırır. Mazi ve geleceği karanlıktan kurtarır. Fakat, küfür / inançsızlık; hayatın başlangıcı ve sonunu, kısaca hayat yolunu düşündürmez! Berzah / kabir âlemini akla getirmez! Geçmişi-geleceği doğru şekilde algılatmaz! Olayları ve acip mahlûkatı tefekkür ettirmez! Bütün bunları hesaba kattırmayan, aslında; bencil ve bildiğine güvenen, vahyi dinlemeyen Benlik ve Ego denen Ene’dir.

     Fakat Enaniyet, Benlik ve Gururuna itimat eden gaflete düşer. Dalâlet / Sapıklık karanlığına kapılır. Eksik, yanlış ve sapık malûmat ile, maziyi büyük bir mezar sûretinde ve yokluk olarak görür. Geleceği fırtınalı, tesadüfe bağlı bir vahşet yeri sanır. Allah’ın emrine amâde olan olayları mânâsız, varlıkları ise, birer canavar sanır.      İlahî hidayet yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavunluğu kırılsa, Kur’an’ı dinlese; kâinat bir gündüz rengini alır. Nûr ile dolar. Mazinin mezar olmadığını anlar. Peygamberlerin riyaseti altında kulluğunu yapan rûhların; hayat vazifelerini bitirmekle, yüksek makamlara uçtuklarına şahit olur. Geleceğe geçtiğini, kalp gözü ile görür. Cennet bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş Rahmanî bir ziyafeti, iman nûru ile fark eder. Ölümü ebedî hayatın başlangıcı, kabri ise ebedî saâdetin kapısı olarak görür. Çünkü: İman hem nûrdur, hem kuvvettir. Hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir. İmanın kuvvetine göre, olayların baskılarından kurtulabilir. Allah’a tevekkül eder. Hayat gemisini emniyetle seyran ettirir. Ağırlıklarını Allah’ın kudret eline emanet eder. Rahatla dünyadan geçer. Berzah / Kabir’de istirahat eder. Ebedî saadete girmek için Cennet’e uçar.

Muhsin Bozkurt
Muhsin Bozkurt
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.

Seçtiklerimiz

spot_img