ABD’de çocuklar zevk için eskisi kadar çok kitap okumuyormuş. Dünyaca ünlü PEW anket-araştırma şirketi 1984’ten beri Amerikan çocuklarına ödev dışı, zevk için ne sıklıkta kitap okuduklarını sorarmış; 9, 13 ve 17 yaşlarındaki çocuklarına. “Hemen her gün okurum. ” diyenlerin yüzdelerinde 1984-2020 arasındaki değişme şöyle: 9 yaş grubunda %53’ten %42’ye; 13 yaş grubunda %35’ten %17’ye. Hemen hiç okumuyorum diyenler, bu iki grupta %9’dan %16’ya ve %8’den %29’a yükselmiş. 17 yaş grubunda 2020 soruşturması yok; 2012 var. Bu ağabey ve ablalarda, hemen her gün diyenler %31’den %19’a, hemen hiç okumuyorum diyenler de %9’dan %27’ye değişmiş.
Bu ne demek? Genel bir zihin çöküşü, entelektüel iflas mı görüyoruz, yoksa başka bir şey mi?
Benim kanaatim, başka bir şey…
Kitap kolay iş değil
Çok uzaktan bir bakış atalım: Kitap okuma diye bir “eğlence” türü ne zaman başladı dersiniz? Şüphe yok ki ancak matbaanın Avrupa’da keşfinden sonra. Yani 15. asrın sonundan bu yana. Ondan önce el yazması vardı ve el yazmasının üretimi çok meşakkatliydi. Kitaplar çok pahalıydı. Oxford kütüphanesindeki kitapların her birinin bir malikâne değerinde olduğunu biliyoruz. Kitaba ulaşmak fedakârlık isterdi. Neden mi? Oxford’daki kitaplara ulaşmak için dünyanın neresinde yaşıyorsanız kalkıp Oxford’a gitmeniz lazımdı veya Bağdat’a. Daha da eskiden İskenderiye’ye.
İskenderiye’de bir nefeslenelim. Sezar’ın tahrip ettiği bu kütüphanede raflar dolusu kitap mı bulurdunuz? Hayır. Kitaba daha çok vardı. İskenderiye Kütüphanesi’nde parşömen ruloları muhafaza edilirdi. Daha da geriye, Sümer’e giderseniz rulo da yok. Orada da kral sarayında kütüphane var, kütüphanede kil tabletler. Tablethane mi desek? Anlaşılan iare (ödünç verme) hizmeti de var ki tabletlerden birine, “Her kim bu tableti alır da geri getirmezse…” diye başlayan beddualar yazılmış.
Bütün bu hikâyeyi, şunu söyleyebilmek için anlattım: Aslolan mesaj. Tablet, rulo, suhuf, el yazması kitap, basılı kitap… Bunların hepsi mesajın taşıyıcıları. Yukarıda anlattığım PEW araştırmasının grafiklerine şöyle gözümü kısıp, hani borsa teknik analizcileri gibi, illa da anlam çıkaracağım diye baktığımda, asıl kırılmanın 1990’ların ortalarına denk geldiğini görür gibiyim. O zaman suçlu da ortaya çıkıyor: İnternet.
LLOYD VE LUTHER
Kitap mesajı iletir, sizi içine alır, mesajın içinde yaşatır. Ama mesajı almak için o kitabın yazılmasını, sonra da basılmasını beklemeye her zaman tahammül edemezsiniz. O zaman devreye gazete girer. Zaten matbaa, kitap ihtiyacından çok gazete ihtiyacından doğmuştur. İtalya’nın ortaklı gemilerinden haberleri, duvar gazeteleri verirmiş; matbaaya kadar. İngiltere’nin Lloyd’s Sigorta Şirketi de yine gemi haberleri için ilk gazeteyi çıkaranlardan biri. Matbaa isteyen bir başka grup da Luther’in Protestanları. İncilin Almancasını okumaları lazım. Okumaları için de Almanca İncilin basılması.
Lloyd’s, tarihî Lloyd’s List adlı gazetesini, 1734’te elle hazırlayıp bir Londra kahvehanesinin duvarında okuyucularına sunarmış. Hangi gemi, ne zaman nereden geldi; nereye ne götürecek… Sonra basıma geçmiş. 2013 Aralık ayına kadar basmış. O tarihte yaptığı bir ankette, basılı gazeteyi sadece 25 okuyucusunun arzu ettiğini belirlemiş ve onlardan özür dileyerek 279 yıl sonra sadece internet gazetesi yapmış.
Böyle, bir uçta saz şairlerinden öbür uçta televizyona iletişim diye, mesaj diye gidip gelebiliriz. Derken geçen hafta televizyon ucundan ses geldi. Vestel’in Nesnelerin İnterneti (IoT) ekibi şu haberi geçti: “Türkiye’de YouTube izleme süresi ilk kez uydu yayınlarını geride bıraktı. ” Geçtiğimiz Temmuz ve Ağustos aylarında toplam izlenme süresinde YouTube, uydu yayınlarını %43’e %36 gibi açık bir farkla geçmiş. Evet, insanlar televizyon ekranına pasif pasif bakıp ne verilirse onu almak yerine, YouTube’a giriyor ve oradaki Zekeriya Sofrası’ından istedikleri haberi ve yorumu seçip seyrediyorlar.
Televizyonda YouTube
Vestel, izlenme paylarındaki bu değişimin epey geçmişe dayandığını fakat Türkiye’de YouTube’un uydu yayınlarının önüne ilk defa geçen yaz geçtiğini söylüyor. Bu eğilim sadece Türkiye’ye ait değil. ABD’de de YouTube, izlenme oranlarında, üç ay üst üste birinci sırada yer almış. Birleşik Krallık’ta henüz sadece BBC’yi geçmemiş ama o da eli kulağındadır.
Vestel niçin bu izlenme oranlarıyla ilgileniyor ki? Hiç ilgilenmez mi! Azalan televizyon seyri onların televizyonlarından yapılıyor. Fakat Vestel, artan YouTube seyrinin de televizyonlarının ekranından yapılacağını hesaplıyor. Vestel Pazarlama Genel Müdürü Duygu Badem Uylukçuoğlu, “YouTube’un uydu yayınlarını geride bırakması, televizyonun geleceğinin artık platformlarla şekilleneceğini açıkça ortaya koyuyor. Türkiye’nin bu eğilime dâhil olması, televizyonun artık yalnızca yayın yapan bir cihaz olmaktan çıkıp dijital yaşamın merkezinde konumlanan bir etkileşim alanına dönüştüğünün göstergesi. ” demiş. Dikkat edin, “Televizyonun yerini YouTube alıyor. ” gibi ifadelerden dikkatle kaçınılıyor. “Uydu yayınlarının yerini YouTube alıyor. ” sözleri tercih ediliyor. İsterseniz “Antenin yerini…” de diyebilirsiniz.
Televizyon giderek internetin ekranı olacak. Uzaktan kumandalara uzaktan klavyeler, uzaktan fareler eklenecek. Sesle kumanda da belki.
İnsanı insan yapan ürettiği, aldığı, verdiği mesajlardır. O mesajların iletildiği ortam değişebilir. Şimdi hâkim ortam internet.
Bu arada RTÜK yerine bir de YTÜK kurmalı. Biz kontrolsüz duramayız. Ya davulcuya varırız ya zurnacıya.