Her ölünün ruhunu, Hazret – i Azrail mi alıyor? Yoksa yardımcıları mı alıyorlar? Bu hususta üç açıklama var. Biri, Hz. Azrail herkesin ruhunu alır. Bir iş bir işe engel olmaz. Çünkü nuranîdir. İkincisi, Hz. Cebrail, Mikâil, Azrail gibi büyük melekler birer umumî vekil hükmünde, kendi nev’lerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda avaneleri / yardımcıları vardır. O muavin / yardımcılar varlıkların çeşitlerine göre ayrı ayrıdırlar. Sâlihlerin / İyilerin ruhlarını kabzeden / alan başkadır. Cehennemliklerin ruhlarını kabzeden yine başkadır. Nasıl ki: ‘Kâfirlerin ruhlarını şiddetle söküp çıkaranlara’ ‘Mü’minlerin ruhlarını yavaş yavaş kolaylıkla çekip alanlara’ (Nâziât: 1 – 5) âyetleri işaret ediyor. Bu da gösteriyor ki, ruhları alanlar tâife tâifedirler. Üçüncüsüne ise, Hz. Azrail’in her ferde yönelen bir yüzü ve bakar bir gözü vardır; penceresinden bakabiliriz.
Hz. Muhammed
Öyle bir Muhammed ki, gayb ve melekûtu seyir ve ziyaret etmek, ervahı / ruhları müşahede, melekler ile sohbet, cin ve insanları irşad vazifesini almıştır.
Öyle Muhammed’dir ki, mânevî şahsiyetiyle kâinatın kemaline / mükemmelleşmesine bir fihriste olmakla, bütün saadetlerin ve medeniyetlerin düstur ve prensiplerini içeren bir şeriate / dine sahiptir.
Resûl-i Ekrem, “Gaybı ancak Allah bilir” sırrınca; kendi kendine gaybı (insanlara gizli olan şeyleri) bilmezdi. Fakat Cenab-ı Hakk ona bildirirdi. O da, öylece bilir ve bildirirdi. Yüce Allah’ın her işi hikmetli ve bir amaca yöneliktir. Hem Rahîm olan Allah, sonsuz merhamet sahibidir. Hikmet ve rahmeti ise, bilinmeyen işlerden çoğunun gizlenmesini gerektiriyor. Kapalı kalmasını istiyor. Çünkü şu dünyada, insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Vukuundan / olmasından önce onları bilmek, insana elem ve acı verir.
İnsan Vücûdu
İnsan vücûdu / bedeni, tavırdan tavıra geçtikçe; şaşılacak şekilde, düzenli inkılâp ve değişiklikler geçiriyor. Nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan azm ve lâhme / kemik ve ete, azm ve lâhmden yeni bir yaratılışa, yâni insan sûretine inkılâbı / dönüşümü, son derece ince düstur ve prensiplere bağlıdır. O tavırların her birisinin öyle hususî / özel kanunları, öyle belirli kaideleri, öyle düzgün hareketleri vardır ki, cam gibi, altında bir kasıt, bir irade bir seçiş ve bir hikmetin cilve ve parıltılarını gösterir. İşte şu tarzda o vücudu yapan, her işi hikmetli / gayeli olan ve bir amaç taşıyan San’atkâr Zât, yâni Yüce Allah; her sene bir libas / bir elbise giydirir gibi o vücudu değiştirir.
Çok Büyük Mahkeme
Halkından en sıradan birisinin, sıradan işlerini ihmal etmeyen; herşeye hükmeden ve muhafaza eden Allah; hiç mümkün müdür ki, raiyyetin / idaresindeki büyüklerin yaptıkları en büyük amellerini muhafaza etmesin ve hesaba çekmesin! Mükâfat ve ceza vermesin! Halbuki o Zât’ın izzet, şeref ve gayretine dokunacak; şan ve merhameti kabul etmeyecek muameleler; o büyüklerden çıkıyor. Burada cezaya çarpmıyor. Demek çok büyük bir mahkemeye bırakıyor.
Kur’ân
Kur’ân Arş-ı A’zam / En Büyük Arş’tan, İsm-i A’zam / Allah’ın En Büyük İsmi’nden, her ismin en yüksek mertebesinden geldiği için, bütün âlemlerin Rabbi olması hasebiyle Allah’ın kelâmıdır. Hem bütün varlıkların İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermânıdır. Hem bütün göklerin ve yerin Hâlık’ı / Yaratıcısı nâmına bir hitabdır. Hem umum kâinatın Rabbi olmak cihetinde bir konuşmadır.